Yunanistan’da uzun süredir var olan ekonomik kriz; tüm borç yapılandırma ve kemer sıkma politikalarına rağmen aşılamamış, pandemi ile birlikte daha da derinleşerek devam etmektedir. Yunanistan’ın AB emperyalizmine bağımlı oluşu, bu kriz koşullarında daha da bağımlı bir biçimde politik ve ekonomik politikalarını direkt olarak AB tarafından verilen önergeler çerçevesinde şekillendirmesine sebebiyet vermektedir.
Yunan devleti için kriz şartlarında ayakta kalma koşulu; halk üzerindeki ekonomik ve bununla birlikte siyasal, sosyal baskıyı arttırmaktır. Bu politik yönelimin tek bir hedefi vardır; sömürüyü katmerleştirmek, gelişebilecek eylem ve tepkileri ise absorbe etmektir. Buna ek olarak demokratik alanı daraltan, halkın mücadele araç ve yöntemlerini sınırlayan “güvenlik yasalarını” peşi sıra hayata geçirmeye çalışmaktadır. Son iki yıldır polisin yetki ve meşruiyet alanını geliştiren birçok yasa meclisten geçmiş, polislerin görüntüsünün alınması dahi bir suç mahiyetine alınmıştır. Pandemi sürecine gelindiğinde ise devlet için normal zamanlarda toplumsal muhalefetin sokak gücü hesaba katılarak atılması pek olası olmayan adımlar hızlı bir biçimde atılmıştır. Bunlardan en önemlisi geçtiğimiz yıl “özerkliği” kaldırılan üniversitelere yönelik getirilen paket yasadır.
Yunanistan’da da birçok ülkede olduğu gibi üniversitelerin halk direnişleri ve mücadelesi açısından tarihi ve sembolik bir yeri vardır. 1967 darbesine karşı en önemli direnişlerin merkezi olan Politeknik Üniversitenin yanı sıra son yıllara kadar en önemli direniş merkezleri üniversiteler olmuştur. Yunan devleti ise kriz koşulları dolayısıyla halka karşı planladığı saldırıların ilk hedefini kendisine karşı gelişebilecek mücadele ve direniş merkezleri olarak gördüğü üniversiteleri etkisizleştirerek başlamak istemiştir. Politeknik direnişi sırasında Cunta üniversiteye tanklarla girmiş ve onlarca öğrenci hayatını kaybetmişti. Bu direnişin ardından yaklaşık 40 yıldır üniversitelere kolluk güçlerinin girmesi yasaklanmış ve üniversiteler özerk bir yapıya kavuşturulmuştu. Ancak ND hükümeti ile birlikte üniversitelerin özerkliğinin kaldırılması ve Kerameus Yasaları ile birlikte polisin kalıcılaşması da sağlanmaya çalışılmaktadır.
Yunan kamuoyunda Eğitim Bakanı Niki Kerameus’un adı ile anılan ve “Kerameus” yasaları olarak bilinen bu yasalar esasta; üniversitelere polis yerleştirme ve eğitim süresini sınırlama üzerine şekillendirilmektedir. Polisin üniversitelerde kalıcılaştırılması ve üniversitelere kontrollü giriş getirilmesi ile esasta üniversitelerde gelişen politik faaliyetlerin sınırlandırılması hedeflenmektedir. Uzun bir zamandır burjuva medya tarafından özellikle üniversitelerdeki “sol ve anarşist grupların” faaliyetleri, gerçekleştirilen işgaller “toplumsal huzura” karşı tehdit olarak görülmekte ve sürekli gündemde tutulmaktaydı. Böylece her ne kadar ND hükümeti “uyuşturucu ve şiddeti” engellemek için olduğunu iddia etse de yasaların hedefinin üniversitelerdeki devrimci faaliyet olduğu açıktır. Bununla birlikte eğitim süresinin sınırlanması ise özel kolejlere uzatılan bir açık çek ve paralı eğitim sektörünü geliştirmek olarak karşılık bulmaktadır. Belirlenen eğitim süresini iki yıl uzatan öğrencilerin eğitim ile ilişiğinin kesilmesi; her yıl 25 bin öğrencinin kolejlere ve paralı eğitim veren kurumlara yönlendirilmesi anlamına gelmektedir. Eğitim alanlarını birer ticaret alanına dönüştürmek ve öğrencileri ise birer müşteriye dönüştürmek bu yasaların esas hedefleridir. Bu şekilde Yunanistan’da mücadele ile kazanılmış haklar sermayenin acımasız kuralları içinde sokulmak istenmektedir. Bu yasalar ile üniversitelerde baskı ve öğrencilerin demokratik hakları sistemli bir biçimde törpülenmeye çalışılmaktadır.
Bu yasaların parlamentoda oylanmasının ise pandemi sürecine denk getirilmesi hükümetin bilinçli bir tercihidir. Var olan kapanma ve sokağı çıkma yasağını Yunan devleti bir fırsat olarak değerlendirmiş ve bu gibi birçok yasayı ve uygulamayı hayata geçirmek için kolları sıvamıştır. Bir ND milletvekili de katıldığı bir program da bunu açıkça dile getirmiştir. Yasalar meclise gelir gelmez salgın gerekçe gösterilerek tüm eylem ve etkinlikler 26 Ocaktan 1 Şubat’a kadar yasaklanmıştır.
Tüm bu yasaklara rağmen öğrenci örgütleri, Yunan devrimci ve ilerici kesimler sokaklara inmiş, haftalarca devletin yasaklarına ve saldırı yasalarına karşı direnmişlerdir. Devlet beklemediği ölçüde bir direnişle karşılaşmış ve saldırı kartını devreye koymuştur. Bu eylemler sırasında polisin saldırıları sonucu onlarca öğrenci yaralanmış ve gözaltına alınmıştır. Ancak kitleler sokakları terk etmemiş ve direniş meclis önlerinden mahkeme önlerine kadar devam etmiştir. Her ne kadar hükümet ve bir başka gerici partinin oylarıyla bu tasarılar yasalaşmış olsa da; Yunan devrimci ve ilerici öğrenciler bu yasaların sonuçlarına direnmeye devam edeceklerini ve hayata geçirilmesine karşı eylemlerini sürdüreceklerini açıklamışlardır. Salgın krizini iyi yönetemeyen hükümet bu açıdan da yoğun tepki çekmektedir. Salgının yarattığı kriz, yoğun işsizlik ve ekonomik krizin daha da derinleşmesi toplumsal tepkiyi tırmandırmaktadır. Öğrenci hareketinin dinamik ve mücadeleci karakteri saldırıların Yunan burjuvazisi tarafından kolaylıkla hayata geçmesini engellediği gibi, siyasi dengeleri de etkileyen bir faktör olmaktadır. Öğrenciler, eğitimin parasız bir hâle getirilmesi, üniversitelerin polisten arındırılması ve demokratik alanların savunulması mücadelesini devam ettireceklerini belirtmişlerdir. Bu dalganın yayılmasını sağlayacak çelişkilerin ise daha fazla olgunlaştığı görülmektedir. Salgının boyutlandırdığı ekonomik krizin, sosyal krizle ve biriken öfkeyle daha da kabarması söz konusudur. Özellikle yasakların ve saldırıların kitleleri sindirmek bir yana daha fazla öfkelendirmesi söz konusudur. Gelişmeler emekçilerin hareketini tetikleyecek, büyütecek özellikler ile olgunlaşmaktadır.
Yunanistan’dan bir YD okuru