Çevre ve doğa mücadelesine yönelik artan saldırılar ve talan politikasına dair Antalya Ekoloji Meclisi sözcüsü ve Ekoloji Birliği Yürütme Kurulu Üyesi Muzaffer Asma ve Karadeniz İsyandadır Platformu’ndan Hatice Hacısalihoğlu ile yaptığımız röportajları yayınlıyoruz.
YENİ DEMOKRASİ- Kaz Dağları direnişinin 1. yılında yapılmak istenen ziyaret devlet tarafından engellendi. Munzur Çevre Derneği başkanı Ali Ekber Barmağıç tutuklandı. Yine ülkenin çeşitli yerlerinde halkın toprağına ve suyuna sahip çıkma mücadelesi gözaltılarla engelleniyor. Devletin çevre mücadelesine dönük bu saldırılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
MUZAFFER ASMA– Bizim coğrafyamızda paradan başka bir şey görmeyen tek adam ve şürekası doğaya baktıklarında ağacı kereste, akarsular enerji santralleri, arazileri çeşitli amaçlar için bina, hayvanları yiyecek olarak görüyorlar. Düsturları gölgesini satamadıkları ağacı kesmek olan bir zihniyet dünyasının temsilcilerine karşı yaşamı ve doğayı savunmaya çalışıyoruz. 25 Temmuz 2019 yılında Kaz Dağları Balaban mevkiinde yüzbinlerce ağacı katleden Kanadalı Alamos Gold ve yerli işbirlikçisi Doğu Biga Madencilik talanı sosyal medya aracılığı ile duyurulunca binlerce doğa ve yaşam savunucusu olay yerine akın etti. ÇED raporlarının ihlal edildiğini talanı gözleriyle gördüler. Bu yağma ve talanı durdurmak için çadırlı nöbet başlatıldı ve bu sayede talanın önüne geçildi. Her adımları takip ve ifşa edildi. Ruhsatının yenilenmemesi kampanyaları etkili oldu. Ruhsatı yenilemeyen firma aylardır işgalci konumda araziyi terk etmemektedir. Buna karşın siyasal iktidar firmaya hiçbir yaptırım uygulamazken yaşam ve doğa savunucularına nöbetin başından bu yana baskı, engelleme, gözaltı, 350 bin TL’yi bulan para cezaları ve pandemi bahanesiyle nöbet yerini abluka altına almak dahil her türlü eziyeti yapmaktan kaçınmadılar.
En son nöbetin birinci yılı için özel etkinlik tarihini kapsayan bir haftalık valilik kararnamesi çıkardılar. Bunun sonucu olarak Çanakkale merkezde 16 arkadaşımızı ters kelepçeyle gözaltına aldılar ve saatler sonra bıraktılar. İstanbul’dan yola çıkan üç otobüsümüz Gelibolu girişinde trafik kontrol noktasında durduruldu ve 6 saatten fazla hukuksuz bir şekilde o noktada alıkonulduk. Hiçbir şekilde Çanakkale’ye sokulmadık. Biz de geri dönüp ertesi gün İstanbul’da etkinliğimizi yaptık.
Munzur Çevre Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ekber Barmağıç ve Dersim temsilci Özkan Arslan’ın tutuklanmalarına gelince… Yukarıda bahsettiğim gölgesini satamadığı ağacı kesen zihniyet bütün bir ülkeyi her alanda bir yangın yeri haline getirdi. Bursa Kirazlıyayla, Salihli, Aydın, Rize, Artvin, Ordu, Samsun, Dersim, Van, Manisa ve neredeyse tüm ülke coğrafyası yaşam alanlarını savunanların asker, polisle karşı karşıya geldiği tutuklama, gözaltına alma, darp ve tehdit ile karşı karşıya kaldı. Mücadeleyi baskı altına alma, yıldırma amaçlı saldırılar günlük rutine dönüştü. Bu da gösteriyor ki alanlar boş değil. Yaşamı ve doğayı savunanlar artık her yerde. Asla kazanamayacaklar.
YD- Karadeniz Bölgesi’nde çevre talanı anlamında daha çok HES projeleri öne çıkıyor. Bölgede dönem dönem halkın mücadelesiyle gündeme gelen HES projeleri bugün ne aşamadadır?
HATİCE HACISALİHOĞLU- HES denince bütün kamuoyunun aklına Karadeniz geliyor. HES projesi olmayan bir tane bile Karadeniz vadisi yoktur diyebiliriz. Arhavi Kamilet Vadisi’nde MNG Holding tarafından yapılan Orta HES projesinden çıkan hafriyat nedeni ile çamur akan dere yüzünden Karadeniz’deki HES projeleri kamuoyunun gündeminde yeniden görünür hale geldi. İmar planlarının ve verilen orman izinlerinin iptal edilmesi gibi hukuki kazanımlara rağmen yargı yolu tıkandı şirket faaliyetine devam ediyor. Vadide 3 HES projesi var. Yaratılan kamuoyuna rağmen HES projeleri devam ediyor.
Diğer bir örnek ise Giresun’da Çanakçı Deresi üzerinde yapılmak istenen 5’inci HES projesi. Proje orada yaşayan bölge halkını isyan noktasına getirdi. Özellikle belediye başkanının kamuoyunu iyi kullanması ve verilen destek ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çanakçıyla ilgili ÇED raporunu iade ettiğini duyurdu.
Güzel bir gelişme de Kastamonu Loç Vadisi’nde yaşandı, yaklaşık 10 yıldır vadilerde planlanan HES projesine karşı eylem alanlarında büyük başarı kazanan Loç Vadililer mahkemeden de güzel bir sonuç aldı; “Çevresel Etki Değerlendirme Olumlu Kararı” Danıştay tarafından iptal edildi.
Burada verilen 3 örnek haricinde Karadeniz’in pek çok noktasında iş makineleri çalışmaya ve yeni projeler Bakanlık tarafından onaylanmaya devam ediyor. Çok uzun süreler devam eden mücadeleler mahkeme kararlarıyla veya devlet gücü ile kırılabiliyor. İnsanlar yoruluyor ama yapılan talanın büyüklüğü mücadeleyi devamlı kılıyor.
YD- Ülkemizde özellikle son dönemde ivmesi artan çevre mücadelesi, devletin doğayı ve yaşam alanlarını talanına tepki olarak ortaya çıkmaktadır. Devletin artan bu talan saldırılarının nedenleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
HACISALİHOĞLU- Türkiye’nin birçok vadisinde ormanlara, derelere, yaylalara yönelik saldırılar turizm ve enerji ihtiyacı yalanları ile pandemi sürecinde artarak sürdü. Devleti ve kolluk kuvvetlerini yanına alan şirketler tarafından yürütülen katliamlar her geçen gün daha vahşi boyutlara ulaştı. Pandemi yasaklarına rağmen maskeli ihaleler yapıldı, hukuki kazanımlar yok sayıldı, halkı eve kapatıp şirketlerin çalışmasına izin verildi, nöbet tutan yaşam savunucularına saldırıldı ya da para cezası verildi. Şirketler tarafından doğa bir üretim faktörü ve birer meta olarak görülmektedir. Ve şirketlerin taşeronu durumunda olan hükümetler şirketlerin taleplerini yerine getirmektedir. Talan edilecek alandaki direnişin kırılması hukuki kazanımların engellenmesi gibi pek çok faktör devlet eliyle kolaylaştırılır. Hükümetler değişir ancak şirketlerin daha çok kâr yapma hırsı değişmez. Son yıllardaki ekonomik sıkıntıların çözüm kaynağı olarak da yatırım adı altında birçok talan projelerine onay verilmiştir.
YD- Yine bu soruyla bağlantılı olarak, devletin artarak devam eden bu saldırılarına karşı nasıl bir çevre mücadelesi yürütmek gerektiğini düşünüyorsunuz?
HACISALİHOĞLU- Platform olarak bizim görerek, deneyimleyerek öğrendiğimiz şu ki, yerel bir direniş olmadığı takdirde kazanmak neredeyse imkânsız. Yerel hareket bu işin lokomotifidir. Kent hareketlerinde ya da köylerde her yerin kendine özgü şartları ve direnme yöntemleri var. Fakat “Direniş + Hukuk + Kamuoyu = Zafer” denklemi her direniş için kullanılan bir denklemdir bizce. Eskiden direnişin sesi daha fazla tv, gazete vs. yerde duyulabiliyordu. Şimdi kamuoyu alanını sosyal medya üzerinden dolduruyor insanlar. Yine hukuk alanında da öyle. Artık direnen yurttaşlar dava açmakla kalmıyor, hukuku yeniden inşa ediyorlar.