Topyekûn saldırı ciddi zorlukları içeren, sürdürülme koşulları oldukça zor olan bir muhtevaya sahiptir. Böylesi bir saldırı süreci kapsamlı çok yönlü bir kampanya eşliğinde bir dönemi içerecek şekilde sınırlanmaya mahkumdur. Bu tür saldırıda hiçbir kural yoktur, ahlak yoktur, her türlü nefret yaratacak değerler kullanılabilirdir, moral üstünlüğüne yol açacak her şey araçsallaştırılır, tüm ezilen toplum kesimleri bu saldırının hem hedefi hem de destek gücü olarak ele alınır. Hedef haline getirilenlerde her türlü ikilemi yaratacak politika devreye girer ve nihayetinde tüm bunlarla hedef haline getirilenler çökertilmeye, bir daha doğrulamayacak şekilde felç edilmeye çalışılır.
Faşist diktatörlük yaklaşık 4 yıldır böylesi bir saldırı halindedir. Başta Kürt Ulusal Mücadelesi olmak üzere, komünist ve tüm devrimci-demokratik güçler ve en geniş muhalif kesimler bu şekilde bir saldırı ile karşı karşıyadır. AKP-MHP faşist kliği 96 yıldır kullanılan ve toplumun bir kesimini paralize etmeyi hedefleyen “beka sorunu” eksenli en bayağı şovenist bir kampanyayla bu süreci yürütmektedir. Eric From’un belirttiği gibi “Varsayılan bir tehdide inanmaktan doğan ruhsal sonuçlarla gerçek bir tehdidin yarattığı ruhsal etkiler(in aynı sonucu doğuracağı-bn)” bir politik iklim yaratılmaya çalışılmaktadır. “Kökü dışarda güçler” tehdidi ile toplumda yaratılan psiko-politik ruh hali, bunu yaratanların o kökü dışarda olan güçlere (kast edilen emperyalizmdir) mutlak sadakatini örtme işlevi görür. Toplum kesiminin bir kısmı bu şekilde parçalanır, endişe ve kaygı eşiği yükseltilerek politize edilir. Ancak beka sorunu sadece varsayılan ve hayali bir tehdit de değildir. Çok uluslu yapının inkarına dayalı bir rejimin olmazsa olmaz korkusu, her dönem endişe duyacağı bir gerçektir. Buna şovenizmin çürüten etkisiyle belli bir toplumsal kesimde ikna edilir ve tehdit büyüdüğünde, gürbüzleştiğinde bu toplum kesimi dolgu malzemesi haline getirilerek “topyekûn” saldırı dalgası güçlü ve etkin bir şekilde uygulanmaya çalışılır.
Bu topyekûn saldırının en önemli ayağı ise askeri, fiziksel, ideolojik, politik imhadır. Her ne kadar bu nafile bir şey ise de “mutlak savaş” iklimi yaratılarak bunun gerçekleşeceğine toplum inandırılmaya çalışılır. Bu “mutlak savaş” iklimini destekleyecek her türlü moral destek arayışı sürdürülür, psikolojik savaş argümanı kullanılır.
Faşist diktatörlük ve onun dümenindeki AKP-MHP-Tayyip kliği gerçekte Kürt hareketine, komünistlere, devrimcilere ve geniş toplum kesimlerine ama görünürde “yedi düvele” karşı bir “mutlak savaş” yürütme iddiasında ve görüntüsündedir.
Türk Hakim Sınıfları Ve “Yedi Düvelle” Uşaklık İlişkisi!
“Yedi Düvele” karşı yürütüldüğü iddia edilen “mutlak savaş”, gerçek hedef olanların daha etkin kuşatılmaya alınması için sadece bir psikolojik ve moral argümandır. Bir güç ve gövde gösterisidir. Aksi taktirde Tayyip Erdoğan, İdlib’te yaşanan tıkanma karşısında her fırsatta “on binlerce kilometre uzaktan buraya niye geliyorsunuz” diye efelendiklerine “Göçmen dalgası gelecek para vermez, yardım etmezseniz sınırları açarım” diyerek müdahale çağrısı yapıp yardım isteyerek zavallı bir politik-şizofren durumuna düşmezdi. Yine Rojava’da istediği sonuçları alamayınca ABD’nin kapısına bir kul gibi giderek “güvenli bölge” oluşturulması ve ondan hava sahası şemsiyesi-koruması istemezdi.
Suriye politikasında yaşanan tıkanma ve zavallılaşma İdlib’in “düştü düşecek” noktasına gelmesiyle, faşist diktatörlüğün tam bir politik “garibanlık ve yetimlik” haline düşmesini getirmiştir. Soçi, Astana ve son olarak Ankara ile Rusya ve İran eksenin de çıkarları için dilenen, Ankara-Cenevre bilumum karanlık dehlizlerde AB ve ABD’den daha fazla rol için elindeki kozları kullanarak zavallılaşan bir git-gel hali içindedir.
Rojava’yı işgal edeceği tehditleri arasında Urfa’da ABD ile ortak bir karargah kurma noktasına savrulan bir hal içine düşmüştür. Ortadoğu’da ABD ve Rusya’nın oyun kuruculuğu içinde yer edinme didişmesi içinde, Beka sorunu korkusu ile sürekli kaybedilen güç ve olanakların girdabı içine düşmüştür. Tam da bu noktada Doğu Akdeniz’deki enerji mücadelesinde de oyun dışı kalmaya karşı diline vuran bir tehdit ve gerçekleştirmeye gücü yetmeyeceği kaos girişimleri ile boğuşmaktadır. İşte onun “yedi düvelle” mücadele dediğinin özü ve özeti budur. “Yedi düvelden” daha uygun koşullarda bir uşaklık, iyileştirmeyi içeren koşullar dilenme halidir olan. Çünkü onun iktisadi ve sosyal koşulları ve çıkarları “yedi düvelle” tatlı vurgunlar, onlarla çürümüş ve asalaklaşmış bir sömürü ağı oluşturmaya koşullanmıştır.
Faşizm Krizden Kurtulamayacak, Ezilenleri Teslim Alamayacaktır!
Faşist diktatörlük Kürt ulusal mücadelesini kuşatmaya yönelik hamleleri daha sıkı bir şekilde dokumaktadır. Bir yandan Kayyum gibi demokratik-legal olanaklar daraltılırken, diğer yandan T. Kürdistanı’nda savaşı tırmandırıp, Irak ve Suriye Kürdistanı’nda Kürt hareketine karşı politik-askeri kuşatma saldırısı içindedir. Bu saldırılarına hem moral destek, hem de legal alana yeni saldırı zeminini oluşturmak için “çocukları dağa kaçırılmış analar” etiketiyle Amed HDP önünde bir oturma eylemi örgütlemiştir. Tipik bir psikolojik savaş yöntemi olarak çıkan bu eylem, medya-bakan-sanatçı-sendikacı-akademisyen desteğiyle kamuoyuna mal edilmeye çalışılmaktadır. Bu girişim kısa sürede bir komedi malzemesine dönüşmüş, “amaç dışı” unsurlarında hırsla kullanılmasıyla sulanmıştır. İç işleri bakanı düzeyinde HDP önünde eyleme destek girişimi ise psikolojik savaşın kendilerine zayıflık ve acizlik olarak dönmesine neden olmuştur. Diğer yandan T. Kürdistanı’nın bir çok ilinde polis-asker-korucu destekli bu şaklabanlık eylemine destek yürüyüşleri gerçekleştirilerek moral destek genişletilmeye çalışılmıştır. Tüm toplumun topyekûn savaşa seferber edilmesine yönelik bu girişim, esasında yürüyen savaşta istenilen düzeyin ve başarının yakalanamadığının da bir göstergesi olmuştur. Özellikle kayyum saldırısının gündem dışına itilmesinde bu eylemlerin etkin araca dönüştürüldüğünü de belirtmekte fayda var.
Türk hakim sınıflarının tüm bu yaşananların var olan politik krizi yeniden üretme niteliğinde olduğunu belirtmekte fayda var. Bu politik kriz iç parçalanmalarla, yeni arayışlarla tipik sonuçlar da doğurmaktadır. Eski başbakan, cumhurbaşkanı ve bakanlar düzeyinde bir parçalanma söz konusudur. AKP içinde özellikle cereyan eden bu durum, AKP’nin yönetme noktasında yaşadığı tıkanmanın boyutunu gösterme açısından önemlidir. Babacan-Gül ve Davutoğlu ekseninde gerçekleşmesi beklenen yeni siyasi oluşumlarının ne düzeyde başarı üreteceğinden bağımsız olarak ortaya çıkan tablo egemen klikler arası çatışmanın, yarılmanın göstergesidir. AKP-MHP bloğu ise belediye başkanları toplantılarında İsrail’den öğrenilen yöntemin türevi olan “kırık sandalye mizansenleri” ile hasımlarını küçük düşürme düzeyindedir. AKP-MHP bloğu klikler arası mücadele de de geçerli olan Sun Tzu’nun “Başarılı saldırı, düşmanın kendisini nasıl savunacağını bilemediği saldırıdır. Başarılı savunma, düşmanın nasıl saldıracağını bilemediği savunmadır” tespitinden oldukça uzaktır. Zira hasımları artık kendisini nasıl savunacağını daha iyi bilmekte, onlar ise düşmanın nerden saldıracağını artık kestirememektedir. Güç kaybetme eğiliminin tipik sonuçları ile yüz yüzedir AKP-MHP faşist ittifakı.
Faşist diktatörlük önümüzdeki süreçte topyekûn saldırı dalgasını sürdürme niyetindedir. Ancak bu saldırıların topyekûn örgütlenmesine çelişkiler ve çelişkilerin geldiği düzey artık el vermemektedir. Ezilen toplumsal kesimler açık bir şekilde süreç boyunca geri çektirilmiştir ancak sindirilememiştir. Ve istenilen düzeyde başarılar oluşmamıştır. Bölgesel ve ulusal düzeyde yaşanan sorunlar ve çelişkiler Türk devleti için iç açıcı değildir. Ne politik krize ne ekonomik krize çare üretemeyen, toplumsal tepkinin olabildiğince artma eğilimi gösterdiği bir süreç yaşanmaktadır. Bu gerçeklik komünistlerin yaslanması gereken bir durumdur. Daha militan bir hatta kitlelerin örgütlenmeye çalışılması, mücadelenin keskinleştirme çabası esas görevdir. Tüm saldırılar bu bilinçle ele alınmalı ve karşı koyuş hattı kurulmalıdır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 19 Eylül 2019 tarihli 44. sayısından alınmıştır.