Parazit filmiyle son dönemde isminden sıklıkla bahsettiren Güney Koreli yönetmen Bong-Joon Ho’nun The Host (Yaratık, 2006) filmi yeni tip koronavirüsle birlikte tekrar güncellik kazandı. Filmde örneğin koronavirüsle birlikte sağlık sisteminde açığa çıkan gediklerden insanların süreçte edindiği tiksinme gibi karakteristik özelliklere kadar birçok benzer ayrıntı bulmak mümkün. Boong-Joon Ho filmlerinde genellikle sınıfsal ayrımları işleyen bir yönetmen. Filmleriyle olası bir felaket karşısında yaşanacakların fantezisini kurarken kapistalist üretim ilişkilerinin yarattığı çelişkilerden besleniyor.
The Host filmi 21. yüzyılın ilk pandemisi SARS’ın ardından 2006’da çekildi ve bu özelliğiyle de bir virüs salgınında yaşanabilecekleri resmetmesiyle günümüze temas ediyor. Türkçeye Yaratık olarak çevrilen film Amerikalı bir doktor tarafından Güney Koreli meslektaşına lavaboya döktürülen kimyasalların Han Nehri’ne karışması sonucunda fantastik biçimde mutasyona uğrayan bir yaratığın etkilerine odaklanıyor. Bu etkiler, genel itibariyle Amerikan emperyalizminin Güney Kore üzerindeki etkisini gün yüzüne çıkarırken aynı zamanda halkın ve lümpen baş karakterin de çilesi oluyor. Filmde, insanlarda virüs belirtisi olmamasına rağmen yaratığın virüs yaydığını iddia eden Amerikalılar olayların ana itki gücü olma eğiliminde. Bu eğilim yaratığın ortaya çıkmasıyla ve olay mahallinde beliren, süper kahraman imajlı kaslı Amerikan askeriyle pekişmekte. Buna rağmen daha en başta Amerikalı askerin yaratığın midesine inmesi ama güçsüz ve “acınası” haldeki Koreli Park Kang-Doo’nun (Song Kang-ho) hayatta kalması bunun bir Amerikan filmi olmadığını ta en başından söylüyor. Evet filmin adı Yaratık ve yaratık da bir Amerikalı doktorun hüneri (!) fakat film Amerikan değil.
Büyük bir kısmı Han Nehri yakınındaki bir kanalizasyonun etrafında geçen film Amerikalı bir doktorun kimyasalların bulunduğu şişelerin tozlanmasından rahatsız olduğunu göstermesiyle açılıyor. Şişelerden boşalan kimyasalların Han Nehri’ne karışması, İngilizce konuşulan açılış sahnesinde yumuşak bir kamera geçişiyle netlik kazanıyor. Filmde belki biraz kaba ifade edilen kimyasalların dökülmesi ve yaratığın ortaya çıkması kısmıyla pek de ilgilenilmiyor. Çünkü film yaratığın ortaya çıkmasının ardından yaşananlarla ilgili. Bu da filmin tüm diğer yaratık filmlerinden ayıran en önemli özelliği sayılabilir. Yani mesele bu insanlık düşmanı yaratığı yerle bir edip dünyanın geleceğini kurtarmak değil. Zaten işleri çok da yolunda olmayan yoksul bir aile, yeni dünyayla bütünleşen yaratıktan ailelerinin bir ferdini kurtarmaya çalışıyor. Bu yaratık karşısında seferber olmuş insanlar yok, yaratığı avlayacak süper kahramanlar da yok. Filmde yaratığın ortaya çıkmasıyla beliren tuhaf Amerikalılar, insanları kısıtlamak ve karmaşa yaratmak dışında hiçbir vasfı olmayan polisler, her zamanki gibi rüşvet almaya devam eden memurlar, muhbirlik edenler ve medyanın komik vesveseleri var.
Yönetmen bu filminde de Cinayet Günlükleri filminde beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Kim-Hyeong-gu ile devam ediyor. İkili, yaratığı esrarengiz bir canlı gibi göstermekten ziyade insanların bira atarak ne olduğunu anlamaya çalıştığı bir deniz canlısı olarak ele alıyor.
Sahildeki insanlar tarafından bira atılarak ne olduğu anlaşılmaya çalışılan yaratık gündelik hayatın içinde, sıcak renklerin bulunduğu anda filme dahil oluyor. Bu sahnede insanların ne olduğunu anlaması için yaratığın üzerlerine doğru koşması gerekiyor. Malum yaratık filme dahil olduktan sonra ise sıcak hava yerini yağmurlu, ıslak bir havaya bırakıyor ve renkler metalikleşiyor. Ta ki yaratık ölene kadar… Bir felaket anına değin yerinde duran renkler felaket geçtikten sonra geri geliyor. See-joo ile birlikte Park Gang-Doo’nun film sonundaki birlikteliği bu renkler içerisinde veriliyor.
Film noir tarzında penceresiz, kısık ışıklı bir ortamda başlayan filmde genel olarak karanlık bir atmosfer hakim. Bu karanlık yaratığın karanlığını ve onu yok etmek ise karantina bölgesinde mangal yapan Amerikalıları, Amerikan emperyalizminin ufak çocuğu Güney Kore devletini pek de rahatsız etmiyor. Karanlık, bütün kendi halinde olma durumlarına, başarısızlıklarına ve güçsüzlüklerine rağmen ancak karakterlerin iyi niyetli savaşıyla ortadan kalkıyor.
Park Gang-Doo’nun henüz filmin başında konteynır dükkanın yazarkasasında uyuyakalması ailenin diğer bireyleri hakkında da bilgi veriyor. Üniversitede toplumsal hareketler içerisinde yer alan molotof yapımında ustalaşmış şimdiyse bir işsiz ve alkolik olan bir kardeş; milli okçuluk yarışmasında bronz madalya alan ve genellikle süreyi aştığı için hedefe ulaşamayan diğer bir kardeş; bunlara uygun iyi niyetli, biraz otoriter bir baba… Birbiriyle yakın fakat anlaşamayan bir aile portresi çizen yönetmen Parazit’te -Cinayet Günlükleri’nde de olduğu gibi- başrolü Kang-Ho Song’a vermiş.
Filmdeki diyaloglar genellikle tek taraflı ve alıcının empati kuramadığı şekilde gerçekleşiyor. Park’ı “acınası” görmemeleri için babanın nasihati karşısında uyuyan çocuklar gibi. Filmin tamamında buna uygun örnekler çoğaltılabilir. Ana karakterlerin içine kapanık mizacı birbiriyle iletişimlerini zorlayarak çokça absürtlük yaratıyor. Bireysel kahramanlığın hedefe ulaşamadığı filmde bütün bu anlaşmazlıklarına rağmen aile üyelerinin birlikte çabası yaratığı yenmelerini sağlıyor.
Üretimin hız kesmeden devam ettiği bugünkü koronavirüs salgını sürecinde aynı filmde olduğu gibi bizim de birbirimizi duymadığımız söylenebilir. Bir duvar yazısındaki gibi “Korona is the virüs, capitalism is the pandemic.”* Dünyamızı kemiren ve bizimle beslenen bir yaratık varken -filmde- hiçbir şey olmamış gibi Han Nehri’ni ilaçlayan Güney Kore’yle ortaklık kurmamız mümkün. Bunun için korunaklı alanlarında endişeye mahal olmadığını söyleyenlerle çocuğuna virüs bulaştırma endişesiyle eve dönen milyonlarca proletaryaya bakmamız yeterli.
*Korona virüstür, kapitalizm pandemi
Bir Yeni Demokrasi Okuru
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 30 Nisan 2020 tarihli 60. sayısından alınmıştır.