[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Rojava üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısmen de olsa azaldı. TC emperyalist efendilerinden gereken icazeti şimdilik alamadı. İstiklal Caddesi tertibinin yarattığı koşullarla köpürtülen şovenizm rüzgârı, tertibatın inandırıcılığıyla da ilgili olarak uzun süre esemedi. Ağır bir yoksulluğun altında, enflasyon ve zamlarla boğuşan kitleleri uyutmanın bir aracı olarak şovenizmin etkisi bu anlamıyla eskisi gibi uzun sürdürülemiyor. Kitleler gerçek gündemleri olan ekonomik krizin yarattığı tabloyla yüzleşiyor. AKP-MHP faşist diktatörlüğü kitlelerin gerçek gündemleriyle yüzleşmesini engellemek adına Kürt düşmanlığı ve şovenizm kartına sarılıyor.
Faşist diktatörlüğün dümenindeki AKP-MHP faşist blokunun Kürt düşmanlığındaki mutlak mutabıklığı Kürt ulusal mücadelesine dönük saldırıları aralıksız kılıyor. Bu bağlamda ivmesi dönem dönem düşse de süreklilik kazandırılan bir saldırı konsepti hayata geçirilmektedir. Kürt Ulusal Hareketi’nin legal mücadele alanından, silahlı güçlerine uzanan ve genişçe bir coğrafyada sürdürülen bu imha politikası ile mutlak bir “ezme” hedefi konmuştur. Rojava’dan Irak Kürdistanı’na uzanan geniş bir bölgede Kürt ulusal kazanımlarına karşı TC’nin yoğun bir saldırganlığı söz konusudur. Bu saldırganlık Türk hâkim sınıfları nezdinde “bekaa” düzeyinde ele alınırken salt Türkiye sınırları içerisinde değil tüm parçalardaki Kürtlerin kazanımları da “milli güvenlik” parantezinde değerlendirilerek boğulmaya çalışılıyor. Nitekim TC’nin “100. yıl”ında Kürt meselesinin tamamen gündemden çıkacağı bizzat faşist diktatörlüğün temsilcileri tarafından dillendirildi. Ancak faşizmin diz çöktürme ve imha etme politikasına karşı meşru bir mücadeleye dayanan direniş çizgisi geride bıraktığımız süreçte öne çıkan esas yan oldu.
AŞILAMAYAN ZAP TC’Yİ SALDIRGANLAŞTIRIYOR
TC’nin savaş bakanı H. Akar ve komutanların “acil kodla” toplandığını geçiyor haberler. Zap, Metîna ve Avaşîn’deki savaşın kumanda edildiği Kara Kuvvetleri Harekât Merkezi’nden basına yansıyan görüntülerde suratlar asık ve tedirgin. Kuşkusuz adına Pençe-Kilit denilen operasyon başladıktan itibaren böylesi anlara birkaç kez daha şahit olduk. H. Akar daha önce de asker kayıplarının arttığı bir dönemde Irak sınırına giderek benzer bir görüntü vermişti. Ardından yine bilindik demagoji ve hamasi söylemlerle ordusuna moral verirken halkı da şoven söylemlerle uyutmanın hesabını yapıyordu.
18 Nisan’da başlatılan Zap, Avaşîn ve Metina’ya dönük operasyonun arka planında Ukranya-Rusya savaşını fırsata çevirerek İsrail’in de desteğini alarak Kürt gazının Avrupa’ya taşınması gibi diplomatik bir uzlaşı söz konusuydu. TC bu bağlamda işbirlikçi KDP yönetimi ile defalarca görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmeler için Mesrûr Barzanî daha Türkiye’deyken operasyonun startı verildi. Ancak Büyük İskender’in ordularına ilk kez “geri çekilin” talimatını verdiği Zagrosların çetin uzantılarından olan Zap, TC tarafından aşılamadı. TC ordusunun kullanımına sunulmuş gelişmiş teknolojiye, ileri tekniğe ve kimyasal silahlara rağmen Zap’ı aşılmaz kılan gerilla direnişi oldu. Yedinci ayını geride bırakan operasyonda TC nezdinde ciddi bir sonuç elde edilemezken HPG’nin yayımladığı savaş bilançosunda saldırıların yoğunluğu ve gerillanın direnişinin boyutu öne çıktı. HPG, 8 aylık savaş boyunca 2852 eylem gerçekleştirildiğini, TC’nin 2744 kayıp verdiğini, 11 helikopter düşürülürken 80’inin de darbelendiğini açıkladı. Yine aynı açıklamada TC’nin 3152 kez yasaklanmış silahlarla saldırılar gerçekleştirdiğini, 199 gerillanın bu süreçte şehit düştüğünü açıkladı.
Söz konusu bilançoda TC’nin istediği sonuçları alamadığı açık. Elverişli koşullarda ilerleyemeyen TC’nin kış koşullarında da ilerleyemediğini son günlerde yaşanan asker kayıplarından görüyoruz. Kamuoyuna dönük ağır bir sansüre rağmen bir noktadan sonra gizlenemeyen asker ve korucu kayıpları yaşanan hezimetin sadece bir kısmını oluşturuyor. Mevcut durumda TC nezdinde Zap’ı aşma hedefinin şimdilik “başka bahara” kaldığını söylemek mümkün. Sisli havaların SİHA ve uçakları işlevsiz bıraktığı kış koşullarında vuruş gücünü artıran gerilla karşısında tutunmanın zorluğunu daha önceki operasyonlardan biliyoruz. Girmenin değil kalabilmenin zor olduğu zorlu Zap coğrafyasında TC ordusunun “tereyağından kıl çeker gibi” çekilmeyi başarı olarak lanse ettiğini 2008 operasyonundan hatırlıyoruz.
HDP’YE DÖNÜK BASKILARIN DOZU ARTIYOR
Zap’ta şimdilik istediği sonucu alamayan faşist diktatörlüğün dümenindeki AKP-MHP bloku Kürt meselesini klikler arası dalaşta kullanmaya devam ediyor. Terör umacasından şoven ve hamasi söylemlere, M. İttifakı’nın HDP ile gizlice iş tuttuğuna dair ithamlar olarak kullanılıyor. HDP’ye dönük sistematik saldırılar, rutin gözaltı ve tutuklama furyaları geride bıraktığımız günlerde ivmelenirken T. Kürdistanı’nda her gün bir ilde 15 günlük eylem ve etkinlik yasağı konularak fiili bir “OHAL” dayatılıyor.
Hem AKP hem de MHP’nin temsilcileri Kürt ulusal mücadelesine dönük düşmanlıklarını bulundukları her alanda, “sınır tanımaksızın” dile getiriliyor. HDP Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan, Meclis’te Kürtçe konuşulmasına dönük tepkilere “Kürtçeye tahammülünüz yok. Zihniyet bu, anlayış bu olduğu için alışacaksınız” sözleriyle karşılık verdiğinde Ö. Öcalan’ın sözlerine AKP-MHP’nin koltuklarından “sarı torba” hatırlatmalarıyla karşılık verildi. Mecliste, aleni bir konuşma sırasında katliamcı kodlarını bu şekilde ortaya çıkaran egemen zihniyetin zevatı ölü bedenler üzerinden laf atmakta, “sarı torba” gibi aşağılık söylemlere başvurmakta hiçbir beis görmemektedir. Yaşanan bu olay kuşkusuz münferit bir olay değildir. Kürtler, ulusal-kolektif hakları için ayağa kalktıkları her dönemde TC’nin açık katliamlarıyla karşılanmışlardır. Şeyh Said isyanından Ağrı-Zilan başkaldırısına, ‘90’lardaki faili meçhullerden Cizre bodrumlarına TC devletinin tarihi direnen Kürdün kanının döküldüğü örneklerle doludur. Son olarak 18 Aralık’ta hapishanelerdeki hak ihlalleri, tecrit ve baskılara karşı tutsak aileleri tarafından başlatılan “adalet nöbetinin” final eyleminde Ferhat Encü’ye polisin attığı tokat faşizmin önemli bir çıktısı olarak hafızalarda yer edindi. Polisin küfürler eşliğinde Ferhat Encü’ye attığı tokat, faşizmin tüm kurumlarınca baştan aşağıya nasıl halk düşmanı bir yapıda olduğunu gözler önüne sererken Kürt halkına dönük yaklaşımın da tipik bir örneği olmuştur. Tüm bu yaşananlar, faşist diktatörlüğün Kürt ulusal mücadelesine karşı aralıksız saldırılarında yegâne yolun direniş olduğunu bir kez daha göstermiştir. Faşist diktatörlük salt Kürt ulusu için değil tüm yığınlar için tehdittir. Bu bağlamda faşizm alt edilmeden çeşitli ulus ve inançlardan emekçilerin kurtuluşu mümkün değildir. Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkı da yine bu mücadelenin bir parçasıdır, buna içerilidir. Bu bilinçle Yeni Demokratik Devrim mücadelesine omuz vermeli, umudu ve direnişi büyütmeliyiz.