HTŞ liderliğindeki çetelerin Batılı emperyalistlerin, İsrail’in ve TC’nin desteğiyle yönetimi devralmasından sonra Suriye’nin akıbeti tartışılmaya devam ediyor. Gerici bölge devletleri küçülen pastadan pay kapma yarışını sürdürüyor. Her gün her biri emperyalistlere “en kullanışlı uşak benim” diye haykırmaktadır.
Kürt Ulusal Hareketinin (KUH) tasfiyesini hedefleyen pozisyonunu koruyan TC Rojava’ya yönelik askerî saldırılarını sürdürmektedir. SMO ile SDG arasında ABD’nin arabuluculuğunda gerçekleşen ateşkes görüşmeleri (Askerî Meclis savaşçılarının ve Minbic’de mahsur kalan sivillerin Rojava’ya nakledilmesi, Süleyman Şah Türbesi’nin eski yerine taşınması gündemli bir anlaşma) TC’nin tutumu nedeniyle pratikleşmedi ve Rojava’ya dönük saldırganlık bugüne değin sürdü. Minbic ve Kobanê’de yoğunlaşan saldırılarda çok sayıda sivil katledildi. SDG’nin kontrolündeki Tişrîn Barajı’nda da kriz sürmektedir. En son burada gerçekleşen SİHA bombardımanında Nazım Daştan ve Cihan Bilgin isimli iki yurtsever gazeteci yaşamını yitirdi.
Bu gelişmelerde şaşırılacak bir şey olmadığı açıktır, zira TC’nin emperyalistlerden talebi YPG’nin silahsızlandırılması ve Rojava’da Kürtlerin savunmasız bırakılmasıdır. Batılı emperyalistler Rojava’ya dönük bu saldırılara, TC’nin ulusal güvenlik sorununa dikkat çekmekle birlikte onay vermediler. ABD’nin YPG hakkındaki “IŞİD’e karşı mücadelede önemli ortak” vurgusu bu bakımdan önemliydi. SDG komutanı Mazlum Abdi ise Kobanê’de silahlardan arındırılmış, ABD gözetiminde bir bölge kurulması önerisine hazır olduklarını bildirdi. ABD denge siyaseti izlemeye devam etmektedir. M. Abdi’nin ödün niteliğindeki “silahlardan arındırılmış bölge” önerisini gündeme getirmesi de ABD’nin izlediği denge siyasetinin bir sonucudur.
STATÜ TARTIŞMALARININ GÖSTERDİKLERİ
Colani Efrinli Kürtler için bir mesaj yayımlayarak Kürtlerin Suriye’nin esas unsuru olduğunu ve Dürziler ve Hristiyanlarla da ilişkiler kuracaklarını vurguladı. Yine aynı açıklamada “PKK ile Kürtler arasında fark var.” dedi. Rojava’daki de facto yönetimin statü kazanması kapsamında yürütülen tartışmalara dair HTŞ’nin tutumu nihayet açıklık kazanmıştır. HTŞ komutanlarından Ebu Kasra, AFP’ye verdiği bir röportajda silahlı kanatlarını dağıtıp orduya bağlayacaklarını ifade etti. Aynı zamanda Kürt bölgelerinin de bu karar doğrultusunda “entegre” edileceğini belirtti. Devamında, Rojava Kürtlerinin statü istemini ülkenin bölünmez bütünlüğüne vurgu yaparak reddettiklerini açıkça ortaya koydu: “Kürt halkı Suriye halkının bileşenlerinden biridir. Suriye bölünmeyecek ve federal bir varlık olmayacak.” Benzer argümanlar Hakan Fidan tarafından da dile getirildi: “Farklı etnik ve dinî grupların yönetim içerisinde olduğu bir Suriye’yi arzu ediyoruz.”
HTŞ’nin Suriye’nin toprak bütünlüğü söylemi üzerinden geliştirdiği statü karşıtı politikalar TC faşizminin bölgesel çıkarlarıyla uyumludur. Zira TC, Rojava’daki olası bir kazanımının önüne geçmek için 13 yıllık iç savaş boyunca bölgeye yönelik çeşitli saldırılarda bulunarak Kürt ulusal kazanımlarını hedef almıştır. Kartlar yeniden karılırken TC faşizmi ABD’den YPG’nin silahsızlandırılmasını talep etmiştir. HTŞ’nin “entegre” politikasının bu taleple tam bir uyumluluk içindedir, dolayısıyla TC’nin cihatçı çetelere destek vermediği yönündeki söylemler boşa çıkmıştır.
Trump’ın, ABD’nin Suriye’deki gelişmelere müdahil olmayacağı yönündeki söylemlerini Kürt ulusal sorunu ile bölgesel dizayn bağlamında ele almak gerekir. Başta ABD olmak üzere Batılı emperyalistlerin denge siyaseti izlediğini vurguladık. Bunun nedeni Batılı emperyalistlerin hegemonik çıkarlar uğruna bölgedeki birbirine düşman güçleri kullanmalarıdır. Batılı emperyalistlerin “karıştır, barıştır” politikası Rus emperyalizmine ve Çin sosyal emperyalizmine karşı Orta Doğu’daki konumlanışını tahkim eden bir noktada durmaktadır. Keza Filistin ve Lübnan ulusal direnişlerini kuzeyden markaja alarak baskılamayı içeren Halep çıkarması ve Esad rejiminin devrilmesi bu temel amaca hizmet etmiştir. Batılı emperyalistler tarafsızlık rolüne soyunarak dengeyi korumak için tüm taraflara meşruluk payesi atfetmekte ve şimdilik Rojava’ya yönelik saldırıları onaylamamakla birlikte Kürt ulusal kazanımlarına ve Kürtlerin statü taleplerine yönelen politikalar karşısında sessizliğini korumaktadır. Dolayısıyla Rojava’nın de facto yönetimden tanınmış statü devrine geçişinin bir hayli çetrefilli geçeceğini söylemek mümkün. HTŞ’nin statü tartışmalarındaki mevcut tutumu devam edecektir. Bu süreçte ABD’nin izleyeceği politikalar belirleyici olacaktır ve HTŞ’nin Rojava’daki de facto yönetimi tanıması için baskı mekanizmasının işletilmesi olasılık dahilindedir. Zira ABD’nin Suriye’deki IŞİD hedeflerini bombalaması HTŞ’ye “haddini bil” ikazı niteliğindedir. Bununla birlikte ABD Senatosu’nda kabul edilen savunma harcamalarına dair politikalarını belirlediği 895 milyar dolarlık Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasa Tasarısı (NDAA) kapsamında bütçeden 529 milyon 699 bin dolar Peşmerge güçlerine, Irak ordusuna ve SDG’ye tahsis edilecek. Bu bağlamda ABD’nin Kürt güçleriyle kurduğu askerî ilişkileri Senatonun açıkça belirttiği gibi “Çin’in artan gücüne karşı koymak” amacıyla güçlendireceği açıktır. Dolayısıyla faşist TC’nin, YPG’nin silahsızlandırılması talebinin olanaksız olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan Fransa-ABD heyeti “Kürt-Kürt diyaloğu” için Rojava’da PYNK ve ENKS ile yakın temas halindedir. Batılı emperyalistlerin Kürt taraflarla gerçekleştirdiği bu temaslar Şam ile müzakereyi içeriyor. Keza Barzaniler ABD, İngiltere, Almanya ve Bahreyn gibi ülkelerle son günlerde diplomatik görüşmelere ağırlık vermiş durumda. Dolayısıyla müzakere görüşmelerinde KDP’nin etkin bir rol oynayacağını iddia etmek abartı olmayacaktır. Nitekim Barzani’nin “Sayın Ahmed Şera’nın, Suriye’de Kürt halkı hakkında verdiği demeci gördüm. Kürt halkını Suriye’nin geleceğiyle bağlantılı bir parça ve kardeş olarak tanımladı. Bu perspektifi hem Kürtler hem de Suriye’nin geleceği adına memnuniyet verici ve olumlu karşılıyoruz.” açıklaması statü tartışmalarında özneleşme amacı taşıdığını gösterir. Ne var ki HTŞ’nin statü tanımaz açıklamaları neredeyse bölgedeki tüm Kürt taraflarca “tarihî bir fırsat” olarak ele alınmakta ve ironik bir gaflete düşülmektedir!
Açıkça belirtmeliyiz ki egemenler cephesinden tanınması beklenen “statü”nün içeriği sömürgeyi ve ilhakı ortadan kaldırmayacaktır. Aksine, Kürtleri bir başka biçimde emperyalizme ve gerici devletlere bağımlı kılacaktır. Kürt ulusunun özgürleşmesi bağımsızlık mücadelesinin anti emperyalist, anti faşist, şimdi de anti Siyonist içeriğine bağlıdır. ABD’nin ya da İsrail’in, hakeza HTŞ’nin demokrasi ve çoğulculuk ile ilgili süslü lafları Kürtlerin eşit yurttaşlığının veya özgürleşme yolundaki statüsünün tanınması şöyle dursun, atılacak her adımda kendi bölgesel çıkarlarına hizmet etmektedir.
İSRAİL SAHNEDE!
İsrail’in bir süredir Kürtlerle ilişkiler kurmayı içeren söylemlere sarıldığı bilinmektedir. Buna istinaden İsrail basınında “Kürtler, dünyanın en büyük devletsiz halkı”, “Tüm dünya kaçarken Kürtler IŞİD’e karşı savaştı”, “İsrail, Kürtlere istihbarat, siber savaş ve savunma teknolojisi yardımı yapabilir” gibi söylemler ağırlık kazanmış durumda. Netanyahu İran’ı hedef gösterirken Mahsa Amini göndermesiyle Kürtlere oynamıştır. İsrail’in Kürtlerle yakınlaşma politikası şimdiden Kürtler içerisindeki bir kesimi etkisi altına almış durumdadır. Önümüzdeki günlerde Kürt güçleriyle İsrail arasında temasların gerçekleşmesi olasıdır. Burada çıkarların anlık olarak ortaklaşması ile emperyalizmin ve Siyonizm’in ezilen halklara düşman niteliği arasındaki çelişkiye dikkat etmek gerekir.
Yerel kaynaklar, Halep’te çok sayıda Kürt’ün bu süreçte kaybolduğunu ya da HTŞ tarafından katledildiğini bildirmektedir. Yine Lazkiye ve Tartus’ta Aleviler çetelerin zulmüne maruz kalmakta, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır. Bunlar bu süreçte esas olarak gizlenmiştir. Bu gündemin önemine dikkat çekilmelidir. Samandağ’da çete zulmüne ve katliamlara karşı başlatılan kampanyaya destek vermek, bu kampanyayı büyütmek tüm ilerici-devrimci kesimlerin görevidir.