Egemenler arasındaki klik çatışmasında yeni bir perde daha sahneleniyor. Ekonomik krizin cenderesinde, boğazındaki ekmeği her gün biraz daha küçülen halk, bir kez daha seçimler vesilesiyle bu oyuna alet edilmeye çalışılıyor.
31 Mart seçimleri öncesi, “İstanbul’u kaybeden, Türkiye’yi kaybeder” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki AKP/MHP egemen kliği, İstanbul’daki seçim sonuçlarını hazmedemedi. AKP-MHP kliği, seçmen kontrolleri, kısıtlı seçmen itirazları ve bazı ilçeler de oyların yeniden sayılmasına kadar bir dizi yöntemi denese de istediği sonuca ulaşamayınca; YSK’nın Ekrem İmamoğlu’na mazbatayı vermesine rağmen, KHK’lı Sandık Başkanlarını bahane göstererek, İstanbul seçimlerini iptal ettirdi. Bu tablo bir kez daha Stalin yoldaşın, “burjuva sistemlerde oyları kimlerin verdiği değil, kimlerin saydığı önemlidir” tespitini haklı çıkarmıştır.
Gerekçeli kararın dahi henüz açıklanmadığı bu tabloda dikkat çeken yan, egemen kliğin zaman kazanma çabasıdır. Bu çabanın altında yatan gerçekliği iki şekilde okumak mümkün, birincisi; gittikçe derinleşen ekonomik krizin AKP/MHP özelinde, kitlede sisteme karşı artan hoşnutsuzluğu gündem değiştirerek zayıflatmak, ikincisi; daha ilk günlerde bilgi veri tabanının kopyalanmasını mahkeme kararıyla engelletme çabasından da çok net anlaşılacağı gibi, İstanbul Belediyesi’nde dönen yolsuzlukların belgelerini imha etmek.
Elbette egemen klik, yenilenen seçimleri kazanmak için elinden geleni yapacaktır ancak işlerinin önceki seçimler kadar kolay olmadığı ortadadır. Hazmedememekten bahsedildiği yerde kaybedilen bir seçimin varlığından da bahsetmek abes olmasa gerekir. Elbette bu klik, seçimi kazanmak için her türlü yolu izleyecektir. CHP’nin “her şey güzel olacak” sloganını dahi çalıp “her şey çok daha güzel olacak” şeklinde değiştirerek kendi seçim sloganı haline getirmesi, AKP/MHP kliğindeki açmazın en somut göstergelerinden birisi olmuştur. Ancak tehlike çanları sadece AKP/MHP kliği için değil tüm sistem için çalmaktadır.
CHP tarafından, kazanılmış olan bir seçimin yenilenmesi kararına gösterilen tepkinin pasifliğinden ziyade “sisteme zeval gelmesin” tavrındaki yaklaşımları ve iddialı “hakkımızı yedirtmeyiz” söylemlerine rağmen ortaya atılan “her şey güzel olacak” sloganıyla yetinmesi, bu tablonun içinde okunması gereken bir diğer yandır.
Kazananıyla, kaybedeniyle klikler arası dalaşın keskinliğine rağmen halkın öfkesi, hoşnutsuzluğu sistem içinde eritilmek istenmektedir. Sonuç ne olursa olsun bir kez daha “beka” etrafında kenetlenen egemen klik ile muhalefet cephesi, bütün tartışmalara rağmen yan yana durmaktadır. Sınıf çıkarları bugün her şeye rağmen bunu dayatmaktadır. Zira ekonomide tehlike çanları dünden çok daha güçlü çalmaktadır.
EGEMENLERİN YÖNETEMEME KRİZİ DERİNLEŞİYOR
Sürecin en belirgin parametresini kuşkusuz artık gizlenemeyen ekonomik kriz oluşturmaktadır. Ekonomi sahasında Berat Albayrak’ın “Şubat Ocak’tan, Mart Şubat’tan, Nisan da Mart’tan güzel olacak” açıklamasını adeta yalanlayan gelişmeler yaşanmaktadır. TÜİK verilerine göre; Türkiye’de 15 ve üstü yaştakilerde işsiz sayısı 2019 Şubat ayında geçen yılın aynı dönemine göre 1.376.000 kişi artarak 4.730.000 kişi oldu. İşsizlik oranı 4.1 artış ile %14.7’ye ulaştı.
Birleşik Metal-İş Araştırma Merkezi (BİSAM)’ın verilerine göre; tüketici fiyatları aylık %1.69 arttı. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı, Şubat ayında 2.046 iken Nisan ayında 2.047ye yükseldi. Hükümetin 2019 için açıkladığı ekonomik programda bütçe açığı 81 milyar olarak tahmin edilirken, Merkez Bankası’ndan hazineye aktarılan 40 milyara rağmen bu açık daha yılın ilk çeyreğinde 40 milyarı bulmuş durumda.
Ekonomi cephesinde yaşanan önemli gelişmelerden birisi de Merkez Bankası’nda bulunan ve sadece “olağanüstü” koşullarda ve savaş durumunda kullanılmak üzere saklanan “ihtiyat akçesinin” kullanımının gündeme gelmiş olmasıdır. Ekonomi uzmanlarına göre, TC tarihinde bugüne kadar kullanılmamış olan “ihtiyat akçesinin” gündeme gelmiş olması ekonomik krizin ne kadar derin olduğunun göstergesidir.
DEVRİMCİ DURUMUN EĞİLİMİ YÜKSELME YÖNÜNDEDİR
Egemenler cephesinde bunlar yaşanırken, emekçiler cephesinde ise artık yaşamlarını dahi idame etmede zorlandıkları bir tablo vardır. Ekonomik sorunlarla birlikte 15 Temmuz’un ardından daha koyu bir şekilde yaşam bulan faşist politikalarla var olan hoşnutsuzluk iyice dışa vurmaya başlamıştır. Buna egemenler cephesindeki yönetememe krizi ve klikler arası çelişkilerin keskinliği de eklenince; bir süredir gerileme halinde olan devrimci durum, gelişme eğilimine girmiştir. Mesele, gelişme eğiliminde olan bu durumu devrime kanalize etmektir.
Kitlelerin var olan tepki ve hoşnutsuzlukları, sadece egemenler eliyle bastırılmamakta, tasfiyeci, düzen içi hareketlerce de sisteme yedeklenmektedir. Son İmralı görüşmesinde Abdullah Öcalan’ın çözüm sürecine gönderme yaparak, Suriye politikasında “TC’nin hassasiyetlerini önemsemek gerekir” mesajı; HDP’nin AKP/MHP egemen kliğini geriletme adına; İmamoğlu’nu destekleyeceğini açıklaması; Nurettin Demirtaş’ın “AKP adım atarsa Kürtler de AKP’ye oy verebilir” açıklaması, bu potansiyelin sisteme yedeklenme politikasından başka bir anlam ifade etmemektedir. Yani çözüm her halükarda sistem içinde aranmaktadır.
Meseleye AKP/MHP faşizmi olarak bakan bazı devrimci örgütlerin de, “her şey çok güzel olacak” sloganıyla sahaya inen CHP’nin adeta kuyruğuna takılma politikaları ile ÖDP’li Alper Taş’ın “bu süreçte sokağa inmek AKP’nin ekmeğine yağ sürmektir” demesi, sistem seçimlerini meşrulaştıran gelişmeler olarak okunması gerekmektedir.
Oysa sokağa inen halkın kanalize edileceği mecra bellidir. Bu eylemlerden esas olarak anlaşılması gereken kitlenin demokrasi talebidir. Demokrasi sorununun bir devrim sorunu olduğu ülkemizde kitlelere yüzümüzü dönerken hangi yönelim ve politikalarla çalışma yapacağımız çok önemlidir. Sokaklar zaten bir süredir ısınmaya başlamıştır. Tüpraş’taki işyerinden ayrılmama eylemi, üniversite öğrencilerinin eylemleri, kadınların, gençlerin, LGBTİ+’ların, KHK’larla işten atılanların eylemleri, açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla her gün tüm saldırılara rağmen gittikçe büyüyen başta analar olmak üzere tutsak yakınlarının ve duyarlı kesimlerin destek amaçlı eylemleri buna verilebilecek örneklerdir.
Yükselen sesin her geçen gün daha da artacağı ortadayken asıl mesele, bu sesin yansımasını nerede bulacağıdır. Yenilenen İstanbul seçimlerinde uygulanacak politik yönelim tek başına devrim ile sistem arasında değil, aynı zamanda devrim ile reformizm arasında bir mücadeleye de sahne olacaktır. Her ne kadar halkın sistemden umudunu kesmesinden bahsedemesek de, yenilenen seçimlerin ve oynanan oyunların kitleler nezdinde dünden daha fazla teşhir olduğu ve ciddi bir güvensizlik yarattığı bir gerçektir.
Dün boykotu kitlelerden tecrit olarak reddedenler, bu gerçeğe rağmen hala bir tecrit olarak değerlendiriyorsa, orada tasfiyeciliğin en belirgin hali mevcuttur. İstanbul seçimleri bir kez daha göstermiştir ki seçimler “kitleleri egemenlerin hangi kliğinin yöneteceğinin” seçimi olacaktır. Bunu bir kliğin faşist politikalarına karşı bir demokrasi cephesi olarak göstermek, kitleleri devrim hedefinden, sistem içine yöneltmek anlamı taşır.
Boykot taktiği bir kez daha İstanbul seçimlerinde başvurulacak en doğru yönelimdir. Çalışmalarımızı sadece kitlelere sistemin teşhiri boyutuyla değil var olan potansiyeli örgütleme ve savaşa kanalize etme görevinin bir parçası olarak ele almalıyız. Aksi taktirde boykot tavrı salt bir tavır olmaktan öte bir anlam ifade etmez.