[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Seçimlere kilitlenmiş, onun ekseninde yoğunlaşmış bir sürecin içindeyiz. Yaşanan ekonomik krizin işçi ve emekçiler için yıkıcı hale gelen sonuçları da faşizmin yoğunlaşan ve katman katman büyüyen ve genişleyen saldırıları da dış politika da seçim kavgasına yedirilmiş durumda. Ekonomik kriz faşist klikler arasındaki çelişkileri ve mücadeleleri keskinleştirmekle kalmıyor bu kliklerin her birindeki çelişkileri ve mücadeleleri de açığa çıkartıyor. Sosyal, kültürel, sanata veya dini inançlara dayalı her mesele politika arenasında etkili bir araca dönüşüyor ve başta “iktidarda” olanlar olmak üzere kimse bu araçları kullanmaktan çekinmiyor. Bu yoğun politik iklimden azade hiçbir gelişmenin olmadığı bir süreçten geçiyoruz. Her şeyin araçlaştığı bu gündemler ciddi bir sabun köpüğü yarattığı gibi, işçi ve emekçilerin yaşadığı ekonomik buhranın, politik özgürlük sorunlarının boğulmasına hizmet etmektedir.
AKP-MHP bloku ekonomik krizle yaşanan sorunları gündem dışına itecek, aynı zamanda diğer blok içindeki uyuşmazlıkları açığa çıkaracak ve kitleleri yasak ve baskılarla kontrol altına alacak şekilde bir yönetme politikasına odaklanmıştır. Son iki ay içinde kılık-kıyafet, cinsel yönelim, sahne kullanımı gibi gerekçelerle bir dizi konser iptal edilmiştir.
Yine valilikler tarafından Zeytinli Rock Festivali, Anadolu Fest, Kozlu Müzik Festivali, Kazdağı Ekoloji Festivali, ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği, ODTÜ Mezuniyet Töreni gibi etkinlikler de yasaklanmıştır. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nde Grup İsyan Ateşi ve Grup Yorum’un Dersim’e girişi yasaklanmış ve festival konan engeller nedeniyle iptal edilmiştir. Son olarak popüler şarkıcı Gülşen’in “imam hatiplere hakaret” gerekçesiyle tutuklanması çaresizleşmekte olan saldırganlığı herkese malum kılmıştır. Kendi taraftar tribününden de homurtular duyan AKP-MHP blokunun saldırıları bu düzeye taşıması “demokrasimizin” düzeyini gösterir.
AKP-MHP bloku bütün bir toplumu gerici kültürel değerlerle daha sıkı kuşatmanın yollarını aramaktadır. Halk kitlelerini yaşadıkları çelişkilerden, sorunlardan uzaklaştıracak, yoğun ama içi boş politik tartışmalarla gerçek sorunların üzerini örtecek her fırsatı kullanmaktadır. Tepkili, öfkeli toplulukları ileri toplumsal güçler de dahil meşgul edecek, yapay gündemlerle kendine zaman kazandıracak ya da kitleleri bu gündemler doğrultusunda parçalayacak bir tutum içindedir. Bu şekilde klikler arası mücadelede de hem böl-parçala yoluna baş vurmakta hem de ikizi olan “muhalafetin” toplumsal desteklerini zayıflatmayı hedeflemektedir.
AKP-MHP blokunun bu yönelimine karşı CHP önderliğindeki Millet İttifakı da boş durmamaktadır. Bir yandan kitlelerin ekonomik ve sosyal sorunlarını etkili şekilde gündeme getirip, seçim sonrasına yönelik “tatlı vaatler” sunarken, diğer yandan AKP-MHP’nin dümeninde olduğu devlet mekanizması içindeki güç ve olanaklarını açığa çıkaran hamleler yapmaktadır. “Kılıçdaroğlu söyledi yaptılar” yaklaşımının oluşmasına yol açan kimi bilgilerin nerden ve nasıl sızdırıldığı tartışması, yine Sedat Peker’in içerden aldığı bilgilerle durmaksızın yaptığı ifşaat AKP-MHP blokunda ciddi sorunların, çözülmenin ve sıkışmanın işaretidir. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun gündem belirlemede rol çalıyor olması ve yön tayin eden bir görünüm kazanması, Sedat Peker’in artık Tayyip Erdoğan’ın kapısına dayanan ifşaatına rüşvet-yolsuzluk-tatlı vurgunları ifşasının eklenmesi süreci yönlendirme ve yönetmedeki “tek taraflılığı” dağıtmıştır. Egemen sınıf klikleri arasında güç dengelerini seçim yoluyla değiştirme savaşımı yaşanmaktadır.
Bu yoğun gündemler arasında, komprador-bürokrat kapitalistlerin ilk altı aylık kâr bilançoları göze batmaktadır. Halkın enflasyonla, döviz kuru ile eriyen ücretleri, günbegün düşen alım gücü karşısında tefeci-tüccar kesimin kârlarında devasa artışlar yaşanmıştır. Bankacılık sektörü yıllık bazda %500 ile %3000 arasında kâr sağlarken, finans dışı sektörlerde bu oran ortalama %200 civarındadır. Koç Holding, Migros, Sabancı Holding, Alarko, T. Şişecam, Akçansa, Aksa Enerji, BİM, Bizim Toptan, Doğuş Otomotiv, Erdemir, Ford Otosan, Tofaş Oto, Torunlar GYO vs. gibi büyük şirketlerin kâr oranları bir önceki yıla göre ortalama 3-5 kat artmıştır. Temsilcilerinin yürüttüğü “dev” kapışmaya, halkı zehirleyen, bölüp parçalayan ve sisteme bağlayan mücadeleye karşın onlar kârlarına kâr katmayı başarmaktalar! Bu partilerin kimleri temsil ettikleri, kimlerin çıkarına hareket ettikleri üstü örtülemeyecek kadar alenidir. Beşli çete, saray eşrafı, bürokrasi ve saray çevresi içinde rüşvet vs. tartışması içinde sistemin olağan sahipleri olan Türk egemen sınıfları yüz milyarlarca kârla tüm ekonomik ve siyasi sistemin gerçekliğini unutturmanın, halkı sorunların kaynağı yerine sadece belli parçalara yönlendirmenin konforunu sürmekteler. Bu sınıfların yoğun kâr oranına karşın Türkiye ekonomisinin sürgit bağımlı yapısının değişmemesi, aksine bağımlılığın yayılması ve derinleşmesi bize düşmanın tam da bu gerçekleri örtmekten başka işlevi olmayan bu partilerde somutlaştığını gösterir.
Tüm bu gerçeklik içinde Millet İttifakı verili sistemde bazı bilindik kurumları işlevli kılacak, esası değiştirmeyecek bir “değişim”den başka bir şey söylememektedir. Ancak Millet İttifakından daha ilerisini söyleyenler de var. Sorunu anayasal çözümde, “faşist şeflik rejiminin son bulmasında”, iyileştirmelerde, “saray rejiminin çanına ot tıkamakta” arayan halk içindeki bazı güçler ittifaklar oluşturarak bu beklentileri koro halinde dile getirmekteler. Ağustos ayında önce TKP, Sol Parti, TKH, Devrim Hareketi “Sosyalist Güç Birliği”ni oluşturduğunu açıkladı. Hemen arkasından ise HDP, EMEP, TİP, TÖP, EHP ve SMF, “Emek ve Özgürlük İttifakı”nı açıkladı. Sosyalist Güç Birliği sosyal-şoven yaklaşımından kaynaklı ikinci ittifakın içinde yer almamayı tercih etti. Bu ittifakların iki ortak noktası dikkat çekmektedir. Birincisi, “seçimlere endeksli olmayan, tüm kentlerde, sokaklarda ve meydanlarda, tarlalarda ve fabrikalarda, okullarda, her alanda mücadeleyi büyütme” iddiası, İkincisi ise, “AKP-MHP ittifakından kurtulmak, saray rejimine ne pahasına olursa olsun son vermek, 20 yılda yaratılan tahribatı ortadan kaldırmak, halk düşmanı bu faşist ittifaktan hesap sormak.” niyeti. Bu iki ittifakın da seçim hattına girilirken ve sonuçta o amaçla kuruldukları ortadayken “sokaklarda, meydanlarda, fabrikalarda, tarlalarda, okulda” halkın mücadelesini birleştirmek, geliştirmek ve “devrim endeksli yönelim” için kuruldukları iddiası halihazırda inandırıcı değildir. Seçimlere kilitlenmiş, AKP-MHP ittifakını sonlandırmak için CHP önderliğindeki Millet İttifakına bağlı yapılarıyla deklarasyonlarda kulağa hoş gelen “halkın mücadelesini geliştirme” gibi “doğru sloganların hurdasını kalpten öğrendiklerini” ispatlamaktadırlar. Mücadeleleri basbayağı parlamentarizmken, sorunların özü ve esasının hangi nitelikte olduğu alenen karartılırken halkın mücadelesini birleştirme iddiası reformizmin kurtuluş sayıklamalarından başka bir anlama gelmemektedir.
Komünistler hiç kuşkusuz halkın kurtuluş yoluna dair seçim aldatmacasına, yönlendirmesine ve oluşacak sahte “umutlara” prim vermeyecektir. İyileştirmeci, anayasalcı, parlamentarist yaklaşımlara ve oluşan ortaklıklara karşı halkın çıkarlarını savunan bağımsız eylemini ve mücadelesini büyütmek devrimci sorumluluktur. Komünistlerin görevi, egemen sınıflara ve onların bir bütün siyasal sistemine yönelen, halka devrimci bilinç taşıyan, onları doğru hedefle buluşturacak siyasal çizgiyi hayata geçiren, halkın mücadelesinin içinde gelişen ve ondan öğrenen devrimci kitle çizgisini korumaktır.