19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu ve çok sayıda kişinin gözaltına alınmasının ardından sokak eylemleri başladı. Aynı gün, CHP protestolar için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Saraçhane’deki binası önüne çağrı yaptı. Bu çağrı, 19 Mart’tan itibaren ülke gündemini sarsan bir sürece dönüştü. Saraçhane’de oluşan sokak eylemleri hattı, bugün en çok tartışılan konular arasında yer alıyor. Bu yazıda hem Saraçhane’deki eylemleri ele alacak hem de çok konuşulan üniversite öğrencilerinin durumunu aktaracağız.
AŞILAN BARİKAT VE DEĞİŞİM
19 Mart’ta İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin çağrısıyla toplanan binlerce genç ilk polis barikatını aştı. Bu barikatın aşılması devam eden direnişlerin ilk kıvılcımıydı. Üniversitelilerin isyanı İstanbul’un dört bir yanına yayıldı. Bu isyan gelişen sokak eylemliliklerinin de ilk adımını oluşturdu. Daha sonra ülke geneline yayılan üniversiteli öğrencilerinin isyanı -özellikle ODTÜ’lülerin eylemi- yıllardır mayalanan öfkenin patlak vermesiydi. Saraçhane eylemlilikleri 1. gününden itibaren Bozdoğan Kemeri önünde, barikatta üniversitelilerin eylemlilikleriyle devam etti. Öğrenciler Taksim Meydanı’na gitme iradesiyle polis barikatına defalarca yüklendi. Bu irade, zamanla öğrenci kitlesinde ‘Taksim’e yürüme’ bilincinin kökleşmesini sağladı. İstanbul Üniversitesi’nin barikatı aşması, Taksim’e yönelik ablukanın da dağıtılabileceği umudunu yarattı ve bu umut protestonun direniş tarafında, özellikle de üniversite öğrencileri arasında yayıldı.
Saraçhane, özellikle 25 Mart’a kadar polis saldırıları ve direnişin keskin bir şekilde karşı karşıya geldiği bir merkez haline geldi. Burada üzerinde asıl duracağımız şey bu çatışmanın ‘direniş’ boyutudur.
Genel olarak ilkin şu gerçeğin altını çizmeliyiz: Devrimcilerin ve genel olarak solun yıllara yayılan direnişi ile sokak eylemleri, üniversite gençliği için önemli birer referans noktası olsa da on binleri aşan bu eylem sürecinde öğrenciler ortak taleplerde buluşamadılar ve sözlerini bir hedefte birleştiremediler. Bozdoğan Kemeri’nde, polis barikatı önünde süren direniş devrimci eylemin referansına dayanıyordu; fakat aynı zamanda bu direnişi zaafa uğratan bir bekleyiş de söz konusuydu. Direniş Saraçhane’nin bir yanında otobüste gelişmeleri izleyen CHP’liler varken sürüyordu ve bu durum uzun süre değişmedi. Bu da gösteriyor ki sokaktaki öğrenciler, yalnızca ‘Ekrem İmamoğlu’na sahip çıkan’ bir kitle değil, çok daha geniş ve derin bir toplumsal tepkinin parçasıydı. Saraçhane’de ve yürüyüşlerde sohbet ettiğimiz öğrencilerin gündeminde ‘demokrasi’, ‘ekonomik kriz’ ve ‘geleceksizlik’ gibi kavramlarla ifade edilen çok daha derin bir öfke vardı.
ÖNDERSİZ, KENDİLİĞİNDEN BİR NEHİR
Sanal medyada, sokakta en çok konuşulan ve dikkat çeken konu “öndersizlik” durumuydu. 19 Mart’tan itibaren CHP açıklamaları ve Bozdoğan’daki direniş yan yana devam etti. Önce çeşitli öğrenci örgütlerinin kitleyi yönlendirmeye çalıştığı görüldü. Belirli üniversitelerde yoğunlaşan öğrenci örgütlerinin, geniş öğrenci kitlesini tanıyıp etkilemesi zaman aldı. Kendi üniversitelerindeki durum hakkında elimizde yeterli bilgi olmasa da sokaklardaki öğrenciler üzerinde devrimci-ilerici öğrenci hareketlerinin etkisinin güçlü olmadığı açıktı. Bu durum, farklı ideolojik yaklaşımlara sahip geniş öğrenci kitlesinin -devletin kurucu kodlarıyla yetişmiş bir gençliğin- bu kurucu kodları referans alarak “direnişe” geçmesini de açıklıyordu.
Direnişin handikapları vardı: Barikatlar aşılmalıydı; ama nasıl? Direnişe geçmek gerekiyordu; ama nasıl? Kitle hareketinin talebi ve hedefi olmalı; ama ne? Şunu unutmamak gerekiyor: On binlerce öğrenci için bu ilk sokak eylemi deneyimiydi, devlet şiddetiyle ilk tanışmaydı. Elbette bu öğrencilerin ideolojik donanımları ve maruz kaldıkları kuşatma için de ayrıca bir analiz yapılmalı. Birçok ayrıntı ve farklılık böyle bir analizin konusu olacaktır. Fakat bu yazıda biz Saraçhane’deki eylemliliklerin gidişatı ve sonucuyla yetineceğiz.
Saraçhane’de polis barikatının önüne kadar gelen kitlenin talebi Taksim’e giden yolun açılması için barikatın kaldırılmasıydı. Bu ilk günlerdeki ortak talepti. Öğrencilerin barikata yüklendiği her anda polis yoğun biber gazıyla saldırdı. Polise karşı kitle her şekilde direndi. Su şişeleri, maytap, meşale vs. Bu, sokağa taşan öfkenin, geleceklerine barikat çekilen gençliğin tepkisiydi. 2. gününden itibaren öğrenci kitlesinin sayısı arttı. Saraçhane CHP için miting, öğrenciler için ise öfke ve direniş alanıydı. Bu defa kitle polis saldırısına karşı daha donanımlıydı. Ancak gençlerin saldırılara karşı savunma becerisi, büyük ölçüde dünyadaki direniş eylemlerinden -özellikle Hong Kong öğrenci eylemleri ve Gezi İsyanı’ndan- gözlemledikleri savunma tekniklerine dayanıyordu. Teknik becerilerini geliştirseler de öğrenciler, barikatı aşma, hedeflerini netleştirme ve taleplerini ortak bir sesle haykırma konusunda birleşemediler. Öte yandan, biber gazının etkisine karşı alanda ‘revirler’ kurarak dayanışma gösterdiler; hemen herkes biber gazına karşı bireysel önlemler aldı. Ancak polis saldırısının yoğunluğu direnişi zorlaştırdı Özellikle miting tarafının sonlanmasının ardından polis, kitleye çok şiddetli saldırılar düzenledi. Öğrenciler işkence gördü, yakın mesafeden kapsüllerle üzerlerine biber gazı sıkıldı, yerlerde tekmelendiler. Fütursuz polis şiddetini bu “masum” ve esasen hazırlıksız gençler en çıplak şekilde yaşadılar.
POLİTİK BİLİNCİN HASSASİYETİ
Öğrencilerin ortaklaştığı sorunlar dünden bugüne artan bilindik sorunlardı. Fakat ideolojik bütünleşmede ve sorunların kaynağını tahlil etmede yetersiz kalındı; bu da direnişin zeminini ve biçimini belirledi.
“Milliyetçilik” direnişe rengini veren temel dinamik oldu. Sloganlar özellikle Kürt Ulusal Hareketine karşıt bir zemine kaydı. “2. Çözüm Süreci” de milliyetçiliğin köpürtülmesi için bir gerekçe oldu. “Sağ-sol fark etmeden alanlarda buluşalım”, “gün birleşme günüdür”, “vatan elden gidiyor” ajitasyonu öğrencilerin gerçek taleplerini öteledi. Devletin ilk gözaltıları da öğrenci örgütlerini hedefleyince alan faşizmin kurucu kodlarının hâkimiyetine girildi. Polise karşı direniş pasifleşti. Direniş engellenmeye çalışıldı. Bunu sahada en çok propaganda eden grup Zafer Partililerdi.
Saraçhane dışında üniversite gençliği yığınlar halinde ve coşkulu bir şekilde sokaklarda ve meydanlardaydı. Bu gençliğe dair “lümpen”, “faşist”, “adrenalin bağımlısı” vb. gibi birçok tanım yapıldı, yapılmaya devam ediyor. Fakat şunu görmek gerekiyor, çoğu genç öfkenin yaratmış olduğu enerjiyle adeta bir sel gibi hareket ediyordu; Neyi yıkacağını bilmeyen ama yıkan, neyi süpürüp geçeceğini bilmeyen ama süpüren bir yığın seli. Bu Saraçhane’deki öğrenci gençliğin temel özelliğiydi ve örgütsüzlüğün doğal yansımasıydı.
“İBOCULAR GELİYOR” VE YARATTIĞI ETKİ
Saraçhane’yi anlatırken bir de “İbocular Geliyor” cümlesiyle özellikle sanal medyada yankılanan sesi de anlatmamız gerekiyor. Partizan’ın eylemlere katılım çağrısı yapmasının ardından alandaki hareketliliği farklı bir etki yarattı. Partizan, flamalarıyla alana girmesinin ardından hem alanda hem sanal medyada coşkuyla karşılandı. Özellikle “direnişin öğretisi” ve “direngenliğin sembolü” olarak alanda var olan “İbolu flamalar” kitleye cesaret verdi. İdeolojik olarak çarpışan, aynı yerde olmadığını düşünen kitlenin İbocuları alanda sahiplenmesi bu ideolojik çarpışmaların ne kadar kaygan olduğunu da gösteriyor. Kitlelerin politik düzeyi tartışmalı olsa da kitlenin içerisinde olmanın ve onu değiştirmek için doğru araçları kullanmanın önemini bir kez daha görmüş olduk. Haberlere de konu olan ve çokça paylaşılan “havai fişek” günü ise kitleyi bir başka etkiledi. “Direniş sembolü” olarak tanınmanın gücü tam da burada ortaya çıktı. Alanda polisin yoğun gaz saldırısı sürerken, barikatın önündeki kitle bu saldırıyla yavaş yavaş geri çekilirken “İbocular geliyor” sesleri duyuldu. O anda kitlede ciddi bir coşku oluştu. “Barikatı aşın”, “bizi Taksim’e götürün” sesleri daha bir yükselir oldu. Devrimcilerin varlığı ve onlara duyulan özlem Saraçhane’de bir kez daha görüldü.
YÜZ BİNLERİN İÇİNDEKİ ÖFKE
Saraçhane eylemlilikleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) kayyım atanması riskinin şimdilik sonlanmasıyla CHP tarafından bitirildi. Buradaki eylemlilik CHP’yi aşmış olmakla birlikte yukarıda değindiğimiz sınırlılıkları taşıyordu. Bitirme kararının sonuç vermesi bu nedenle anlaşılmaz değildir. Devletin her türden saldırı aracının da buna katkı verdiğini söylemeliyiz.
Üniversite öğrencilerinin dışında Saraçhane önüne akın eden yüz binlerce kişi vardı. 7 gün boyunca “mesele Ekrem değil” söylemlerinin de elbet bir karşılığı var. Alana gelen her yaştan ve sınıftan kesimde biriken öfkeyi görmemek mümkün değil; bunu inkâr etmek olsa olsa bir politik tercih olur. Zaten CHP, tüm seçim sürecinde kitlede biriken bu öfkeyi bir şekilde sandığa kanalize etme çabasında oldu. CHP, sokağa çıkmak isteyen, taleplerini haykırmak isteyen kitlenin önünde set oldu. CHP ve Özgür Özel dar alanlara çağrı yaparak yüksek “tansiyonlu” konuşarak kitlenin öfkesini sindirmeye çalışmaktadır. Geniş kitleleri alanlara davet ederken onların taleplerini dar politikalara, çözümsüz hedeflere sıkıştırmaktadır. CHP’nin popülerleşmesi ve “muhalif çekim merkezi” haline gelmesinin nedeni de kitlenin öfkesine söylemlerle karşılık vermesidir. Fakat Saraçhane’de yükselen sesler CHP muhalefetinin ötesindedir. Geniş kitlelerde -özellikle gençlikte- CHP’nin de bir “çözüm odağı” olmadığı açıktır. Akın akın gelen kitlede “Erdoğan karşıtlığı” ve “yoksullaşmanın” öfkesi büyük. Bu öfkenin Saraçhane’de Ekrem İmamoğlu ile meydana çıkması şaşırtıcı değildir. Erdoğan’a alternatif olarak gösterilen İmamoğlu geniş kitlelerin “değişime” dair umudunu geliştirdi. Bu umut sistemin “iyileşeceği”, “düzeleceği” hayalini gerçekleştirebilir miydi? Geniş kitlelerden buna dair net ifade duymadık, aksine belirgin bir muamma söz konusu. Sistemin çürümüş, ölüm saçan ve köleliğe mahkûm eden yapısı isyanların yatağı olmaya devam etmektedir. Önderliksiz isyanlar ise sistem partilerinin, hatta faşist hareketlerin (çünkü bunlar egemen güçlerin parti ve hareketleridir.) çemberinde erimektedir. Eylemlerin pasif kılınması ve kitledeki büyük öfkenin sindirilmesi girişimleri Maltepe gibi yalıtık alanlar, miting çağrılarıyla “gösteriye” dönüştürülmek isteniyor. İsyana gebe üniversite gençliği “mitinge değil eyleme geldik” sloganlarıyla tam da buna karşı çıkıyor. Bu karşı çıkış olumludur, bu olumluluk güçlü bir devrimci yön içermektedir.
SARAÇHANE’DEN ÇIKIŞ: ŞİMDİ NE OLACAK?
Saraçhane’den ilk kopuş Beşiktaş Meydanı’ndaki öğrenci buluşması oldu. Saraçhane’deki polis şiddeti ve dayatılan pasif savunma öğrencilerin öfkesini dışarıya taşımayı sağladı. 24 Mart’ta on binlerce öğrenci belki de öğrenci hareketinin uzun zamandır görmediği bir kalabalıkla Beşiktaş Meydanı’na geldi. 23 Mart’ta yaşanan polis şiddeti ve işkencesi öğrencilerin polis ile arasındaki bağı değiştirdi. “Bizim polisimiz” söylemleri kitlede çatırdamalara yol açtı. Bu elbette toptan bir kopuş değil. Öğrenci kitlesindeki devlet, polis algısı değişime uğradı; bu değişim birçok soruyu beraberinde getirdi. “Şiddetsiz eyleme şiddetli saldırı” öğrencilerin eylem biçimlerine, yöntemlerine dair sorularını artırdı. Fişlenmeye karşı önlem alan öğrenciler, saldırılara karşı direnişte yönsüz kaldılar. Beşiktaş’taki yürüyüş boyunca öğrenciler ile polis arasında atışmalar sürdü. 23 Mart’ta yoğun gaz sıkan, öğrencilere şiddet uygulayan ve yerlerde tekmeleyen polisler 24 Mart’ta “uysal, kibar ve nazik”ti. Öğrencilerin yürüyüş talepleri dinlendi ancak rotayı polis belirledi, Taksim sloganları artarken Taksim’e yönelen her adım “diyalog” adı altında engellendi. Beşiktaş’tan yola çıkan on binler yönünü nereye çevireceğini bilemeden uzun bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “yine Saraçhane’ye mi gidiyoruz”, “Saraçhane’ye niye gidiyoruz”, “nereye yürüyoruz” hezeyanlarıyla duruma tepki gösteriyordu. Kitlenin önünde “bizim polisimiz” diyerek kitleyi yönlendiren grup on binlerin sesi olmadı, sokaktaki cehalete yenildi. Yönünü Taksim’e çeviren kitlede Taksim’in anlamı ve ifadesi zayıftı. “Neden Taksim’e gitmeliyiz?” sorusu “Taksim’in bir geçmişi var, Gezi’den bir geçmişi var” cevaplarıyla karşılık buluyordu. Yine on binlerin yönsüz akını, ortaklaşmayan talepler, hedefsiz yürüyüşler bir dizi soru işaretlerine yol açtı. Kitleler sokağa çıkmaya, sesini duyurmaya ihtiyaç duyuyor. Fakat bu ses karmaşık, dar ve yetersizdi. On binler Taksim’e ulaşsa dahi talepsizlik ve yönsüzlük Taksim’i de manasızlaştıracaktı. Gezi İsyanı öğrenciler için çok güçlü bir deneyim ve referans içeriyor. Fakat Gezi’deki taleplerin netliğini maalesef öğrenci eylemliliklerinde göremiyoruz. Milliyetçilikle soslanmış sloganlar sanal medyada ve sokakta belirsizlik yaratıyor. Cinsiyetçi küfürler, zayıf sloganlar, yönsüz yürüyüşler elbette devletin onaylayacağı bir durum. Fakat tüm yürüyüşlerde şunu da gördük ki günün sonunda polis yoğun şiddetiyle yüzlerce öğrenciye işkence uyguladı.
Beşiktaş Meydanı’nda başlayan yürüyüş Saraçhane’de son buldu. Ayrı olarak Galata Köprüsü’nde oturma eylemi yapan bir gençlik kitlesi de vardı. Bu kitle Saraçhane’deki polis şiddetine karşı bulunduğu yeri eylem alanı yapmak istedi. Günün sonunda polis yine şiddet uyguladı ve durum değişmedi.
Öğrencilerin 24 Mart Beşiktaş çıkışını 25 Mart’ta Maçka çıkış izledi. Polis işkencesi, ev baskınları ve tutuklamalar öğrencilerin isyanını kıramadı. Maçka’da on binlerce genç tekrardan buluştu. 25 Mart’ın hedefi kayyım atanan Şişli Belediyesi’ydi. Maçka Demokrasi Parkı’nda bir araya gelen üniversiteliler belediyeye doğru bir yürüyüş başlattı. 25 Mart buluşması hedefi en net olan buluşmalardan biriydi. Belediyeye atanan kayyıma karşı yapılan bu yürüyüş devletin kayyım saldırılarına karşı bir yanıttı. Fakat yürüyüş boyunca yine geniş kitlelerde bu bilinç zayıftı. Belediye hedefi, atılan sloganlarla uyuşmuyordu. Öğrencilerin sokak özlemi, isyan etme arzusu öyle güçlüydü ki on binler kilometrelerce İstanbul’da yürüyüp sloganlar atmak istiyordu. Halkın öğrencilere olan desteği de epey fazlaydı. Bu desteğe öğrenciler sloganlarla yanıt verdi ve herkes sokağa davet edildi. Yürüyüşün belediye hedefi ve halkla buluşması sokağı büyüttü. Mahalle aralarından çok sayıda kişi öğrencilerle birlikte yürüyüşe katıldı. Şişli Belediyesi önünü yoğun ablukaya alan polis, eylemin sonlandırılması için uzun süre diretti. Polis, “Diktatör Erdoğan” sloganı yasaklı denilerek saldırı tehdidinde bulundu. Bir sahne üzerinden üniversite temsilcileri taleplerini ve sorunları dile getirmek istedi. Fakat yukarıda da defalarca vurgu yaptığımız gibi talepler ortaklaşmayınca üniversite temsilcilerinin sesi de alanda pek duyulmadı. Öğrencilerin 25 Mart yürüyüşü de böylelikle sonlandı.
SOKAK ÖĞRETİYOR, YÖN GÖSTERİYOR
Son olarak, sokağın öğretici gücüne değinmekte fayda var. On binlerce öğrenci ilk defa sokağa çıktı. Polis şiddetiyle yüzleşti. Hak mücadelelerin nasıl engellendiğine şahit oldu. Sokaklara akın eden on binlerce genç bu deneyimlerle yönünü bulacaktır. Bu elbette devrimcilerin yol açması, kitlelerle buluşması ve onlarla büyümesiyle olacaktır. Bugün sloganlar, söylemler geri ve yetersiz olabilir. Fakat kitlelerle buluşan her devrimci önderlik büyümeye, geliştirmeye ve yönlendirmeyi sağlayacaktır. Öğrenci eylemlilikleri sadece İstanbul’da değil, Ankara, İzmir, Eskişehir ve birçok şehir devam etmektedir. Kitlelerle buluşmak onları anlamanın bir yoludur. Devlet, öğrenci gençliği baskılamak için uydurma gerekçelerle, dayanaksız iddialarla yaygın bir tutuklama gerçekleştiriyor. Bu yöntem “burjuva demokrasisi”nin alamet-i farikası olan ifade özgürlüğünün ne derecede sınıfsal bir mesele olduğunu ve bizimki gibi ülkelerde genellikle, hatta neredeyse daima engellenen bir hak olduğunu bir kez daha göstermektedir. İsyan eden halkın ifade özgürlüğü bugün tüm dünyada saldırı altındadır. Filistin’deki kıyıma karşı mücadelenin karşılaştığı saldırı bu gerçekliğin altını tam olarak çizmiştir. Biliyoruz ki her yerde ve bugün ülkemizde de büyüyen ve yön bulmak için çabalayan gençlik önüne çıkan barikatları aşmak için denemeye devam edecektir. Bu onun yasasıdır.