Mao Zedung, Teori ve Pratik eserinde Lenin’in şu sözlerine yer verir: “Bir şeyi bilmek için bütün yanlarını ve ara bağlantılarını iyice kavramamız, incelememiz gerekir. Bunu tam olarak başaramayacaksak da, çok yanlılık, yanılgılara ve katılığa karşı en iyi güvencedir.”
Bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı imzaladı. Bununla da kalmayıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adına “iklim değişikliği” kelimelerini de ekleyerek “doğa sevgisi”ni kanıtlama telaşına girdi. Yaşanılan bu gelişmeleri, yazımızın başında belirttiğimiz Lenin’in perspektifinden anlamak bizleri doğru sonuçlara yaklaştıracaktır. Öncelikle Paris İklim Anlaşması’nın yaratıcılarından söz etmek gerekir. 197 ülkenin imzacısı olduğu anlaşma, Paris’te Birleşmiş Milletler Konferansı’nda ortaya çıkmıştır. İmzalanan anlaşmanın baş rollerinde emperyalist devletlerin yer alması gözden kaçmamalıdır. Esasında anlaşmayı, kapitalizmin “doğa için mücadele ediyoruz” safsatasının imzalı kağıda dökülmüş hâli olarak da görebiliriz. Bugün doğanın baş düşmanları, kapitalist egemenler, doğaya karşı işledikleri büyük suçların farkındadır. Bundan dolayı bu suçlara karşı mücadeleyi de ellerinde tutmak, doğa savunucusu maskelerini yüzlerine geçirmektedirler. Kendi kendini kemiriyormuş gibi yapmak, işçi sınıfının ve devrimci mücadelenin oklarından çok daha az tehlike barındırır. Bugün bir ağacın yaprağına dahi kâr amacıyla yaklaşan, doğayı talan eden sömürgeci zihniyet, Paris’te doğayı savunan bir anlaşmanın masasına oturması; bu birinci çelişkidir. Toprağın üstündeki ağacın üzerine beton döken, toprağın altını oyan, nehirleri bataklığa çeviren ve dağları dinamitleriyle yerle bir eden kapitalizm; ekolojinin baş düşmanı, iklim değişikliğinin yaratıcısıdır. Paris İklim Anlaşması özünde kapitalizmin doğayı talanına karşı geliştirdiği bir maske işlevi görmektedir.
2015 yılında imzalanan anlaşmaya 2021 yılında dahil olan Türkiye’nin anlaşmadan güttüğü amaç nedir?
Anlaşma, sömürüyü maskelemek dışında ekonomik boyutları da barındırmaktadır. Birçok haber kaynağında, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nın hükümlerini uygulaması halinde 3,1 milyar kredi verileceği yer almaktadır. Bahsi geçmeyen bu bilgi, Türkiye’nin ‘doğa sevgisi’nin esas sebebi olarak görülebilir. Halkı yoksulluğa mahkûm ederek halk dilinde ‘Beşli Çete’ olarak ün kazanmış çeteyi ve bir avuç asalağı zenginleştiren iktidarın yönetememe krizinde, dünya borsasında sicili bozuk Türkiye’nin 3,1 milyarlık kredi karşısında heyecanını anlamak gerekir. Ormanlarını ve dağlarını maden sahası adı altında kapitalist sömürüye açan iktidarın doğaya karşı bir sorumluluk duyabileceğini düşünmek; bu ikinci çelişkidir.
Sonuç olarak baktığımızda, iklim krizi yadsınamaz bir gerçektir. İklim krizini yaratan olgular ise çelişkilerle doludur. Biz biliyoruz ki, iklim krizinin esas sebebi, kapitalizmin doğadan azami şekilde kâr sağlama hırsı ve doğaya kendine hizmet etmesi için uyguladığı baskıdır. Kapitalizm, doğayı üretim olarak görür. Doğa üretkendir ancak doğa satılacak bir ürün değildir. Kapitalizmin üçüncü çelişkisine de doğayı “benim” olarak varsayma yanılgısını gösterebiliriz. Doğa, kapitalizmin elinde can çekişmektedir. Paris İklim Anlaşması ise o ellerin imzasını taşımaktadır. Kapitalizmin doğa savunuculuğuna karşı işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin indiremeyeceği maske, bozamayacağı düzen yoktur. O halde kapitalist-çıkarcı anlaşmada değil doğanın yasalarında ısrarcı olunmalı; doğanın emek sömürüsünün bir parçası olduğu unutulmadan mücadele edilmelidir. Düşman talancı, yıkıcı emperyalist-kapitalist düzen, dostlar ise işçiler, emekçiler ve ezilenlerdir.