[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Türkiye’nin siyasi fotoğrafını çekmek isteyenler objektiflerini bugünlerde “Fatih Terim Fonu”na yöneltmekteler. Günlerdir tartışılan olay basit bir dolandırıcılık hikâyesinden fazlasını anlatıyor. Sadece o da değil, Engin-Dilan Polat çifti ve sanal medya fenomenlerine uzanan “kara para aklama” hadisesi, futbol kulüplerinin adının karıştığı şike iddiaları, yargıda rüşvet ağı tepeden tırnağa çürümüş sisteme ayna tutuyor. Kuşkusuz toplumsal sistemin çürüdüğü bir yerde toplumsal çürüme de kaçınılmazdır. Dikkat çekelim ki toplumsal çürüme ekonomik ve siyasi krizin derinleştiği günümüz koşullarında daha ağır sonuçlar doğurabiliyor. Milyon dolarların bu kadar rahat telaffuz edilebilmesi kuşkusuz olağanlaşmış bir işleyişi yani mevcut sistemin yol verdiği, sadece o da değil, doğrudan ondan beslendiği bir ilişkiyi işaret etmektedir. Bu ilişki mevcut sistemin yarattığı ve ondan beslendiği enkazı tarif etmektedir. Hikâyeyi başa sarmakta fayda var!
Türkiye ekonomisine dair tartışmaların belli başlıklara sıkışması garipsenmiyor. Ekonomik yapı sürekli enflasyona gebe. Çünkü enflasyon bir kaynak transferi aracı. İktidar sözcülüğüne soyunan Merkez Bankası başkanı enflasyona sebep olarak talep fazlasını işaret edebiliyor; akabinde ücretlerin baskılanması, iç talebin kısılması önerilerini sıralıyor. Enflasyon zaten dolaysız bir şekilde alım gücünü düşürerek yoksulluğu daha geniş kesimlere taşıyor. Ücretlerin baskılanması alım gücünün daha da düşmesinden, yoksulluğun derinleşmesinden başka bir anlama gelmiyor. Gündemden düşmeyen döviz ihtiyacı da Türkiye ekonomisinin diğer bir kronik sorunu; çünkü bağımlı bir ekonomi söz konusu.
Türkiye ekonomisinin bağımlı karakterine sıklıkla vurgu yapıyoruz. Türkiye ekonomisi yabancı sermayeye muhtaç, dahası mecburdur. Mehmet Şimşek’i “gezgin” yapan da bu ilişkidir. Siyasal iktidarların ekonomiye dair temel paradigmalarının ülkeye yabancı sermaye çekmek olması tesadüf değildir.
Bu eğilim ekonomik yapının temel karakterinin farkında olmaktan ileri gelir. İktidara aday olanların ya da iktidar olanların bu ilişkiyi sürdürme kararlılığı aynı zamanda, bu karakterde içerili olan krizin süreğenliğini yönetme kapasitesine sahip olma iddiasını da taşımaktadır.
Mehmet Şimşek göreve geldiğinden beri seyahat etmekte. Para aradığı herkesin malumu. Hatırlanacaktır yaz aylarında alay-ı vala ile Körfez ülkelerine çıkarma yapılmış ardından 50 milyar dolar müjdesi ile dönülmüştü. Tabiri caiz ise aylardır “Godot’yu Beklerken”- deki gibi Körfez’den gelecek milyar dolarları bekliyor siyasal iktidar. Gerçi gelmeyeceğini bildiğinden olsa gerek “finans merkezlerine yolculuk”larına devam ediyor Şimşek! Bir edebiyat eserinden diğerine sıçrıyorlar!
Türkiye’nin son yıllarda kara para aklama merkezine döndüğü bir gerçek. Kuşkusuz bu geçmişte de böyleydi fakat AKP döneminde özellikle son yıllarda bu olağanlaştı. “Vergi Barışı” adı altında kara paranın aklanmasına devlet doğrudan yasal güvence sağladı. Bu yasal güvencenin sağlanması hem para akışını hızlandırdı hem de bu parayı temsil eden alanları yaygınlaştırdı, dahası teknolojinin de katkısıyla “sektörü” çeşitlendirdi. Devletin kazandırdığı yasal güvence sadece kara paraya resmiyet kazandırmadı. Devlet yabancı uyruklu uyuşturucu baronlarına vatandaşlık verip sektörlerindeki hizmetleri kusursuzca yerine getirmelerine de kolaylık sağlamaktan geri durmadı. Yani organizasyonun başında doğrudan rol almakta bir sakınca görmedi. İleride dikkat çekeceğiz, zamanın ruhunu yansıtan bir karakteri-akla Soylu gelmiş olmalı!- bu organizasyonun başına atadı.
Son haftalara damgasını vuran mafya hesaplaşmaları, yargıda rüşvet ağı, ülkenin uyuşturucu trafiğinin merkezine dönüştüğü tespitleri, kara para aklama yöntemleri, fenomenler ve son olarak “Fatih Terim Fonu” gibi haberler “Türkiye Yüzyılı”nın olağan hadiselerine dönüşmüş durumda.
Kara paranın Türkiye ekonomisinde küçümsenmeyecek bir paya sahip olduğu göz önünde bulundurulursa bu hadiselerin olağanlaşmasının sırrı da anlaşılacaktır. Bu alanların yarattığı ekonomik büyüklük Türkiye ekonomisi için adeta soluk borusu işlevi görmektedir. Bu paranın ekonomiye kazandırılması için AKP döneminde önemli adımlar atıldı. AKP döneminde önce “Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun” çıkarıldı. Ama bu kanunun ömrü uzun olmadı. Kolay ve ucuz para koşullarının ortadan kalkması ile birlikte sıcak para arayışları hız kazandı. Bu bağlamda ilk “Varlık Barışı” düzenlemesi hayata geçirildi. Takvimler 2008’i gösteriyordu. 2008 küresel krizi hatırlanırsa ilgili düzenlemenin bu dönemde hayata geçirilmesinin hasbelkader bir seçim olmadığı anlaşılacaktır. Kolay para/kredi koşullarının kalmadığı bir dönemde siyasal iktidar her türlü paraya yasal güvence verip yüzde 2 vergi kesintisi ile döviz ihtiyacının bir kısmını bu şekilde karşılamayı tercih etmiştir. Bu yönteme bir anlamda süreklilik kazandıran adımları 2013, 2016 ve 2023’te atarak kara parayı dolaysız bir şekilde ekonominin bileşeni haline getirip sektöre devlet güvencesi sağlamıştır. Yani suç teşvik edilmiştir!
2008’deki düzenleme ile 39 milyar dolar, 2016’da ise 37 milyar dolar, ekonomiye dahil edilerek yasal güvenceye kavuştu. Devlet eliyle kirli para aklandı. 2016’da ise durum farklılaşacak yüzde 2 vergi kesintisinden vazgeçilerek “sıfır vergi” mottosu ile kara paraya çağrı yapılacaktı. Dahası bu tarihten sonra kaç milyar doların sisteme dahil edildiği meçhul kalacaktı. Aynı yıl Soylu’nun bakanlık koltuğuna oturduğu hatırlanmalıdır. “Dönem kendi karakterini yaratır” sözü doğrulanmış oldu. Soylu’nun bakanlık koltuğuna oturması sektörün palazlanmasında önemli bir adım olarak not düşülmelidir ki fotoğraf albümü Soylu’nun performansına dair önemli veri sunmaktadır. Türkiye ekonomisinin bağımlı, yabancı sermayeye mecbur ve muhtaç karakteri paranın her türlüsünü “Mevlâna Tekkesi”ne çağırır gibi ülkeye çağırdı, çekti. Türkiye ekonomisinde kayıt dışı paranın GSMH içindeki payı yaklaşık yüzde 32 olarak ifade ediliyor. 2022 dönemini inceleyen Ozan Gündoğdu, Birgün’deki köşesinde “2022’de Ödemeler Dengesi’nde kaynağı tespit edilemeyen para girişinin takip edildiği ‘net hata noksan’ kalemi 25,5 milyar dolarla tüm zamanların en yüksek fazlasını verdi. Karşılaştırma için 1986’dan 2021’e kadar geçen 35 yılda Net Hata Noksan kalemindeki toplam fazla”nın 30,5 milyar dolar olduğunu hatırlatarak konuya dikkat çekti.
Bu ekonomik büyüklük siyasal iktidarın ilgili alanlara neden destur verdiğini de gösteriyor. Bugünkü tablo yani uyuşturucu baronlarının cirit atması, mafya hesaplaşmaları, ülkenin uyuşturucu trafiğinin üssü haline gelmesi, ülkenin kara paranın toplanma ve aklanıp temize çıkma merkezine dönmesi gibi hadiseler ekonomik yapı ile dolaysız ilişkilidir. Soylu’nun hakkını vermek gerekir. Görevini yerine getirmiştir!
Rıza Sarraf, Sezgin Baran Korkmaz, Faruk Fatih Özer, fenomenler, Seçil Erzan vd. karakterler kişi olarak birer tesadüf sayılabilir fakat kişilerden bağımsız olarak olgunun kendisi toplumsal sistemin yapısında içerili olan sorunların yani onun bağımlı karakterinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Kara para ayrıca ekonomik büyüklük kazandıran tüm diğer sektörleri de ülkede yaygınlaştırdı. Elbette bu sektörlerin hepsi vardı fakat yasal güvencenin oluşturulması ile birlikte adeta tüm bu sektörler uluslararası nitelik kazandı. “Suç” devlet eliyle olağanlaştırıldı. Siyasal iktidarların halka vaat ettiği tek şey yoksulluktur. Geniş yoksul kesimler bu cendereden kurtulmak için ya da daha basit düşünerek iki yakasını bir araya getirebilmek için kısa yoldan rahata çıkmanın türlü yollarına başvurmaktadır. Yani milyon dolarların bu kadar rahat bir şekilde telaffuz edildiği, el çantalarında taşındığı ya da sanal medya fenomenlerinde olduğu gibi sanal medya hesaplarında gösteriş malzemesine döndüğü koşullarda asgari ücrete “mantık” gereği “bir defa zam yapılacağı” ayarları verilmekte bir sakınca görülmüyor.
Polat çiftinin yaptıkları açıklama müesses nizama dair çok önemli bir gerçeği ifşa etmişti. “Bugüne kadar ülkemizde buna benzer olaylarda yaşanmış tüm soruşturmalara göz atıldığında yargılama sonucunda dağın fare doğurması gibidir.” Aklanma beklentisi büyük! Yapmadıkları için değil, bürokrasi ile ilişkili oldukları için, rantı bu alanla paylaştıkları için, “Adalet Mülkün Temelidir” mottosundaki mülk/devlet tarafından yaptıklarının aklanacağını bildikleri için bu sözleri ifade etmekteler.
Fatih Terim’in adının karıştığı fon olayına da bakılabilir. “İmparator” adına kurulan fonla milyon dolarlar toplanmış ama açılan soruşturmada -ki soruşturma için aylarca beklenmiştir- “imparator”dan bahsedilmemiştir. İlginçtir kendisi de dolandırıldığından söz etmektedir. O da mağdurdur! Dahası koca “imparator”un şanı basit, geniş kesimlerce de aptalca, bir dolandırıcılık hikâyesine malzeme edilmiştir. Dosyada Terim’in adının geçmemesinin nedeni onun sistemin sahalardaki güçlü “yüzü” olması; futbol endüstrisinde rant paylaşımının önemli bir figürü olmasından ileri geliyor. Tam da bu nedenle Terim’in, adına kurulu bir fondan haberdar olmamasının zor olduğunu, vurgunda önemli bir pozisyonda olduğunu iddia edebiliriz.
Karşımızdaki tablo bir enkazı resmetmektedir. Bu tablonun fırça darbeleri de mevcut sistem tarafından vurulmaktadır. Şatafatı, kısa yoldan köşe dönme arayışlarını anlatan, özendiren her bir fırça darbesi, geniş kesimleri içine çeken yoksulluk belasını örtmeyi amaçlamakta ya da “siz de o cendereden çıkabilirsiniz” masalına yaslanmaktadır. O masalın işaret ettiği yol foseptik çukura çıkmaktadır. Orta yerde tüm kokuşmuşluğu ile devlet durmaktadır. Onu ayakta tutan kolonlar bu çukurdan beslenmektedir. Bu düzenin yarattığı tüm figürler o çukurda yoksulluğumuza sırıtmakta, beslendikleri düzeni her fırsatta övmektedirler!