Levant (Doğu Akdeniz) coğrafyasının sömürü altında kaldığı binlerce yıllık tarihindeki sömürgecilik karşısında kendi kurtuluşu ile birlikte özgürlüğü ve barışı inşa etme hayalini kuran bu coğrafya halklarının mücadelesi, son yüzyılda emperyalizmin ileri karakolu olan Siyonist işgal rejiminin varlığıyla pekişmiş ve direniş etrafında birleşmiştir.
Bu mücadelenin son 30 yılının en önemli siyasî figürlerinden biri olan Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın istisnai lideri ve bu direnişin önderi Hasan Nasrallah’ın cenazesine doğru yola çıkıyoruz. Nasrallah, yalnızca bir örgüt lideri değil, o aynı zamanda bir direnişçi, bir ulema, milyonların lideri ve bir bilgeydi. Yıllar boyunca onun sesi milyonların kalbine kazınmış, iradesi mücadelenin öncü ve istisnai bir sembolü haline gelmişti.
Hasan Nasrallah’ın ölümü ardından Levant coğrafyasının bambaşka bir şekil aldığı bu günlerde, işgal rejiminin Filistin halkının hareketini kısıtladığı sınırların yanı sıra Ürdün-Suriye ve Suriye-Lübnan sınırlarının kısıtlamaları neticesinde cenazeye Levant bölgesinden katılım zorlaşmıştı. Buna rağmen başta Siyonist düşman olmak üzere birçok tarafın saldırı ihtimaline ve tüm tehditlerine inat milyonlarca insan törene doğru yola çıkmıştı. Dünyanın dört bir yanından yolculuk ederek cenazeye gelenler için ise tören buluştukları havaalanında başlıyordu. Kefiyeleriyle ve ellerinde Nasrallah posterleriyle gelen herkesin bakışında ve duruşunda Nasrallah’ın tarihsel görevinin bir parçasını içlerinde taşıdıkları hissediliyordu.
Beyrut’ta sabahın erken saatlerinden itibaren tüm yaşam ayrıntıları durmuş; arabalar seyir halinde değil, dükkanlar kapalıydı. Başkent Beyrut sadece cenaze töreniyle birlikte var oluyor, tüm caddeler tören için yürüyen insanlarla dolup taşıyordu. Yürürken bir yanda iç savaş zamanından kalan ve ibret olsun diye onarılmamış binaların üzerindeki kurşun izlerini görüyor, bir yanda Siyonist rejiminin ABD emperyalizmin bombalarıyla yerle bir ettiği binalardan kalan tozları soluyor, ardında bıraktığı yeraltı çukurlarını görüyoruz.
Gözlerimiz zaman zaman binalara zaman zaman gözleri yaşlı kadınlara, gençlere, yaşlılara ve erkeklere takılıyor. Kalabalıklar yıllardır dingin, oturaklı, bilge ve Filistin’le ilkeli dayanışma ve direnişin sesini taşımış olan beden ile vedalaşmak için bir arada. Birbirinin gözlerine bakarken aynı hüznü ve hüznün yanı sıra burukluğu ama bir o kadar da gurur ve keskin bir iradeyi taşıyor herkes. Nasrallah‘ın cenazesinde bulunmanın ve onun mücadelesi ile aynı tarihsel anda kesişmenin gururunu taşıyor insanlar.
Başta Hizbullah’ın sarı flamaları olmak üzere, siyah ve kırmızı flamaların da olduğu, aynı zamanda Emel Hareketi, Hamas, İslami Cihat, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Fetih, Suriye Toplumsal Milliyetçi Parti dahil olmak üzere birçok partinin ve tüm bu partilerin askerî kanatlarının flamaları sakince yürüyen ve siyah renklere bürünmüş kitlelerin üstünde dalgalanıyordu. Törende milyonların ortak bir duygusu vardı, ne olursa olsun bu yolda olacağız, ne olursa olsun direnmeye devam edeceğiz ve ne olursa olsun bu yoldan vazgeçmeyeceğiz.
Törene en yoğun katılımı sağlayan kadınlardı. Büründükleri ciddiyet, taşıdıkları irade, sorumluluk ve duydukları kaybın derin hüznünü en çok hissettiren kadınlardı. Kadınlar “Bu yolun sahibi biziz” diyor ve haykırışlarıyla, bakışlarıyla ve duruşlarıyla kitlelerin en gerçek ve saf iradesini taşıyordu.
Milyonlarca insan alanda ve bir arada. Bir tarafıyla yoğun bir irade bir tarafıyla ağır bir hüzün ve gözyaşı var. Şehit yakınları o ortak yas ve matemin taşıyıcıları. Alanda yaralılar ve yaralıların yakınları da var. Haberleşme cihazları ile düşmanın düzenlediği alçak saldırıda yaralanan militanlar, sargılar içindeki elleri ve kapalı yüzleriyle alanda. Bir yanda ise alanda umut var. Nasrallah’ın öldüğüne ve sesinin sonsuzluğa uğradığına inanmayan; kendisi ve hutbesiyle karşılaşacağı inancıyla gelen binlerin umudu…
Nasrallah’ın en çok sevdiği “Hayhat minna ezzilla” (Asla boyun eğmeyeceğiz) sloganının sıkça haykırıldığı ve “Emanetinin Yolundayız” şiarı ile yürünen yolda, kalabalık kitlelerin katıldığı törende milyonlar bir amaç için toplanmıştı. Amaç direniş bayrağını elinden hiç düşürmeyen ve hayatını hem kendi toprağı hem Filistin’i korumak için feda eden o bilge önder ile vedalaşmak ve onun yolunun devam edeceğini hem düşmana hem dünyaya söylemek ve göstermekti. Yolları aşarak ve savrulan tehditleri göze alarak gelen, ucunda bir ölümün gelebileceğini bilen bu milyonlar gücünü bu mücadele yolunda uğurlanan ve sözünden bir adım geri atmayan, hep gerçeği söyleyen liderin gücünden alıyordu.
O an geldiğinde ise kitleler için ölüm artık gözler önündeydi. Şehrin insan sesiyle dolu olduğu anları bıçak gibi kesen işgal uçakları tehditkâr bir sesle kitlelerin tam üstünden geçiyordu. İşgal ordusunun jetleri ses seviyesini delerek ikinci kez geçerken; kitleler göğe bakıp yumruklarını sallayarak meydan okuyor, uçaklara ve arkasındaki Siyonist rejime tek bir ağızdan haykırıyor: Hayhat minna ezzilla.
Ölüm o an bireysel değildi, ölüm orda toplumsal olandı ve kutsal olandı; çünkü ölüm iradeydi ve onurlu hayatımızın ayrılmaz bir parçasıydı.
Nasrallah kitlelerde yarattığı o iradenin gücüyle Dahiye’nin yanındaki makamına uğurlanırken, Haşim Safiyuddin ise güneydeki köyünün yanındaki makamına uğurlanıyordu. Aynı zamanda yoğun bir katılımla işgal ordusunun tankları ve uçaklarından kısa mesafe ötede direniş iradesini kuşanarak gelen güney Lübnan halkı “Yoldan Sapmayız” diye haykırıyordu. Acılarını ve kayıplarını bir öfke ve iradeye dönüştürüyor aynı zamanda birlikteliği taşıyor ve büyütüyordu.
Törenler bitti; insanlar sesi titrek ve gözleri ağlamaktan yorgun biçimde sohbet masalarında buluşuyor, sonraki süreci, yeniden inşayı ve alınması gereken dersleri konuşuyorlardı.
İnsanlar sözleriyle 2007’de kazanılan zaferden sonraki bu süreçte, yenilgi olmasa da bu büyük kaybın nedenlerinin, olasılıklarının ve bunun üstesinden gelme zorunluluğu etrafında buluşuyordu; Lübnan’da ve bölgede yolların ve eğilimlerin daha çok belirginleştiğini ve bu nedenle daralmak değil çoğalmanın gerekli olduğunu ama bir o kadar da temkinli olmanın gereksinimini dile getiriyordu.
Zor ve dar bir boğazdan geçerek kendine yol veren bu direniş, tüm yaraları iyileştirecek ve kurtuluşa götürecek toplumsal halk iradesini taşıyan bir örgütlenmenin yolunun hâlâ açık olduğunu ve düşmanın tüm baskısına, elindeki araçlarına ve şiddetine rağmen tarihi yazacak olanın yine bu halkın iradesi olduğunu gösteriyordu.
Hayhat minna ezzilla… Labbayka ya Nasrallah
Bu yazıyı Nasrallah’ın cenaze törenine katılan bir Filistin savunucusu kaleme almıştır.