Reformizm her daim sınıf mücadelesinin temel gündemlerinden biri olmuştur. Devrimci mücadelenin en güçlü anlarında olduğu gibi “en güçsüz” olduğu dönemlerde de varlığını sürdürür. Birincisinde devrimi boğmaya soyunur, ikincisinde devrimi düzen içine bağlamayı görev edinir. Göreceli olarak gerileme sürecinin yaşandığı günümüzde reformizm devrim umudunu düzen içine çekmek için kolları sıvamıştır. Kimi devrimci güçlerin “bir an her şeyi değiştirir” diyebildiği bir zamanı yaşıyoruz. Devrimin karşısına reformizm konulmaktadır. Bu devrimciler için “Yaşamak mı ölmek mi sorusuyla aynıdır” (Luxemburg)
Reformizmi tanımlayacak olursak; kapitalist düzeni tüm aygıtlarıyla yıkmak yerine, kapitalizmin yarattığı sorunları düzen içi reformlarla iyileştirebileceğini düşünmenin teorisidir. “Ülkede, iktidarı eski egemen sınıfın elinde bırakan değişikliklere verilen addır” (Lenin)
Tarihsel bağlamda reformizm 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında tarih sahnesine çıkmıştır. Bu dönem sosyalizmin kapitalizm karşısına çıktığı dönemdir aynı zamanda. Kuşkusuz ki reform anlayışı daha eski bir tarihe dayanmaktadır. Fakat burjuva ideolojisi olarak proletaryanın karşısına çıkışı bu döneme denk gelmektedir. Lassalcılardan Bernstein’e, Krusçevden Deng Siao Ping’e, reformizm proletaryanın içindeki burjuva ajanı olarak her dönem devrimin karşısına çıkarılmıştır.
Düşünsel olarak reformizm idealist felsefeye dayanır. Toplumsal değişimleri evrimci bir anlayışla ele alır, tedrici olarak gerçekleşeceğini savunur. Mevcut düzenin birbiri ardına yapılan reformlarla iyileşeceğini vurgular. Nicel birikimi esas alırken nitel sıçramayı reddeder. Düzenin yıkılmasından ve parçalanmasından uzak durur. Tümüyle değiştirmek yerine onarmak aksaklıkları gidermekle ilgilenir.
Kapitalizmin yarattığı sorunları sistemin yapısal sorunu olarak görmez. Emekle-sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişkinin dahi reformlarla düzeleceğini öğütler. Üretim araçlarının özel mülkiyetine, artı-değer sömürüsüne, ezilen ve sömürülen kesimlerin sefalet içindeki yaşamına karşı uzlaşmayı önerir. Sınıf savaşımında burjuvazinin devasa örgütlülüğüne ve zor aygıtlarına karşı mücadelede şiddeti gereksiz görür.
Bu genel özellikleri itibariyle reformizm burjuva iktidarının devam etmesinin teorisidir. Ezen ile ezilenler arasındaki çelişkinin çözümü olarak çelişkisiz bir toplum fikrini ileri sürer. Düzenin yarattığı sorunlara “duyarlı oluşundan” dolayı işçi sınıfı ve ezilenlerden yana gözükür fakat savunduğu düşüncelerle burjuvazinin safında yer almaktadır. Egemen sınıflara olan karşıtlığı “reform yapılsın”la sınırlıdır. Bu korkak, çekingen, ikircikli tavrı onu devrim karşıtı yapmaktadır.
MLM’ler reformları amaç olarak görmezler. Nihai amacın bir aracı olarak ele alırlar. Kurulu düzeni yıpratacak, demokrasi mücadelesini geliştirecek, sınıf mücadelesinin önünü açacak, geniş kitlelerde uzlaşmacılığı değil sınıf karşıtlığını ve mücadele bilincini geliştirecek reformları destekler, karşı çıkmaz. “Reformlar egemen sınıftan, iktidarı sürerken alınan tavizdir.” (Lenin) Bunun ötesinde reformları amaç haline getiren tüm yaklaşımlar reddedilmeli ve cepheden savaş açılmalıdır. Devrimin karşısına reformizmin konulmasına asla izin verilmemelidir.
TDH’nin tasfiyeci süreç karşısında ideolojik ve politik konumlanışının temel göstergelerinden biri de reformizmdir. Topyekün saldırılara karşı örgütsel yapıyı koruma, legal olanakları daha etkin kullanma, kitlesel taban oluşturma politikasının ötesine geçen bir yaklaşım söz konusudur. Devrim diye haykırarak parlamentoyu, seçimleri ve diğer legal alanları kutsamanın örnekleri daha sık görülmeye başlandı. Zor ve devlet karşısındaki devrimci tavır Gezi Direnişi sürecinde budanmaya çalışıldı. Örgütü, örgütlenmeyi, devrimci şiddeti bulanıklaştıran anlayışlar daha bir açığa çıktı.
“Yeni” olarak ortaya atılan teorilerle devrimciler mahkum edilirken aslında eski teoriler yeniden keşfedildi. Kadrosal ve kitlesel darlaşma, sınıf mücadelesini geliştirememe, tasfiyeciliğe karşı ideolojik duruşu koruyamama gibi etkenler Marksist zeminde var olmayı aşındırdı. Kendini var etme adına “yeni” teorilerle “Marksistler(!)”, liberal, reformist ve revizyonist teorileri gün yüzüne çıkardı. Seçimlere katılmak, mecliste sandalye kapmak, legal parti kurmak-kurmayı tartışmak, amaç haline geldi. Marksizmin sınıf mücadelesinden bağımsız görmediği sorunlar (kadın, çevre ulusal) temel çelişmeler olarak belirlenip “yeni” mücadele alanı (sivil toplumculuk) yaratıldı. Legal alanlar esas hale getirilerek Komünist Partisi’nin örgütlenme ilkeleri terk edildi. Gezi sürecinin düşünsel kalıntısı olarak söylemde olmasa da pratikte silahlı mücadele askıya alındı. Bu pratikler bugünün değil dünün, 19. yüzyıldan kalma, köhnemiş bizzat Ekim ve Çin devrimleriyle tarihin çöplüğüne atılmış burjuva ideolojileridir. Dün olduğu gibi bugün de en güçlü Marksist söylemlere sarılarak gizlenmeye çalışan reformizmdir.
Seçimler nedeniyle politize olan emekçi halkımıza sandık çağrıları yapılması, belediye seçimlerinin “kurtuluş” gibi gösterilmesi reformist siyasetler açısından “anlaşılır” bir durumdur. HDP’nin liberal konumu, ulusal hareketin pragmatist siyasetiyle örtüşürken siyasetiyle örtüşürken, ulusal sorunun çözümünde onlar açısından “belli bir yeri” vardır. Fakat TDH bileşenlerinin, özellikle Kaypakkaya mirasçısı olduğunu iddia eden bir siyasetin, tıpkı reformist siyasetler gibi “faşizmi geriletmek” söylemiyle sandığa yönelmesi burjuva ideolojiye saplanmaktır. “AKP faşizmi” diyerek, faşizmi burjuva diktatörlüğünden, sınıfsal özünden soyunduranların CHP’yi faşist görmemesi Kaypakkaya yoldaşın programatik görüşlerinden uzaklaşmasının ötesinde burjuvazinin “güvenli limanına” demir atmasıyla eş anlamlıdır. Tasfiyeci süreç karşısında ideolojik savrulmanın geldiği nokta hakim sınıflar arası iktidar kavgasında taraf olmak, seçimlere katılmak, dümeni reformizme kırmaktır.
Reformizmin bir diğer özgün biçimi kimi örneklerde görüldüğü üzere silahlı mücadele vermesidir. Bu, bir hareketi reformist olmaktan kurtarmaya yetmez. Mesele silahların kullanımı değildir, hangi amaç için kullanıldığıdır. Ulusal hareket özgülünde T. Kürdistanı için silahlar “meşru savunma”, “barış”, “demokratik siyaset”, “kültürel-özerk haklar” için kullanılmaktadır. Bunların hiçbiri ulusal sorunun nihai çözümü değildir. Lenin’den Kaypakkaya yoldaşa ulusal sorunun nihai çözümü UKKTH’dir. Bunun dışındaki ideolojik yaklaşımlar, düzen sınırlarına hapsolmuş yaklaşımlardır. Dolayısıyla silahların varlığı, reformizme özgün bir biçim kazandırmaktadır.
Son tahlilde günümüzde reformist hareketler kendilerini Kemalizme yedekleyerek var etmeye çalışmaktadırlar. Düzen partilerine –özellikle CHP’ye- doğru bir kayış söz konusudur. TDH bilenlerinde ise kendini var etme zemini olarak reformizme yönelim daha bir artmış durumdadır. Daha özgün bir ifadeyle Marksizm adına proletaryanın ve ezilen kesimlerin kurtuluşu-özgürlüğü için burjuva ağzıyla konuşulanların sayısı her geçen gün artmaktadır.
MLM’ler için acil ve önemli olan tasfiyeci süreçle birlikte yayılan reformist dalgaya karşı, bir dalgakıran olarak her alanda devrim şiarını yükseltmektir. Topyekün saldırılar karşısında bir kişi kalınsa bile direnişi örgütlemektir. Reformizm çürütür, zayıflatır ve tüketir; direniş, geliştirir ve güçlendirir. Reformizme ve onun görünüm biçimlerine karşı ideolojik mücadeleyi yükseltelim saflarımıza sirayet etmesini engelleyelim.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 5 Eylül 2019 tarihli 43. sayısından alınmıştır.