Almanya’da 23 Şubat’ta yapılan erken seçim tamamlandı. Almanya için kritik olduğu değerlendirilen bu seçim katılımın en yüksek olduğu seçimlerden biri oldu. Erken seçime götüren koşullar ekonomik krizden bağımsız değil. Ekonomik kriz, savaş, borçlanma sorunları birçok kapitalist ülkede olduğu gibi Almanya’da da yaşanıyor. Erken seçime giden Almanya’da, seçim öncesi göçmen karşıtlığı üzerinden faşist propagandaların yapıldığı yoğun bir atmosfer vardı. Bu politika Almanya’da milliyetçiliği körükledi. Almanya için Alternatif (AfD) bu söylemlerin başını çekiyordu. Burjuva partilerin Almanya’nın sömürü çarkındaki aksamalara “çözüm” arayışı artarken anti faşist mücadelenin de ayak sesleri yükseldi. AfD’nin Alman ulusunun milliyetçi duyguları üzerinden yükselttiği şoven politikalar kitlelerde “karşılık” buldu. AfD’nin ikinci parti konumuna gelmesi bunu açıklıyor.
ERKEN SEÇİME GİDEN YOL: KRİZLER
2021 yılında birinci parti çıkan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Yeşiller ve Özgür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyon hükümeti kurdu. Rus emperyalizminin Ukrayna işgaliyle başlayan süreç, gelmekte olan ekonomik krizi hızlandırdı. Bu işgal enerji sorununda büyük bir tahribata neden oldu. Enerji tedarikinde özellikle Rusya’ya bağımlı olan Almanya için sorun büyümeye açıktı. ABD ve NATO ülkelerinin Rusya’ya yönelik aldıkları birçok ticarî ambargo kararı Almanya gibi enerji ithalatına bağımlı bir ülkede ekonomik sorunların büyümesi anlamına geliyordu. Neticede sorun büyüdü. Enerjideki bu “beklenmedik” sorun, Almanya’da üretimi etkiledi. Almanya, Rusya’ya bağımlılığı azaltmak için farklı ülkelerden (Norveç, Hollanda, Belçika ve Birleşik Arap Emirlikleri) enerji tedariği arayışı içerisine girdi. Bu görünüşte bağımlılığı azaltsa da enerji maliyetlerini ve borçlandırmayı artırdı. Büyüme oranları geriledi, sanayi üretimi yüzde 3,6 oranında azaldı. Dünya tedarik zincirindeki kırılmalar ve bölgesel savaşlar ticarî faaliyetleri duraksattı. Almanya gibi ihracata dayalı sermaye düzenini etkiledi. Emperyalistler arası pazar rekabetinde de geriye düşen Almanya, üretim krizi de yaşamaya başladı. Elektrikli araçların hızlı yükselişi bugün Almanya’nın bu dönüşümde geri kalmasından kaynaklı rekabet düzeyini zayıflattı. Almanya’nın Çin’e otomotiv ihracatı, Çin’in elektrikli araca geçişiyle birlikte azaldı. İçten yanmalı motorlu araçların üretim maliyeti ve iş gücü maliyetinin artması Almanya’nın üretimine yansıdı. Volkswagen gibi önemli otomotiv tekeli Almanya’da fabrika kapatmayı gündeme getirdi. İşçi çıkarmaya ve iş gücünü azaltmak isteyen Volkswagen’da grev ve iş bırakma eylemleri gerçekleşti. Almanya’da üretimdeki kârlılığın azalmasıyla maliyetlerde ve borçlanmada artış meydana geldi. Bunu iş gücündeki artan maliyetten görebiliriz. Özellikle Alman işçi sınıfının yüksek-kalifiye işçi statüsü kârlılığın azalmasıyla yük haline geldi. Volkswagen örneğinden gidecek olursak yaşlı Alman işçilerin yüksek ücret alıyor olması üretim maliyetlerini etkiledi. Yüksek kâr elde eden tekeller işçiler arasında ücretler üzerinden farklı statüler yaratıyor. Belirli bir ücret artışı ve görece “refaha” kavuşan işçilerin beklentisi de bu statülerin devamı yönünde oluyor. Fakat bir süre sonra kârda azalma, bu yüksek ücretli işçileri sorun haline getiriyor. Volkswagen gibi tekeller de “erken emeklilik”, zorunlu işten çıkarma gibi yöntemlerle işçi çıkarıyor. Yerine gelecek genç işçi nüfusunun az olmasından ya da bu işlere ilgi göstermemesinden kaynaklı göçmen işçiler ucuz iş gücü olarak istihdam ediliyor. Bu da faşist AfD’nin seçim sürecindeki şoven politikalarının malzemesi haline geldi.
Almanya’da yaşanan bu krizli yapı ve “refahın” azalması sorunları birer birer gün yüzüne çıkardı. Seçime giden süreçte en çok gündem edilen ve propaganda içeren altyapı sorunlarıydı. Eski binalar, köprüler, raylı sistemler Alman burjuva partilerin medya organlarında, burjuva medyada öne çıkarıldı. Öne çıkarılan bu propaganda malzemesinin sorunu ise “Alman bürokrasisi” ile açıklandı. Burada parantez açmak gerekiyor. Altyapıda “sorun” dile getirildiğinde soruna dair çözümün halkın çıkarına mı yoksa sermaye sınıfının çıkarına mı olduğuna bakmak gerekiyor. Sömürü düzeninde çıkarlar sermaye sınıfı içindir! Propaganda malzemesi haline getirilen altyapı bir sorun olsa da temel mesele sermaye sınıfının kâr oranıdır… Altyapının değişimi için maliyet ve bütçe ayrılması gerekmektedir. Altyapıdaki değişim ise emperyalist rekabetin sürekliliği için önemli. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi özellikle yapay zekâ kullanımı ve otomasyon sistemlerinin gelişimi Almanya’da daha ağır ilerliyor. Avrupa Birliği’nin “rekabet kuralları” gereği Almanya’da bir şirketin fabrika açması için vergi muafiyeti-avantajı veya devlet teşviği sunmak istenirse Avrupa Komisyonu’nun onayı gerekiyor. AB’li emperyalistlerin “rekabet dengesi” bugün dünyada yaşanan ekonomik krizden kaynaklı bir süredir sarsılıyor. 2023’te yaşanan bir örnek bunu açıklıyor: ABD merkezli Intel, Almanya’nın Magdeburg şehrinde büyük bir çip üretim tesisi kurmak için 30 milyar avroluk yatırım planı açıkladı. Intel, Almanya’dan daha fazla devlet desteği almak istedi ancak AB “rekabet kuralları” nedeniyle bu sübvansiyonlar sınırlı kaldı ve yatırım süreci uzadı. AfD’nin seçim propagandalarından biri de bunu içeriyordu: Avrupa Birliği’ni Almanya’nın “gelişimi” önündeki engel olarak değerlendiriyordu. Bahsettiğimiz üzere borçlanma ve kâr oranının azalması emperyalist rekabeti kızıştırıyor. Avrupa’da ve dünyada yükselen faşist partiler “ulusal bağımsızlık” adı altında milliyetçi söylemleri propaganda malzemesi haline getiriyor.
Ekonomik sorunlar temelinde kriz yaşayan koalisyon hükümeti çözüm “arayışında” ayrışmalara gitti. Borcu azaltmaya yönelik hamlelerde SPD ve Yeşiller anayasa kurallarını gevşeterek “kamu borcu” almak gerektiğini savunurken FDP lideri Linder sosyal yardım bütçesinin kesilmesini ve çevre hedeflerini yani “yeşil” enerjiyi öteleyerek vergi kesintileri yapılması gerektiğini savunuyordu. Bu tartışmalarla başlayan süreç FDP’nin koalisyondan çekilmesiyle birlikte hükümet düştü. 16 Aralık 2024’te Almanya Başbakanı Olaf Scholz için Federal Mecliste güven oylaması yapıldı ve oylamanın ardından Scholz aleyhine karar çıkınca erken seçime gidildi.
2021 yılından beri geçen 4 yıllık süreçte Almanya’da borçlanma, üretim sorunu, yoksullaşma vb. sorunlara “çözüm” bulunamadı, kriz arttı. Emperyalizmin temelinde yatan aşırı üretim, bugün borçlanmayı ve yeniden krizleri beraberinde getiriyor. Dünyada artan yoksullaşma ve ekonomik krizin yaratacağı isyan dalgası baskıcı yönetimleri ve söylemleri artırıyor. Almanya’da bugün popüler olan “sağ” rüzgâr, milliyetçilik propagandasının sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
23 ŞUBAT’TA YÜKSELEN “SAĞ”
Seçimde Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birlik’in (CSU) ittifakı yüzde 28,6 oy oranıyla birinci parti oldu. Faşist AfD, oy oranını 2021 seçimlerine göre yüzde 10,3 artırarak yüzde 20,8 oranla ikinci parti oldu. Büyük düşüş yaşayan SPD, yüzde 16,4, Yeşiller yüzde 11,6, Sol Parti ise yüzde 8,8 oy aldı. Koalisyondan çekilen FDP ise oyların yüzde 4,3’ünü alarak Federal Meclise giremedi. Sadece seçim sonuçları üzerinden bir analiz yapılamayacağını belirtmekle birlikte kitlelerdeki eğilimin ne olduğunu anlamak açısından sonuçlara ve tercihlere bakmak gerekiyor. Almanya’da seçim sürecinin en yoğun yaşandığı dönemlerden biriydi. Bu süreçte faşist propaganda yükseldi ve buna karşı anti faşist protestolar da arttı. Yüz binlerce kişi faşist AfD’ye karşı sokağa indi, birçok eyalette eylem düzenlendi. Sol Parti’nin “faşizme karşı birlik” siyaseti partinin oy oranını artırdı. Bu propaganda özellikle gençlik üzerinde etkili oldu. 18-24 yaş arasının oy tercihleri bu bakımdan dikkat çekici. AfD’nin milliyetçi propagandası, gençliği deyim yerindeyse ikiye böldü. 18-24 yaş arası oy kullananların yüzde 25’i Sol Parti’yi seçerken yüzde 21’i AfD’yi seçti. Bu artış genele de yansıdı, Sol Parti oy oranını bir önceki seçime göre yüzde 3,9 artırdı. Avrupa’da faşist partilerin yükselişi Almanya’da da gerçekleşti. Özellikle gençliğin yoğun katılım gösterdiği eylemlerde faşizme karşı kitleler sokağa indi. Kitleler faşizme karşı sokağa inse de liberal solun kitleleri devrimci saflara taşıyamayacağı bir gerçekliktir. Bunu sistemi iyileştirmeye yönelik politik hamlelerinden görebiliriz. Bu noktada kitlelerin devrimci öfkesinin liberal sola neden kaydığını anlamak gerekiyor.
Almanya’da ekonomik kriz ile birlikte artan maliyetler geleceksizliği derinleştirdi. Sol Parti seçim sürecinde gençliğe yönelik çalışmalarını yoğunlaştırdı. Sol Parti’nin “kiralara yasal sınır getirilmesi”, “asgari ücretin artırılması” programıyla yoğunlaştırdığı çalışmalar gençlik üzerinde etkili oldu. Ayrıca Ukrayna’daki savaşın yarattığı kaygı, anti faşist mücadelenin yükselmesinde önemli bir rol oynadı. Sanal medyayı etkin kullanan Sol Parti, özellikle TikTok platformu üzerinden gençliğe seslenmesinin de bir etkisi var. Burada ülkemizde de olduğu gibi tüm dünyada sanal medyanın propaganda aracı olarak nasıl etkili kullanıldığını görüyoruz. Son yıllarda sanal medya kullanımında ciddi bir artış var. “Bireyselliği”, “özgürlüğü” vadeden sanal medya platformları bireyselliği koşullarken sanal protestoyu ve etkilenmeyi de beraberinde getiriyor. Bunu AfD ve Sol Parti’nin sanal medyayı seçim sürecinde nasıl kullandığını inceleyerek anlayabiliriz. Sol Parti Eş Genel Başkanı Heidi Reichinnek’in sanal medyadaki etkisi önemli. Milyonlarca izlenen paylaşımları ile birçok kesim üzerinde etki bıraktı. Yine aynı şekilde faşist AfD Genel Başkanı Alice Weidel da bu aracı aktif kullandı ve milyonlarca kez izlendi. Burada üretilen propagandanın içeriği yeni dönem “influencer”, “sosyal medya fenomeni”leriyle benzer. Hızlı ve sonuç alıcı. Kitlelerdeki duygusal tepkileri onaylamayı ve kabartmayı içeriyor. Kitleye ulaşım bakımında araçların varlığını reddetmiyoruz. Fakat araçların varlığını sömürü düzenin bekası için iyileştirilmesine yönelik oy toplama aracına karşıyız! Bu propagandalar kitlelerde karşılık bulup, oy verme tercihine başarıyla yönlendirmiş olabilir. Fakat öne çıkan iki partiyi incelediğimizde (AfD ve Sol Parti -bunların aynı olduğunu söylemiyoruz) farklı yollardan sistemin bekasını veya iyileştirilmesini istiyor. Bu da bir tarafın milliyetçi kesimin ulusal duygularına oynayarak taraftar toplamasını diğeri de anti faşist mücadelenin seçimlere sıkışmasına ve sistemin devamlılığını sağlamasına yarıyor! Yakın dönemde Türkiye’de ve ABD’de yaşanan seçimlerde sanal medyada da benzer propaganda içeriği söz konusuydu. X platformunun sahibi Elon Musk faşist söylemlerle X’te bunun önünü açtı ve ABD seçimlerinde bu yoğun halde kullanıldı. Yine Türkiye’deki seçimlerde faşist Zafer Partisi seçim sürecinde sanal medya platformlarını yoğun kullanarak halk gençliği üzerinde etkili oldu. Bir diğer örnek ise reformist Türkiye İşçi Partisi’ydi. Seçime endeksli siyaset ile halk gençliğine yöneldi. Fakat seçim zamanlarındaki “oy toplama” güdüsüyle yapılan propaganda geçici bir rüzgârdır. Var olan öfkenin sanal medyada tepkiye dönüşmesi devrim mücadelesine kanalize edilmiyorsa ve kitleleri devrim saflarına örgütlemiyorsa bu sadece popülizmdir!
23 Şubat seçiminde “sağ”ın yükselmesinin temel nedeni bu krizli yapının “ulusal egemenlik”, ve “milliyetçilik” propagandasının kitleleri etkilemesine olanak vermesiydi. Seçim süreçlerinde burjuva partilerin “milliyetçi” söylemleri oy toplamak için önemli bir araçtır. AfD ve CDU ise bunu fazlasıyla kullandı. Özellikle göçmen karşıtlığı üzerinden üretilen yoğun şoven politikalar kitleleri ayrıştırmada kaldıraç olarak kullanıldı. Faşist AfD partisi özellikle ekonomik kriz ve yoksulluk üzerinden bunu fazlasıyla kullandı. Örnek olarak Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde yer alan işçilerin yoğun yaşadığı Gelsenkirchen’deki 2021 ve 2024 oy oranlarını inceleyerek bakalım: 2021 seçimlerinde SPD yüzde 40,5 oy oranıyla birinci parti olurken AfD oyların yalnızca yüzde 14’ünü aldı. 4 yılda işsizliğe yönelik propagandada göçmen karşıtı, şoven bir dil kullanan faşist AfD 2025 seçimlerinde oyların yüzde 25,8’ini alırken SPD yüzde 31,4’e geriledi. Milliyetçilikle beslenen faşist propaganda kitlelerin sömürü sisteminin gerçekliğini görmesini de engelledi.
MERZ’İN KOALİSYON ÇIKMAZI VE SİSTEMİN BEKASI
Seçimlerin ardından yeni koalisyon hükümetinin partilerinin hangileri olacağına dair tartışmalar başladı. Seçim öncesi de sık konuşulan ve Merz’in “herkesle konuşmaya hazırım” açıklamasıyla AfD’nin koalisyon hükümetinde yer alabileceği ihtimali gündeme geldi. Ardından Almanya’nın birçok eyaletinde Merz ve AfD karşıtı eylemler yapıldı. Merz, daha sonrasında AfD’yle koalisyon kurmayacağını açıklasa da ortak ve benzer programları soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Özellikle göçmen karşıtlığı üzerinden CDU ve AfD ortaklaşıyor. CDU’nun seçim sürecindeki göçmen karşıtı politikalarını AfD destekledi. Daha önce de göçmen karşıtı önergenin parlamentoda onaylanmasında AfD ve CDU lehte oy kullandılar. Bu da -AfD ile koalisyon hükümeti kurulmasa da- CDU ve AfD’nin parlamentoda ortak hareket edebileceklerini gösteriyor. Öte yandan Merz’in ekonomi ve göçmenlere karşı yürüttüğü propagandada AfD ile benzerler mevcut.
Merz, CDU içerisindeyken Merkel ile yaşadığı çatışmanın ardından uzun bir süre siyasetin dışında göründü. Merz, bu süreçte emperyalist tekellerin Almanya’daki görevlerini üstlendi. Bunlar arasında Atlantik-Brücke Başkanlığı (ABD-Almanya arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan bir dernek), Deustche Börse, HSBC’nin Almanya şubesi Trinkaus&Burkhardt ve bunların arasında dünyanın en büyük yatırım şirketi olan BlackRock’ın Almanya Başkanlığı da var. BlackRock burada dikkate değer. Merz, BlackRock’ın Almanya Başkanlığını yaptığı süreçte “lobicilik” faaliyetlerinde bulunarak devlet politikalarının şirketin çıkarları doğrultusunda belirlenmesini sağlamaya çalıştı. Tüm bu şirketler ve görevler Merz’in finans kapital dünyasında tanınan bir figür olduğunu gösteriyor. Kurulacak olan koalisyon hükümetinde de Merz’in ekonomi politikalarında değişikliğe gitmesi bekleniyor. Sovyet sosyalizminin Avrupa’daki etkilerine karşı “sosyal devletçilikle” kabul gören haklar da bugün tam olarak hedefte. Almanya’nın büyüyen değil, durağan ve krizli ekonomisi emperyalist pazar alanında zayıflamasına yol açtı. Kâr oranlarındaki azalma ve beklenen derecede büyüyememe de üretim maliyetlerini etkiliyor. Bundan kaynaklı Merz, kamu yararına sağlanan istihdam ve harcamaların azaltılması yönünde politika belirliyor. Bu bağlamda özel sektörün ve yatırım fonlarının desteği için devlet teşvikinin artırılmasını uzun zamandır savunuyor. Bununla birlikte yatırımcıyı ve yabancı sermayeyi ülkeye çekmeyi planlıyor. Bu plan altyapı sorununun çözülmesini ve emperyalist rekabette yer edinmeyi hedefliyor. Enerji maliyetleri ve sanayideki inovasyon sorunu Alman ekonomisinin emperyalist pazarda gerilmesine yol açıyor. Yeni koalisyon hükümetinin buna yönelmesi bekleniyor. Bunun sonucunda da herhangi bir iş kolundaki işçilerin haklarının tırpanlanmasıyla sonuçlanacaktır. Bu sosyal hakların geri alınması aynı zamanda kamudaki harcamaların azaltılmasını, daha çok ağır sanayi ve savunma sanayine yatırımların artırılmasını içeriyor. Merz’in bu ekonomi politikaları devlet aygıtının burjuvazinin çıkarları için pervasızca, “gözünüzün önünde yapacağım” anlamına geliyor. Merz, bu politikaları “Alman ulusunun çıkarları” için savunduğunu da belirterek kitlelere dönük milliyetçi politikaları nasıl işlediğini göstermektedir. Merz’in, ABD’nin Avrupa’nın güvenliğini umursamadığını, Avrupa’nın bağımsız savunmasını yaratması gerektiğini de savunmaktadır. ABD’li finans şirketleriyle sıkı bağları bulunan Merz’in bu açıklamaları, ABD karşıtı olmasa da NATO özgülünde ABD’ye karşı güvensizliği bir şekilde besliyor. Buna rağmen Almanya’nın önünde bir borçlanma sorunu var ve bu sorun çözülemiyor. Yatırım ve fonlar için borçların alınması gerektiğini savunan Merz, Schuldenbremse’de (borç freni) bütçe açığının kapatılması için değişiklik yapılması gerektiğini savunuyor. Borç freni, devletin borçlanmasını sınırlamayı amaçlayan bir kural. Fakat SPD, Yeşiller, Sol Parti ve AfD buna karşı çıkıyor. Sonuç olarak Almanya’nın ekonomi politikalarında değişime gideceği açık. CDU ve Merz, göçmen karşıtlığı yapsa da AfD’den ayrışıyor. Almanya ucuz iş gücü için göçmenlere ihtiyaç duyuyor. Göçmenler için sosyal yardımların kesilmesi göçmen nüfusun azaltılmasını içerse de özünde ucuz iş gücü ve vahşi sömürünün yollarını yaratmakla ilgilidir. Kitleleri ayrıştırmak ve sömürü çarklarının işlemesi için milliyetçilik en kullanışlı aparat olmaya devam ediyor…
AfD OYUNU YÜKSELTTİ, VİTESİ YÜKSELTECEK Mİ?
Almanya seçimlerinde AfD’ye ayrı bir parantez de açmak gerekiyor. Avrupa’da uzun süredir yükselen faşist partiler ya iktidara geldi ya da “muhalefete” yerleşti. Fransa’da Le Pen, İtalya’da Meloni, Hollanda’da Wilders’dan ve son olarak Almanya’da AfD. AfD seçim sürecinde açıklamalarıyla ve faşist söylemleriyle birçok kez gündem oldu. AfD, yukarıda da belirttiğimiz gibi milliyetçi söyleme başvurdu. Bunu da göçmen karşıtlığı üzerinden yaptı. “İş gücü” göçmenlerin yüzünden… “Ekonomik kriz” göçmenlerin yüzünden… “Almanya savunmasız” göçmenlerin yüzünden… AfD göçmenleri, “Alman ırkının” gelişiminin önündeki engel olarak görmektedir. Bu popülist söylemler milliyetçi duyguları kabartmakta ve sorunları sistemden uzaklaştırmaktır. İşçi sınıfı bloklarını birbirine düşmanlaştırırken halkı ayrıştırmaktadır.
Kriz dönemlerinde burjuva devletlerin tipik bir örneği, AfD’dir. Merz’in politikalarının benzerleri AfD’de de yer alıyor. Fakat daha radikal(!) Bu politikalar içerisinde de dikkat çekici unsur Avrupa Birliği karşıtlığı, Alman Mark’ına dönüş, Rusya’yla ılımlı siyaset ve ABD’ye yakınlık. Özellikle belirtmek gerekiyor, uzun süredir Avrupa’da AB karşıtı bir politika yükseltmekte. Meloni, Le Pen, Wilders ve AfD’nin ortak seçim propagandası buydu: “AB çıkarlarımıza zarar veriyor.” Bu politika AfD’yle birlikte yeniden gündemde. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte çok fazla borçlanan ve savunma sanayiine yatırım yapan bu ülkeler açısından ekonomik kriz daha sert hissedilmektedir. AfD’nin doğrudan Rusya karşıtı politika izlemesi de buna dair tutumları besliyor. Ukraynalı göçmenlerin Almanya’ya gelişiyle birlikte bu kesime “ayrılan bütçe” ve sağlanan yardımların fazla olduğunu ve ülkede “ekonomik ve sosyal” sorunlara yol açacağını çoğunlukla dile getirdi. Bu da Rusya’nın AfD’ye dönük olumlu yaklaşımında önemli bir etken oldu. Seçim sürecinde Rusya’nın açıktan AfD’yi desteklediği görüldü. Diğer yandan ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance’ın, Almanya’ya geldiğinde Olaf Scholz yerine Genel Başkan Alice Weidel görüşerek AfD’ye desteğini açıklamıştı. Yine burada ayrıca Elon Musk’ı eklemek gerekiyor. Musk’ın AfD’ye “Umut sizsiniz” söylemi Almanya genelinde tartışılmıştı. Bunların etkilerini bugün açısından tamamıyla değerlendiremiyoruz. Fakat bu söylemlerin AfD’nin de “bağımsız” olmadığını” ve “ulusal egemenliğin çıkarlarına gölge düşürdüğü” değerlendirmeleri yapıldı. Böyle düşünen kitlelerin varlığı da söz konusudur. AfD’nin popülist söylemleri kitlede kısmen karşılık bulsa da uzlaşmacı siyasetin ve burjuvazinin çıkarlarının korunduğu apaçık ortadadır. İktidara gelen ya da oyunu artıran AfD gibi faşist partilerin çıkarlar noktasında uzlaşı siyasetini uygulayacağı açıktır. Almanya bu konuda biraz daha özel bir yere sahip. Nazi geçmişinin yaratmış olduğu tahribat kitlede anti faşist hattı hızla uyandırıyor. Fakat bugünkü Almanya, sermayenin çıkarları söz konusu olduğunda uzlaşı siyaseti derhal gündeme getiriyor.
Milliyetçiliğin yükseldiği bir dönemin içindeyiz. Geniş halk yığınları milliyetçi söylemlerle ayrıştırılıyor. Ulusal burjuvazinin çıkarlarını koruyacak politikaların kitlelerdeki yankısı bugün daha fazla. Emperyalist-kapitalist ekonomi politika tıkanmış vaziyette. Bu tıkanıklığı aşmak için ayrıştırıcı, baskıcı yönetimlere geçiş eğilimleri artıyor. Bunun bir anda olmayacağı açık. Fakat emperyalist devletlerin Ukrayna işgaliyle görünür olan pazar rekabeti ve kutuplaşma siyaseti devam ediyor. AfD bugün politikalarını freni boşalmış kamyon misali ilerletmeyecektir. Fakat bu politikaların emperyalist rekabet ve pazar kavgasında yer bulacağı açıktır. Bunu Trump dönemiyle ayyuka çıkan ABD emperyalizminin politikaları için söylemek mümkün. Önümüzdeki süreçte milliyetçi politikalar kullanılarak özellikle ekonomide değişimler denenecektir. Fakat daha önceki koalisyon hükümetinin “aşamadığı” engeller, yeni hükümette de devam edecektir. Sömürü çarkının işlemesi için politikalar işlevli kılınmaya çalışılacaktır. Almanya burjuvazisinin çıkarları için dizayn edilmeye çalışılan her adım, halkın üzerinde baskıyı artacaktır. Anti faşist-anti emperyalist mücadele AfD ve özellikle seçimler sürecinde yükseldi. Halkın bu isyanının, devrimci mücadelenin saflarına çekilmesi zorunluluğu var. Avrupa’da, hatta tüm dünyada yükselen baskıcı politikaların özünde emperyalist barbarlık vardır. Almanya’da seçimler sistemin bekası için sömürücü sınıfın lehine işlenmeye devam edecek. İçerikteki devrimci dinamiklere ilgisizlik dayatılacak. Gelecekte bunun örneklerini daha fazla göreceğiz. Buna karşı mücadelenin önemi büyüyor…