24 Nisan 1972… Tarih ve toplum bilimi ve aynı zamanda diyalektik bir felsefe olan Marksizm-Leninizm-Maoizmin kumandasında, Türkiye’deki tarihsel ve toplumsal gerçekliğe hükmederek onun gerektirdiği devrimci rotada yürüyüşün en ileri, en nitelikli düzeyde yeniden örgütlendiği bir sürecin “an”ıdır. Türkiye’de, tarih ve toplum biliminin tüm ilke, ölçü ve değerlerini revize ederek onu teslim almış, toplumsal mücadelenin ihtiyacı olan ve komünist toplum perspektifiyle kuşanması gereken komünist çizgiden ricat etmiş ve bunu teorik-ideolojik-pratik hatta inşa etmiş revizyonizm karanlığı 50 yıl boyunca hüküm sürmüştür. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katli, faşist Kemalist diktatörlüğün, inşa olan faşist paradigmasının harcına karıştırılan kanlı bir katliam olması yanında, revizyonizmin egemenliğine de tüm koşulları hazırlayan tarihsel bir olay olmuştur. Bu süreçten sonra toplumsal devrimin ve komünist perspektifin tüm gerekliliğinden sıyrılıp orta-burjuva reformist sınırları aşamayan bir pasifist-revizyonist çizgi hayata geçmiştir. Bu pasifizm 1960’ların sonunda gençlik hareketiyle güçlü bir şekilde sorgulamaya tabi tutulmuştur. Devamında 1970’lerin hemen başında sistemleşmiş ancak esası sol-maceracılıktan malul bir devrimci çizgi ile pasifist-revizyonist çizgi paramparça edilmiştir.
Bu süreç aynı zamanda komünist çizginin inşa süreci olarak da değerlendirilmelidir. Uluslararası ölçekte Rus Sosyal Emperyalizminin öncülük ettiği, devrim, sosyalizm ve komünizmden kopuşu içeren ve sosyalizmin tüm kazanımlarını yok ederek kendini kapitalist geriye dönüşler çizgisinde inşa eden modern revizyonizmle; Çin Komünist Partisi ve Mao Zedung öncülüğünde sosyalizmden geri dönüşlere karşı etkin bir mücadeleyi içeren ve modern revizyonizme savaş açan komünist çizgi arasında bir mücadelenin gerçekleştiği bir süreçtir. Bu felsefe, politik-ekonomi ve bilimsel sosyalizm temelinde zengin ve oldukça güçlü bir tartışma ve birikim sürecidir. Bu sürece Çin Büyük Proleter Kültür Devrimi gibi sosyalizmde sınıf mücadelesi gerçekliğinin altını çizen, geri dönüşlere karşı sosyalist sistem içinde proletaryanın politik-ideolojik-kültürel iktidarını ancak devrimlerle olanaklı gören ve bu bağlamda yepyeni ufuklar ve perspektifler açan gelişmeler yaşanmıştır. Aynı periyotta Vietnam kurtuluş savaşı ve daha bir dizi sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelesinin emperyalist sistemle silahlı savaşımı söz konusu olmuştur. Bu periyotta kitlelerin egemen sistemle olan çelişkileri ve sınıf mücadelesinin gelişkinlik düzeyi oldukça ileri düzeydedir. Devrimci durumun olgunluk düzeyindeki bu gerçeklik, pasifizmi parçalayan daha ileri düzeyde devrimci teorinin ve pratiğin beslendiği koşulların oluşmasını getirmiştir. Birçok genç devrimci önder bu sürecin dalgasını karşılamak için örgütlenmelere gitmiş, silahlı savaşım yürütecek yapılanmaları inşa etmiştir. Tam da böylesi bir sürecin içinde THKO ve THKPC gibi maceracı çizgide süreci karşılamaya çalışan devrimci örgütler ve bunların devrimci önderleri boy vermiştir.
PARTİ’Yİ YARATAN KOŞULLAR VE PARTİNİN HAMURUNUN YOĞRULDUĞU PROLETER TUTUM
Kaypakkaya yoldaş bu periyotta bir yandan en ileri devrimci teorinin arayışına girişmiş, tarih ve toplum biliminin yasalarına hakim olmaya çalışırken diğer yandan devrimci pratiğini de ileri düzeyde kuran tutum, yaklaşım ve tartışmalar içine girmiştir. Bu süreç Kaypakkaya’nın keskin ideolojik mücadeleler ile fikir ve düşüncelerini sürekli geliştirdiği, MLM kavrayışını ileri taşıdığı dönemdir. O bunu sadece devrimci eylemiyle değil içinde bulunduğu ülkenin tarihini, toplumsal yapısını ve çelişkilerini inceleyerek sonuçlar çıkardığı bir yaklaşımla donatmıştır. Bu sonuçlar toplumsal yapının kodlarını çözümlemeyi içeren, temel toplumsal çelişkilere yönelik tutumların şekillendiği süreçtir. Kaypakkaya bilimsel sosyalizmi ülke şartlarına en yaratıcı şekilde uyarlamanın mücadelesini, maceracılıktan ve pasifizmden kaçınarak devrimci teorinin yön göstericiliği ile hareket etmiş, onu ileri düzeye yükseltmede belirleyici olmuştur. Bu bağlamda devletin yapısı ve Kemalizm, Kürt meselesi ve ezilen milliyetler sorunu, devrimin yolu ve Halk savaşı meselesi, revizyonizmle mücadele meselesi ve proleter devrimcilik gibi esaslı sorunlarda ciddi açılımlar ve teorik-politik hamlelerle yolunu çizmiş, komünist çizgiyi örgütlemiş ve nihayet 24 Nisan 1972’de Proletarya Partisini kurmuştur.
Kaypakkaya yoldaşın bu süreçte izini sürdüğü şey devrimin olanakları ve fırsatları olmuştur. Ancak bununla yetinmemiş komünist önderlik temelinde bir devrim ve durmaksızın komünizm yürüyüşünün inşa edilmesine yönelik kesin ve kararlı tutumu oluşturmuştur. Bu tutum onun nesnel durumla/gerçeklik ile öznel yaklaşım ve kavrayışı arasındaki çelişkinin olabildiğince alt düzeyde seyretmesine neden olan bilimsel, ideolojik temeldir. Hiç kuşkusuz Kaypakkaya yoldaşın ve örgütlediği Parti’nin devrimin ihtiyaç ve gereksinimlerine, kitlelerin çelişki ve durumuna, dünyadaki ve ülkedeki gelişmelerin seyrine dair tam bir kavrayışa sahip olduğunu, aldığı her tutumun nesnel durumla tam uyumluluk içerdiğini söylemek, burjuva idealizmine denk düşecektir. Ancak önder yoldaşın içinden geçtiği süreci ve çelişkileri ve de gelişmelerin eğilimini kavrayışı, buna uygun olarak taktik ve strateji arasındaki ilişkiye yaklaşımı oldukça ileridir.
Bu gerçeklik onun Halk Savaşı’na yaklaşımında ve Parti’ye savaşçı kimliği kazandırma çabasında kendisini göstermektedir. Bu eksende Kaypakkaya yoldaşın maceracı çizgide olduğuna ve yaşanan yenilginin onun objektif durumu kavrayamayan sübjektivizminden geldiğine dair eleştirilere Partinin birinci kongresinde şu tutum alınmıştır: “Devrimimizin başlangıç aşamasını Kaypakkaya yoldaş, hem devrimci teorisiyle hem de devrimci pratiğiyle esasta belirlemiştir. Önder yoldaş bir devrimci sürecin başlangıcında olması gereken; devrimin niteliğini, dost ve düşman ayrımlarını, hangi sınıfların önder, ana ve yedek güçler olduğunu ve bu sınıfları devrimimizin gidişatında yerli yerine konumlandırmayı, devamında devrimin doğrultusunu belirleme ve devrimci savaşın geliştirilebileceği alanları saptayarak oraları esas alan bir çalışmaya başlama meselesini açıklığa kavuşturmuştur… Devrimci silahlı mücadelenin başlatılması için koşulların en uygun anını saptamak ve partiyi buna uygun olarak hazırlamak gerekir. Bunlar olmaksızın savaşa başlamak, ne yaptığını bilmeden hareket etmektir. Partimiz henüz örgütlenme aşamasında bu sorunu esasta çözüme kavuşturmuştur… Kongremiz, Kaypakkaya yoldaşın bir devrimci savaşın başlama aşamasında ortaya çıkacak görevleri yerine getirdiğini kabul etmektedir. Bu zemini partimizin temel dayanak noktası olarak görmektedir. Halk Savaşı’nı başlattığı süreçte önder yoldaşın “sol sapma” içinde olduğu iddiaları ve yaklaşımları, devrimci savaşımızın ve Kaypakkaya yoldaşın geçirdiği süreci yakından incelemeyen, savaşımızın gerekliliğine yönelik bir kavrayışsızlığın sonucudur. Önder yoldaş, maceracı akımların da yetişip serpildiği 71 devrimci çıkışında komünist bir kopuşu ifade eder. Bir yandan sağ-pasifist yaklaşımlara karşı diğer yandan bu maceracı çizginin devrimci savaş çizgisiyle ideolojik-politik mücadele içinde olarak devrimci savaş çizgisini şekillendirmiş ve mücadele hattını örgütlemiştir. Kaypakkaya yoldaş dünyadaki genel gelişmeler, ülkedeki sınıf mücadelesinin seyri, çelişkilerin yoğunluğu ve faşizmin gemi azıya aldığı koşulların tam bir analizini yaparak önce partiyi örgütlemiş ve durmaksızın Halk Savaşı’nı başlatmıştır. Bir başlangıcın teorik, politik, ideolojik temellerine dair esaslı tartışmaları ve perspektifleri oturtup, asgari örgütsel hazırlıkları tamamlamasıyla birlikte mücadeleye start vermiştir. Yani THKO ve THKP-C’de somutlaşan maceracı çizgiden bir kopuş, proletaryanın savaş stratejisi olan Halk Savaşı’nın ruhuna ve gerekliliğine uygun bir çıkıştır Kaypakkaya yoldaşın çıkışı. Kongremiz kesin ve kararlı bir şekilde Kaypakkaya yoldaşın çıkışını nesnel durumun tam hakimiyeti ve öznel durumun buna uyumlu hale getirilmesi olarak görmektedir. O’nun çıkışı anın ve geleceğin çelişkilerini tam ve doğru okumaya dayalıdır.”
Bu yaklaşımın oldukça önemli bir tarihsel olgu olduğunu, Kaypakkaya’ya yönelik dogmatikçe bir savunuyu içermediği açıktır. Zira önder yoldaşın geleceğe yönelik tuttuğu projeksiyon, içinde geçtiği koşullarda sınıf mücadelesi ve devrimci dalganın gerilemesine rağmen çok uzun sürmeden büyük kabarmalar olacağı yönlüdür. O sadece anlık devrimci görevlerini yerine getirmiyor, tüm gücüyle partiyi ve kadroları önümüzdeki sürece hazırlıyordu. Partiyi inşa ederken bizim gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde silahlı mücadele ve özelde Halk Savaşı Stratejisi olmaksızın Komünist Partisi’nin ayakta duramayacağına dair bir parti anlayışı, devrim ve sınıf mücadelesi gerçekliğini kavrayışa dayanıyordu. Bu eksende partinin henüz doğarken savaşçı bir nitelik kazanması onun aynı zamanda içinde bulunulan toplumsal yapının devriminin niteliğine uygun bir parti anlayışını temsil ediyordu. Proleter devrimci çizginin bu şekillenişi olmaksızın, ne bugünü ne de geleceği öremeyeceğini belirleyen bir kararlılığı taşımaktadır. Önder yoldaş, içinde bulunduğu zorlu koşulları, deneyimsizliği, güç dengelerindeki uçurumu, kitlelerin mücadelede düzeyi ile çelişkilerin yoğunluğu arasındaki ilişkide oluşan hareketsizlik nedeniyle tarihsel sorumluluğunu ve ona uygun olarak Komünist Parti’sini inşa etme görevini ihmal etmemiştir. O konumlanışını devrimci durumun gerçekliği üzerinde, kitlelerin çelişkilerin seyrine, sınıf mücadelesinin bir adım sonrasındaki ihtiyaçlarına uygun olarak yapmıştır. Bu konumlanışın kesintiye uğramış ve yenilgi almış olması bu tutumun yanlışlığını göstermez. Alınan tutumun süreklilik kazanmaması, onun kavrayışına uygun bir kadro şekillenişinin olmaması ise hiç kuşkusuz tarihsel anlamda bir yetersizlik iken, Parti’nin daha güçlü hamlelerle sonraki gelişmelere onun tasarladığı şekilde konumlanamaması gibi büyük bir politik boşluk ve yine evet devrimci sürecin Halk Savaşı Strateji ile karşılanamaması gibi bir duruma yol açmıştır. Ancak tarih böylesi durumlara tanıktır ve bunlar tarihin gelişim seyri ve dinamiklerine içkindir. Bu konumlanışın yanlışlığına değil o konumlanışı kavrama ve geliştirmedeki yetersizliklere işaret eder. Bu eksende bugünden tarihe baktığımızda, gelişmelerin izini tarih ve toplum biliminin yasaları ile sürdüğümüzde önderimizin konumlanışında sübjektif, sol sekter bir hata değil bilimsel bir yaklaşım ve tutumu görürüz. O bu ideolojik tutumu, politik yaklaşımı, tarihsel bilinci ve parti anlayışı ile geleceğin emanetini proletaryanın tarih bilinci ve perspektifiyle taşımayı başarmıştır.
TARİHSEL KESİTLERİN KESİŞMESİ, 48 YILLIK DENEYİMLE DAHA İLERİYE ATILMA İRADESİ
Tam da onun en büyük mirası olan Proletarya Partisi, onun bu özsel kavrayışını ve tutumunu 1. Kongre’sinde sahiplenmiş ve konumlanışını, perspektifini buna uygun olarak şekillendirmiştir. İçinden geçtiğimiz süreç düşmanın topyekün saldırısı bağlamında, önderimizin Parti’mizi kurduğu ve Halk Savaşı’nı başlattığı dönemle benzerlikler taşımaktadır. Faşist diktatörlük son 5 yıldır işçi sınıfı, emekçiler, Kürt ulusu ve diğer ezilen milliyetlere, ezilen inançlara, kadınlara ve gençlere yönelik çok katmanlı, çok yönlü bir saldırı dalgası içindedir. Yurtsever, devrimci ve komünist güçleri imha etmeye odaklanmış bir politik-askeri çizgi izlemekte, tüm gücüyle demokratik-devrimci güçleri hem ideolojik kuşatmaya hem de örgütsel kuşatmaya almaktadır. Bu tablonun bir benzeri ’71 Askeri Muhtırası döneminde yaşanmış, önderimiz o koşullarda geleceğe yönelik net bir bakış açısı, parti anlayışı ve mücadele perspektifiyle Parti’yi en cüretli teorik hamlelerle donatıp kurmuş yine Halk Savaşı’nı başlatarak mücadeleyi keskinleştirme yoluna gitmiştir.
Parti 1. Kongresi, içinden geçilen süreç ve çelişmelerin hangi yönde ilerleyeceğine dair bütünlüklü bir değerlendirme yaparak konumlanma vurgusunu “yöneliminde” net şekilde belirlemiştir. Tüm verilerin ve gelişmelerin, emperyalist-kapitalist sistemin büyük çaplı bir krizin içine sürükleneceği, emperyalistler arası çelişki ve çatışmaların büyüyerek gelişeceği, özelde faşist diktatörlüğün her ne kadar topyekün bir saldırı içinde olsa da gerek bölgesel konumlanışı gerekse emperyalist sisteme bağımlı ve bağlı yapısıyla yeni ve derin krizlerle daha güçlü sarsılacağını belirlemiştir. Bu tabloya bugün koronavirüs salgını eklenmiştir. Beklenmedik bu virüs salgını halk sağlığını tehdit ettiği kadar, emperyalist-kapitalist sistemin gizlemeye, örtmeye çalıştığı bir çok çelişkisini apaçık hale de getirmiştir. Oluşan durum bir bütün emperyalist-kapitalist sistem ve onun zincirinin tüm halkalarını sarmalayan çok katmanlı bir kriz olmuştur. Geniş kitleler egemenlerin sağlık sistemi, halka yaklaşımı, yaşam hakkını yok sayması, yoksulluk, yoksunluk ve sefalet koşullarını derinleştirmesi, aldığı ve alamadığı tedbirlerine karşı bir öfke içindedir. Bu çelişkilerin daha fazla keskinleşmesi, geleceğe yönelik daha fazla umutsuzluk anlamına gelmektedir. Yani yeni gelişmeler ve durumlar sistemi rahatlatan, ona nefes aldıran değil onu daha fazla kriz içine sokan, yönetme sorununu derinleştiren, emperyalistler ve diğer devletler arasındaki çelişkileri boyutlandıran bir tablo yaratmaktadır. Var olan durum yarı-sömürge, yarı-feodal iktisadi ve sosyal yapısıyla oldukça zayıf olan faşist diktatörlüğü daha büyük krizlere sokacak gelişmeler anlamına gelmektedir.
Parti 1. Kongresi tam da süreci daha derinden etkileyen böylesi bir gelişmeden önce, sürece dair bir tutum belirlemiştir. Tam da Kaypakkaya’nın aldığı pratik tutum ve yaklaşımla uyumluluk içeren, süreci bütünlüklü görmeye çalışan yaklaşıma tanıklık etmekteyiz.
1. Kongre belgelerinden sürece ve konumlanışa dair uzunca bir alıntıyı paylaşmak istiyoruz: “Bu ideolojik ve politik gerileme dönemine yönelik zihinsel hazırlıksızlık, düşman bilincindeki parçalanma, legal olanaklara tüm benliğiyle sarılma hali, görünür olanın ve popüler olanın sarmalayıcı etkisi, düşmanın çok yönlü ve topyekün saldırısı karşısında hızla irtifa kaybeden, silahlı savaşımda “molacı”; tutunma ve direnme hattı yerine “ricatcı” politikaların izahsız ve hızla hayata geçmesine zemin sunmuştur. Düşmanın saldırıları karşısında ürkek ve çekingen olan bir hat, legal ve demokratik alanda direnişle yetinen bir tutuma evrilmiştir. Bu bağlamda devrimci çizginin tutunma noktalarına dair büyük bir kırılma yaşandığını belirtmek gerekmektedir…”, “Düşman, devrimci durumun gelişmesine yönelik bir yaklaşım ve tutum benimseyerek konumlanmaktadır. Özellikle bölgesel düzeyde gelişmelerin de tetikleyeceği yeni durum, politik ve ekonomik krizin sarsıcı boyutlara ulaşmasının tüm yapı taşlarının döşendiği koşulda savaş ve savaşa göre şekillenme devrimci bir hareket için zorunludur. Faşist diktatörlük buna göre konumlanmayı berhava etmek, tüm gerilla güçlerini, yer altı örgütlenmelerini, bu sürece hazırlanmaya çalışan politik özneleri güçten düşürmek, imha etmek ve felçli hale getirmek için odaklanmış durumdadır…. Partimiz de bu imha ve yok etme sürecinin hedeflerinden birisidir. Bu anlamda büyük bir tutunma ve direnme savaşı yürütülmektedir silahlı güçlerimiz, örgütlülüklerimiz tarafından. İçinden geçtiğimiz süreçte tutunmak ve direnme savaşından, imha operasyonlarından ve kuşatmasından çıkmak hayati derecede önemlidir. Bu saldırıdan çıkmak ve kurtulmak ise “ricat” politikasıyla olmayacaktır. Böylesi bir politikayı savunmak sürecin özelliklerini, çelişmelerin eğilimini, halkın ihtiyaçlarının ve örgütlenmesine yönelik gereklilikleri kavramaktan uzak olmak anlamına gelmektedir. Bu yüzden Parti’miz ricat politikasının öldürücü bir ideolojik-politik karakteri olduğu fikrindedir. Tutunma ve direnmeye dair bir seferberlik, yoğunlaşma hali belirleyicidir. Tüm parti güçlerinin bu imha ve yok etme savaşına karşı, faaliyet alanlarında konumlanış içinde olması gerilla güçlerimize moral destek de dahil her türlü politik ve pratik desteğe dönüşecek şekilde kitleleri örgütleme, örgütlü bünyeyi ideolojik politik düzeyde geliştirme, imha savaşına karşı kitleleri bilinçlendirme, imha savaşının yarattığı yılgınlık ve umutsuzluğa karşı dirençli bir hatta yoğunlaşma sağlanmalıdır.” (1. Kongre Belgeleri, “Yönelim”)
Bu yaklaşım keskinleşen çelişkilerin doğuracağı devrimci olanaklara odaklanmış, bunun gereklerini savaş çizgisiyle yerine getirerek çelişkileri karşılamaya yönelik bir bakış açısının ürünüdür. Kitlelerin bugün virüs salgını ile birlikte keskinleşen çelişkileri, bileylenen öfkeleri, örgütlenme ve değişime dair daha uygun zeminde bulunmaları açık bir gerçekliktir. Egemen sınıfların virüs salgını içinde dahi saldırgan, halka düşmanlığı elden bırakmayan, halkın ihtiyaçlarıyla alay eden tutumu ile sınıf mücadelesinin yükselmesi için tüm zemini döşemektedir. Parti yöneliminde, süreci kendi açısından ne pahasına olursa olsun bir tutunma ve halkın ihtiyaçlarına uygun bir tarihsel konumlanma olarak tanımlamıştır. Bunun dışındaki bir seçeneğin gelişmelerin eğilimini, yapısını ve niteliğini anlamamak olduğuna işaret etmiştir. Geldiğimiz noktada oluşan yeni durum ve çelişkiler topyekün saldırı dalgasının daha güçlenerek devam edeceğini ancak sistemin ekonomik-politik krizinin ondan daha şiddetli şekilde derinleşeceğini göstermektedir.
Buna karşı alınacak konumlanış 1. Kongre’nin belirlediği çizgi ekseninde olmak zorundadır. Devrimci durumun gelişme eğilimi, keskinleşme, çatışma ve yarılmalarla birlikte ilerleyecektir. Bu tablonun karşılanmasına dair belirlenen çizgi açık kesin ve net bir çerçeveyle konulmuştur. Savaşa göre şekillenen ve savaş içinde ancak çelikleşecek bir parti anlayışı, savaşı kumanda etmesi gereken kitlelerin çelişkilerini savaşın bir parçası yaparak konumlanması gereken bir ufuk, perspektif ve sınıfsal konumlanış… İşte Parti’nin Kaypakkaya’dan aldığı en önemli nefes, ruh, bilinç ve konumlanış budur. Kitlelerin çelişkilerinin törpülenmesine ve teskin edilmesine, onun yönsüz ve dağınık bir yapıda kalmasına müsaade etmeyen irade… En kötü koşullarda dahi bir sonraki sürece daha iyi bir hazırlık, onu karşılamaya yönelik tarihsel bir perspektif, olumsuz koşullar karşısında devrimci sorumluluğunu ideolojik-politik temelde kavrayış ve bunun gerektirdiği konumlanışı alma iradesi… Yapılan, yapılmaya çalışılan ve bu eksende alınan politik konumlanış budur.
Kuruluşunun 48. yılında, Kaypakkaya’nın Proletarya Partisi’ni hangi koşullarda kurduğu, Halk Savaşı çizgisinde tüm zorlu, engebeli ve yoğun kuşatma altında, ciddi deneyimsizlik içinde neden ısrarla konumlandırmaya çalıştığını anlamak, bugün 1. Kongre çizgisine güçlü bir şekilde bağlanmak anlamına gelecektir. Bu bağlılık, proleter devrimci bir şekilleniş, kitlelerin ihtiyacı olan zaruri, acil olan şeyin politik iktidarı zapt etmeye dayalı bir keskinleşme ve mücadele olduğu kavranacaktır. Bu halkayı kavramak, nerde ve nasıl bulunursak bulunalım yaratıcı, sınırları zorlayan, olana mahkum olmayan ve tarihin akışını, çelişkilerin aldığı yönü kavramak ve yıkarken inşa eden, parça parça yıkan ve kuran uzun soluklu bir savaş stratejisine sarılmanın gerekliliğine sahip çıkacaktır. Proletarya Partisinin kuruluş koşulları ve temel felsefesi, önder Kaypakkaya’nın iradesi ve sürükleyici tutumu bugün tümüyle kuşanılıp yönümüzü belirleyen bir kutup yıldızı olmalıdır. Selamlamamız, sahiplenmemiz, onu anlaşılır ve ihtiyaç olarak açığa çıkarmamız ancak bu kavrayışın bir sonucu gerçekleşebilecektir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 16 Nisan 2020 tarihli 59. sayısından alınmıştır.