[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs seçeneğini dillendirmesiyle erken bir seçim yapılacağı beklentisi oluştu. AKP-MHP blokunun seçimleri öne almaya yönelik bu hamlesiyle Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı adayı olup olamayacağı tartışmaları da yeniden başlamış, Millet İttifakı etrafında toplanan burjuva klikler arasında cumhurbaşkanı adaylığı üzerinden süren rekabet kızışmış, HDP’nin seçimlere kendi adayı ile katılacağını açıkladığı belli başlı bir dizi gelişme ortaya çıkmıştır. 6 Şubat’ta dokuz saat arayla gerçekleşen depremlerin ardından seçimin yapılacağı tarih bir kez daha tartışma konusu oldu. AKP-MHP blokundan henüz seçim tarihine yönelik yeni bir açıklama gelmezken Millet İttifakı’nı oluşturan kimi burjuva partiler seçimlerin 18 Haziran’a kalacağı yönünde açıklamalar yaptı. Depremle birlikte erken bir seçimin yapılmasının önünde beliren zorluklar seçim tarihiyle ilgili tartışmaları 18 Haziran’a demirlemiş görünüyor. Faşist diktatörlüğün baskı ve yönetme biçimi olarak sıklıkla başvurduğu yasak ve OHAL uygulamaları ise 6 Şubat’ta gerçekleşen depremlerin ardından bir kez daha devreye sokuldu. 2017 referandumu ve 2018 seçimlerinin OHAL koşullarında yapılması 18 Haziran 2023 seçimlerinin de benzer koşullarda gerçekleştirmek isteneceğini düşündürtmektedir. Seçimlerin belirli bir süreyle ertelenmesinin sadece savaş gerekçesine bağlanmış olması OHAL koşularında yapılması ihtimalini öne çıkarmaktadır.
AKP-MHP blokunun, ekonomik ve siyasi krizin depremle büyüyen çapına göğüs germesi faşist baskı ve zorbalık dışında olanaklı görünmemektedir. Deprem geride büyük bir yıkım, felaket bırakmıştır. Devlete ve burjuva feodal düzene karşı büyük bir öfke birikmiştir. Depremin ilk şoku hafiflediğinde, enkaz başında bekleyenlerin sıkışan öfkesi patlamaya dönüşme olasılığına sahiptir. Henüz acılarını bastırmayı, uğradığı felaketi anlamladırmaktan kaçınmayı seçen kitleler bir süre sonra geri dönülmez bir şekilde uçurumun başında olduğunu fark ettiğinde her şey mümkündür! Bu sebepledir ki halkın öfkesi “yağmacılara” yöneltilmeye, yüz binlerin ölümünden tutuklama kararları çıkarılan müteahhitler sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır. Faşist diktatörlük halkın öfkesini burjuva feodal düzenin temellerine yönelmeden boşaltmak istemektedir. Erken ya da zamanında yapılacak seçimler de kitleleri beklentiye sokarak, oyalayarak, öfkesini ve mücadele isteğini sandığa hapsederek aynı işlevi görecektir. İşçi emekçi yığınların, bir bütün ezilenlerin sandık, seçim ve parlamento düzeneğine çekilmeye çalışılması bu yüzdendir. Seçimlerin gündem haline getirilmeye çalışıldığı koşullarda hâkim sınıf kliklerinin oluşturduğu çeşitli ittifakların yönü belliyken, ilerici ve devrimci, demokrat güçlerin içinde yer aldığı ittifakların üzerinde yükseldiği çizginin yönü hakkında tartışmak gerekmektedir. Bir aldanma hali olarak bu çizginin yönü dikkate değerdir. Seçimin gündeme oturması ile birlikte açıkladıkları politikalar ile bu ittifakların nasıl bir niteliğe ve tutuma sahip olduğu açıktır.
Burjuva kliklerin oluşturduğu ittifakların salt seçimler üzerinden tarif edilmesi yeterince açıklayıcı olmayacaktır. Hâkim sınıfların çeşitli siyasi partileri farklı ittifaklar içerisinde yer alsalar da işçi ve emekçi yığınların gelişen mücadeleleri karşısında yek vücut haldedirler. Burjuva feodal düzenin ayakta tutulması, varlığını sürdürmesi onların esas gayesidir. Burjuva klikleri bir arada tutan çimento, sömürünün faşist devlet aygıtıyla güvence altına alınmasıdır. Demokratik Halk Devrimi ihtimaline karşı aralarındaki tüm çelişkileri bir kenara iterek “birleşen” burjuva klikler çeşitli ittifaklar üzerinden pastadan en büyük payı almanın yolunu iktidar olmakta görmektedir. Önümüzdeki seçim hâkim sınıf kliklerinin bu amaç için kıyasıya yarışına sahne olacaktır. Emperyalist kapitalist sistemin içinde savrulup durduğu kriz koşullarının Türkiye ölçeğinde şiddetlenerek sürmesi hangi kliğin iş başına geleceğine bakmaksızın sömürüyü ve yıkımı daha da boyutlandıracaktır. Depremin ardından Türkiye ekonomisinin büyüme oranlarının şimdiden en az yüzde 1,5-2 oranında gerileyeceği konuşulmaktadır. Depremin başlı başına burjuva feodal sistemin krizini derinleştirecek bir etkiye sahip olacağı açıktır. Bunun işçi ve emekçilere daha yoğun bir sömürü ve aleni bir soygun olarak döneceğini söylemek zor değildir.
AKP-MHP blokunda somutlaşan Cumhur İttifakı faşist devlet aygıtını işçi ve emekçilerin ekonomik ve demokratik taleplerini bastırmak için etkin ve işlevli biçimde kullanmaktadır. Uzun bir süredir saldırganlığın türlü ve en vahşi biçimleri bu hâkim sınıf klikleri tarafından yaşama geçirilmektedir. İşçi ve emekçilerin, halkın örgütlenmelerinin dağıtılması, örgütsüzlüğün hâkim hale getirilmesi saldırının ana yönünü oluşturmaktadır.
Millet İttifakı halk kitlelerinin çözümsüz bırakılmış sorunlarını kendi sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirmek için bir kaldıraca dönüştürmek istemektedir. Halkın özlem ve taleplerini elde etmesinin öğütlenen tek yolu sandık başına gitmektir. Yolu sokaktan ve meydanlardan geçmeyen hiçbir hak arama mücadelesi çözüm değildir. Oysa halk kitleleri sokaktan, meydanlardan uzak tutularak sistem içinde hâkim kliklerin dalaşında boğulmaya çalışılmaktadır.
Her iki faşist ittifakın yönü farklılıklarına rağmen belirgindir. Birinin elinde durmaksızın inip kalkan sopayla halkın sindirilmesinin, susturulmasının türlü biçimleri, diğerinin ise dilinde sandıktan çıkacağı söylenen yalanlar bulunmaktadır. Her iki burjuva kliğin sopada ve yalandaki cesaretlerinin kaynağı işçi ve emekçilerin örgütsüz ve dağınık oluşudur. Burjuva feodal düzenin ayakta kalması için halk kitlelerinin kontrol altında tutulması bu kliklerin tarihleri boyunca kendiliğinden oluşan rol paylaşımı ile mümkün olmaktadır. Biri iktidar olduğunda halka düşman ve diğeri de muhalefet olarak demokrat, halka yakın olmaktadır.
Burjuva kliklerin ittifaklarının yönü burjuva feodal düzenin, dolayısıyla baskı ve sömürünün ayakta tutulmasından ve devamından yanayken sözüm ona devrimci-demokrat ve ilerici parti ve örgütlenmelerin içerisinde yer aldığı (her ne kadar reddetseler de) seçim ittifaklarının yönü, bu baskı ve sömürü düzenini yıkmaya ahdetmek şöyle dursun, parlamentarizm olmaktadır. Bu bataklığa saplanıp kalmak da bu kesimin makus talihi gibidir. Gelinen aşamada seçim ittifakı olmadıklarını iddia etseler de bu biçimde somutlaştıkları bir süreç yaşanmaktadır.
İlki ağırlıklı gövdesini bileşenleriyle birlikte HDP’nin oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı iken diğeri Sosyalist Güç Birliği olarak kendisini deklare etmiş bulunuyor. Emek ve Özgürlük İttifakı Kürt sorununu, dolayısıyla demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmasını öne çıkaran bir tutum belirlemiştir. Sosyalist Güç Birliği ise emperyalizme karşı bağımsızlığı, gericiliğe karşı laikliği öne çıkaran bir vurguyla “cumhuriyet kazanımlarına” bel bağlamıştır.
Seçimlerin sadece bir uğrak olduğu iddiası seçim öncesi kurulan, seçimlerin ardından ise dağılan bu ittifakların kalıcı hale gelmeyecekleri, bu süreçten sonra da dersler çıkararak birer devrimci örgüte dönüşmeyecekleri açıktır. Reformist kuşatma seçimler öncesi oluşturulan ittifaklarla etkisini daha geniş kesimlere doğru yaymayı hedefleyecektir. Kuşkusuz ittifaklar üzerinden örgütlenen reformizm başta Kürt ulusu olmak üzere çeşitli milliyetlere ve inançtaki kesimlere kendi bayrağı altında toplanma çağrısı yapmaktadır. Baskı ve sömürü düzeninden çeken, bunalan tüm bu kesimlerin değişim isteğinin ancak ve ancak parlamento yoluyla olacağı vazedilmektedir. Böyle yaparak burjuva kliklerin baskı ve zorbalıkla, seçim ve sandık aldatmacasıyla ayakta tutmaya çalıştıkları düzenin “demokratikleşeceği” yanılgısı toplumsallaştırılmaktadır. Faşist diktatörlük ne seçim yoluyla ne de onu ayakta tutan bir dişlisinin iyileştirilmesiyle demokratikleşecektir. Bu türden ittifakların yönü Demokratik Halk Devrimine çevrilmediği sürece devrimden çıkarı bulunan kitlelerin mücadelesi bir anlık soluklanma ve rahatlama uğruna boğulacaktır. İbrahim yoldaşın “Kitlelere yol gösterecek komünist bir önderlik olmadığı için, halkın muhalefeti, gerici kliklerden bazen birinin, bazen diğerinin peşine takılmış ve çarçur edilmiştir” sözü komünistlere Demokratik Halk Devrimi programını, mücadele yöntemlerini, örgütlenme zorunluluğunu kaçınılmaz biçimde seçimlerin karşısına koyma sorumluluğu yüklemektedir. İşçi ve emekçi yığınları tam kurtuluşa götürecek, özgürleştirecek olan Demokratik Halk Devrimi programını yayma, kitlelerle buluşturma ve sınıf mücadelesini büyütme görevi tüm komünistlerin omuzlarındadır.