Sosyoekonomik yapı aynı zamanda kadın hareketlerinin niteliğine, özelliklerine ve biçimlerine yansımakta, harekete yön vermektedir. Kadın kitle eylemlerinin biçiminde ve içeriğinde özellikle kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olamadığı, feodal üretim tarzının tasfiye edilemediği yarı feodal ve emperyalizme göbekten bağlı yarı sömürge yapının özelliklerini görürüz. Devrimci mücadelenin zayıf, reformcu anlayışın etkin olduğu, revizyonizmin dört nala at koşturduğu koşullarda kadın hareketinde burjuva, küçük burjuva karakterin etkin olmaması düşünülemez. Emperyalist-kapitalist ülkelerdeki kadın eylemlerinin kopyalandığı ülkemizdeki eylemlerde, eyleme katılan kadınların hangi sınıfa ait olduğuna ya da bu hareketlere önderlik edenlerin ne yaptığına baktığımızda bu etki apaçık görülür. Sloganların, renklerin, mottoların, dansların, şiarların “karmaşıklığı”, komünist ve devrimci kadın hareketinin güçsüzlüğü kadın hareketine burjuva, küçük burjuva hareketlerin yön vermesinin bir sonucudur. Elbette devrimci ve komünist hareketin sorumluluğunu inkâr etmeden söylüyoruz bunu.
Bir yanda burjuva demokrasisine geçmiş ülkelerin kadınlarının sorunlarının ve taleplerinin küçük burjuva ve feminist hareket aracılığıyla bizim gibi ülkelerde aynen dile getirilmesi diğer taraftan bununla uyumsuz, bunun kapsamadığı ya da bir ölçüde kapsadığı, daha doğru bir ifadeyle burjuva tarzda kapsadığı, evden başını çıkarması dahi yasaklanmış, çalışma hakkı gasbedilmiş, okuma yazması olmayan, tarlada ilkel üretim araçlarıyla yaşamını idame ettiren kadınlar, merdiven altı atölyelerde 14-16 saat çalışıp asgari ücret dahi alamayan, patronun, ustabaşının, erkek işçilerin hem cinsel hem sınıfsal her türlü saldırısına maruz kalan kadınlar; sigortası yapılmayan, hiçbir iş güvencesi olmayan, her an işten çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya olan, mola kullanmasın diye bez bağlamak zorunda bırakılan kadınlar; tanesi 1 liraya, günde 20 lira kazanabilmek için evinde bütün gece türlü kıyafete boncuk işleyen, 20-30 liraya haftada birkaç apartmanın merdivenini temizleyerek yaşamını sürdürmeye çalışan kadınlar; haftalık 200 lira ya da daha azı bir parayla mutfakta aş kaynatan, ailesinin karnını doyurmaya çalışan kadınlar; dinî baskı altında hocanın, şeyhin emirlerine esir kalmış, bu esareti benimsemiş, buna körü körüne bağlanmış, hâlâ “kumalık” statüsünün, “gelinlik”, “kaynanalık” kurumlarının ve kaidelerinin geçerliliğini kabul eden, yasalara ve aslında her şeye rağmen erkek için çok eşliliğe boyun eğen, kadın cinayetlerinin bir toplumsal norm olarak gören kadınlar ve toplumun ağırlıklı çoğunluğunun böyle düşündüğü ve yaşadığı halk gerçekliği… İşte bu “karmaşa” ve çelişkili durum her türlü harekete de yansımaktadır. Bu durum Komünist Kadın Hareketini (KKH) örgütlerken mücadele edeceğimiz kaosa da işaret etmektedir. Bir yanda “orospuysam sana ne” şiarını bayraklaştırabilen bir hareket varken diğer yanda bununla çatışan, bunu sahiplenmeyen; ama cinselliği baskılanmış, tüm cinsiyet hakları elinden alınmış, ikinci sınıf insan olarak görülen, insana özgü hiçbir değere layık görülmeyen, devrimden başka kurtuluş yolu olmayan milyonlarca, on milyonlarca işçi ve köylü kadın kitlesi. Bu çelişkili durum tartışmamız, incelememiz ve kadınların gerçek kurtuluşu mücadelesinin gelişmesini tıkayan yanlış fikirlerle mücadele etmemiz açısından çok önemlidir. Doğru devrimci politika bu çelişkinin sınıfsal özü doğru kavrandığı ölçüde üretilebilir.
KKH’yi yaratmak için işçi-köylü kadınların gerçek sorunlarını özümlemiş, onların çıkarlarını savunan, öfkelerini taşıyan, onların damgasıyla mühürlenmiş ve onların devrimci eyleminin yolunu açan bir perspektife ihtiyaç vardır. Bahsini ettiğimiz çelişkili durum, kitlesel kadın hareketine yön veren bu “hal tarzı” (çözüm yolu) sadece dinamik kadın kitlelerini etkilememektedir ve aynı zamanda bu “hal tarzı” sadece bizde bir rahatsızlık uyandırmamaktadır. Kendi gerçek sorunlarını içermeyen; ama onlar adına onlarınmış gibi sunulan bu “hal tarzı”ndan en çok işçi ve köylü kadınlar rahatsızdır. İşçiler ve köylüler gerçek gündem ve taleplerini içermediği için bu tür hareketlere öfke de duymaktadır.
Etkilenme konusuna şunu da eklemek gerekir: Burjuva, küçük burjuva kadın hareketinden, aynı diğerlerinde olduğu gibi devrimciler, komünistler de etkilenmektedir. Bu çeşitli biçimlerde gerçekleşmektedir. “Erkek egemen”, “eril”, “cinsiyetçi” yaftası yememek için sınıf vurgusundan vazgeçenler dahi var. Feminist hareketin hükmünü sürdüğü, devrimci hareketin zayıfladığı şu 10 yılı aşkın sürede kendine devrimciyim diyenlerde feminist asimilasyon gerçekleşmiştir. Bu hareketler kadın sorununa karşı duyarsızlık eleştirisinden kurtulalım derken sınıf duyarlılıklarını, reflekslerini, devrimci iddialarını yitirmiş olduklarını ispatlarcasına kimlik siyaseti batağına saplanmış, kendi kendini inkâr noktasına varmışlardır. Artık bu durum bizim için çok açık bir biçimde inisiyatifi ele alma sorunudur. Bugün birçok alanda olduğu gibi kadın sorununda ve genel hareketinde de inisiyatif devrimci-komünistlerde değildir. Bunu değiştirecek bir politik hat yaratmak gerekiyor. Bunu yaparken feminist hareketlerden alkış toplamaya bakan, “kadın bakış açısından bakmak” adına sınıfsal olarak körleşen anlayışlara karşı ideolojik mücadeleye önem verirken işçi ve emekçi kadınlara yönelmeliyiz. Onların yıkıcı ve yaratıcı güçlerini açığa çıkarmalıyız. İşte bunu yapabilmek için hareket içindeki yanlış düşüncelerle mücadele etmeliyiz, yanlış fikirler düzeltildiği ölçüde işçi ve emekçi kadınlar devrime kazanılacak, inisiyatif devrimci-komünistlerin olacaktır.
Sosyoekonomik yapı toplumun kültürünü, yaşam tarzını, inançlarını, cinsiyet ilişkilerini belirler demiştik. Bir yanda yüzyıllar öncesine ait feodalizmin kalıntıları diğer yanda içinde bulunduğumuz Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağının hâkim üretim tarzı olan kapitalizm ve geleceğe hükmedecek olan proletaryanın hüküm süreceği toplumsal düzen ve tüm bu koşullar içerisindeki sınıflar ve kültürleri, kurumları, inanışları vs. Bu üç sınıf ve üretim biçiminin çelişkileri ve savaşımları içinde bulunduğumuz nesnel koşulları oluşturmaktadır. Tarihten tamamen silinme vakti çoktan geçmiş feodalizmin kalıntıları, anbean yaşadığımız çürümüş kapitalizm ve onun bağrında filizlenmiş, onu tarihten silecek mezar kazıcılarının kuracağı toplumsal düzen, işte bu üç gerçek olgu toplumlarda bir düşünce dünyası yaratmıştır. Bu düşünce dünyasını berraklaştırmak şarttır.
Bu “karmaşık” düşünce dünyasını berraklaştıracak olanlar KP ve komünistlerdir. Bir sorunun doğru çözümü, sorunu doğru tespit etmekle başlar. Proleter olmayan fikirlerin sökülüp atılması böyle başarılır.
KADIN SORUNU KADINLARIN SORUNUDUR
Kadın sorununun biçimsel (biyolojik) olarak kadın olanların sorunu olduğu düşüncesi vardır. Bu yanlış bir düşüncedir. Bu düşünce hem tüm toplumsal ilişkilerde hem de cinsiyet ilişkilerinde biyolojik farklılıklardan ileri gelen özelliklerle toplumsal yaşamın ürettiği eşitsizliği bir ve aynı kabul etmekle birlikte bu ilişkinin hem sınıfsal karakterini hem de bu sınıfsal karaktere bağlı olarak oluşmuş olan tüm yönlerini görememektedir. Lenin 1920’de “Kapitalizm ekonomik ve dolayısıyla toplumsal eşitsizlik ile biçimsel eşitsizliği birleştirir. Bu, kapitalizmin, burjuvazinin yandaşlarınca, liberallerce, yalanlarla gizlenmeye çalışan ve küçük burjuva demokratlarca anlaşılmayan temel özelliklerden biridir. Kapitalizmin bu özelliğinden, başka şeylerin yanı sıra şu sonuç çıkar: Ekonomik eşitlik için kesin savaşımla birlikte kapitalist eşitsizliğin açıkça itiraf edilmesi ve belirli koşullarda bu eşit eşitsizlik itirafının proleter devlet düzeninde bile temel alınması (Sovyet anayasası) zorunluluktur.” (Kadın Sorunu Üzerine s.61) demişti.
Bu eşitleme yaklaşımı kapitalist için çok kârlı bir iştir ona çok yönlü kazandırır ve burjuvazi “ekonomik ve dolayısıyla toplumsal eşitsizlik ile biçimsel eşitsizliği birleştirir”ken sınıf tam ortadan kadın ve erkek diye ikiye bölünür. Kadın bu koşullarda yedek iş gücü olarak erkek işçi için en büyük rakip ve tehdit işlevi görürken kadının biçimsel olarak sahip olduğu özellikler onun karşısına eşitsizliğin doğal, zorunlu kaynağı olarak çıkarılır. Üstelik hem kadının hem erkeğin hem bir bütün toplumun bu eşitsizliği doğal karşılaması ve bununla barış içinde yaşaması beklenir. Biyolojik olarak erkek olanı, biyolojik olarak kadın olana karşı esas olarak ekonomik açıdan eşitsiz kılarken bunun doğal nedenlerden olduğu algısını güçlü biçimde oluşturur. Ekonomik ve biçimsel olgular birleştirilirken eşitsizliğin ezilen tarafında olan kadınların bu sorunu sadece onların sorunudur anlayışına da bir alt zemin oluşmuş olur. Bilindiği gibi eşitlik kavramının kökeni Antik Yunan’a kadar dayanır. Apollonialı Diogenes “Değişmeye bağlı olan nesnelerden her biri bir başkasına eşit olamaz, çünkü eşit olması için onunla aynı şey olması gerekirdi” demiştir. Bir şeyin başka bir şeye eşit olması diye bir şey yoktur. Her şey özü itibarıyla aynı olsa da o aynı zamanda başkadır, her şey birbirinden farklıdır. Bu her şeyin özgün olduğu görüşüdür ve doğrudur. Ancak aynı zamanda özgün olanın içindeki evrensel kavranmadığında biçimsel eşitsizlik içindeki eşitlik de anlaşılmamış olacaktır. Bu şunun gibidir: Bir su şişesi ile başka bir su şişesi farklıdır, bu onun özgünlüğüdür; ama onlar su şişesi olmaları dolayısıyla aynıdırlar. Aynı zamanda her ikisi de madde olmaları dolayısıyla aynı özü taşıyor olmalıdır. İşte kadın sorununda da farklı cinsiyetlerin aynı haklarına sahip olmamasıyla somutlaşan durum kapitalizmin eşitsizlik üreten ekonomi yasalarının toplumsal yaşama yansımasıyla ilgilidir. O her ne kadar daha geri toplumlara göre kadınlara belli haklar sunsa da özü itibarıyla daha fazla kâr edebilmek için kadın ve erkeğin biçimsel farklılıklarını toplumsal eşitsizlikle birleştirmeye, kadın ve erkeğin zaten eşit olamayacağı fikrine yaslanmaya, “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesini geliştirmeye devam eder. Biyolojik olarak kadın olanla, ikinci insan olma, ikinci cins olma, ikinci sınıf olma, daha fazla ve çok yönlü sömürülebilir olma vb. bütünleşmekte, toplumsal eşitsizlik bu haliyle biçimsel eşitsizlik üzerinde temellendirilerek olağanlaştırılmaktadır. Kadın ve erkek olmak gibi olgular ön plana çıkarılırken insan olmak, bir sınıfa, aynı sınıfa ait olmak gibi olgular silikleştirilir ve bu “derin” ayrılıkta kadının kendi sorunuyla baş başa olduğu koşullar oluşturulur ve sınıf karşıtlığı görünmez kılınırken cinsiyet karşıtlığı temel konu olur. “Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi halk arasındaki “Her koyun kendi bacağından asılır” deyiminde anlamını bulan bir anlayışa da tekabül eder.
Güçlü bir komünist hareket yaratmak istiyoruz. Bunun için komünist hareketin kadın sorununu açıklayan, kadınların özgürleşmesine önderlik eden bir komünist kadın hareketi (KKH) yaratması gerektiği açıktır. Önderliği olan bir hareket gelişebilir, önderliği olmayan bir hareket ise her zaman dağılmaya müsaittir. KKH’ye bundan dolayı ihtiyaç olduğu başından beri net olmalıdır. Bu eksende yürüyen bir tartışma yapmalıyız.
Bu tartışmaya “KKH’nin gelişimini engelleyen nedir?” sorusuyla başlayalım. Üzerinde dururken özellikle kendimizi değerlendireceğimiz bu soru söz konusu görevin anlaşılmasında ön açıcı olacaktır. Bu sorunun ilk yanıtı çok çeşitli yanlış fikirlerdir. Bu yanlış fikirleri bulup açığa çıkartmak, bunlarla mücadele etmek, doğru fikirlerin hâkim hale gelmesini sağlamak, bunu KKH’yi yaratmak amacıyla birleştirmek tarihsel bir görev olarak bizi beklemektedir.
Mao “Bir şeye baktığımız zaman, onun özünü incelemeliyiz, görünüşünü ise sadece bizi kapının eşiğinde karşılayan bir şey olarak ele almalı ve eşikten içeri girdikten sonra da baktığımız şeyin özünü kavramalıyız. Güvenilir ve bilimsel olan biricik tahlil yöntemi budur.” (Seçme Eserler Cilt I, s. 155) diyor. Yanlış fikirlerin açığa çıkarılmasında temel yöntemimiz bu olmalıdır. Şunu unutmamalıyız ki KKH’nin gelişmesine engel olan yanlış fikirler ortaya konmadan, bu fikirler geriletilmeden başarı şansımız yoktur. Öyleyse, öncelikle inceleme yöntemimiz doğru olmalıdır. Bu olmadan yanlış fikirlerin açığa çıkarılması dahi mümkün olmayacaktır.
Yanlış düşünceler belli kaynaklardan beslenir. Aynı özden gelen bu kaynaklar çok çeşitli biçim ve kavramlarla karşımıza çıkmakta, desteklenmekte, temellendirilmektedir. Bu da bunların açığa çıkarılmasını güçleştirir. Bu nedenle karşımıza çıkan, popüler, yaygın veya genel kabul gören fikri ya da fikirleri doğrudan ileri ya da doğru fikir olarak kabul etmemeli, sorgulamalı, o fikrin ideolojik özünü, hangi sınıfa hizmet ettiğini muhakkak incelemeliyiz.
Kadın çalışmalarında bugün yanlış düşüncelerin iki temel çıkış noktası vardır: Birincisi, kadın sorununu sınıflar üstü, ideolojiler ötesi bir sorun olduğunu savunan görüştür. Bu anti Marksist görüş cinsiyet eşitsizliğini başlı başına ve ayrı bir sorun olarak gören yalnızca erkek egemenliğine dayandırır. Bu görüş kadın mücadelesini çeşitli ve karmaşık biçimlere sahip erkek egemenliğine karşı bir mücadele olarak değil de kaba bir biçimde “erkeğe karşı” mücadele olarak kavrar. Sorunun derinliğini ve farklı boyutlarını, özellikle de sınıfsal mücadeleyle ihmal edilemez ilişkisini kavramaktan uzaktır. Ataerkiyi sınıfsal mücadele içinde tanımlayamayan ve toplumlardaki temel çelişkileri kadının kurtuluşu önündeki temel engeller olarak görmeden mücadele etmeyi öngören bu görüş alt yapının üst yapıyı belirlediğini, ekonomik ilişkilerin tüm ilişkilerin temeli olduğunu, üretim ilişkilerinin toplumsal yaşamı ve insanın konumunu belirlediğini yadsır. Cinsiyetçiliğin kökenleri hakkında yanlış bir teze sahip olmasından ötürü kadın mücadelesi ona göre cinsiyetler arasındaki bir savaşımdan ibarettir. Bu görüş kadını merkeze koyan bir görüştür, ideolojik olarak burjuvadır, feminizmdir.
İkincisi bilindik, yaygın, kendiliğinden üretilen ve tüm devletlerce desteklenen, bugüne kadar hep desteklenmiş erkek egemen anlayıştır. Buna göre kadın ve erkek farklıdır ve eşit değildir. Erkek hem fiziksel hem de düşünsel olarak kadından üstündür ve eşit olamazlar. Kadının ve erkeğin doğuştan ve doğal yapılarından kaynaklı eşit olamayacakları düşüncesine dayanan bu görüş erkek egemen görüştür. Erkeği merkeze koyar: burjuva, feodaldir.
Bu iki görüşün de çıkış noktasında cinsiyetler vardır. Cinsiyetlerin içine doğduğu ve onları biçimlendiren sistem ise değinilip geçilen bir konudur. Farklı uçlardaki bu iki görüş birbirine taban tabana zıt durmalarına rağmen ideolojik köken bakımından aynıdır. Hangi noktadan yola çıkarlarsa çıksınlar hep aynı yere, kadının kurtuluşu sorununun gerçek çözümünden uzak burjuva fikirlere ulaşırlar.
Şimdi bu fikirlere dair birkaç soru soralım: “Zenginler ve yoksullar daima vardırlar ve daima var olacaklardır” gibi düşünceleri geriletmeden devrimci mücadele geliştirilebilir mi? Aynı yaklaşımla, “Kadınlar ve erkekler farklıdırlar ve eşit değillerdir” düşüncesini geriletmeden gerçekten komünist bir kadın hareketi yaratılabilir mi? “Kadın sorunu sınıflar üstü bir sorundur, kadının savaşı erkeğe karşı bir savaştır” düşüncelerinin yanlışlığı ortaya konmadan KKH yaratılabilir mi? Kadın ve erkeğin bilincine yerleşmiş olan ataerkil düşüncelerle savaşılmadan “eşitlik”, “farklılık” vb. kavrayışlar MLM bir bakış açısıyla sorgulanmadan, değiştirilip düzeltilmeden, sökülüp atılmadan gerçekten komünist olunabilir mi? Kadınlar sömürüldüklerinin farkına varmadan bundan kurtulmanın yolunu arayabilirler mi? Erkekler cinsiyetçi, eril anlayışın onları nasıl körelttiğini, zehirlediğini birer kadın düşmanına dönüştürdüğünü fark etmeden, bunun yanlışlığını kabul edip kavramadan, kendiyle bir savaşa girip değişme ve düzelme yoluna girmeden komünist olabilirler mi? Bütün bunların yanlışlığı kavranmadan toplumsal yapıyla gerçek bir hesaplaşmaya gidip tüm toplumsal yapıyı değiştirebilirler mi? Hayır, kesinlikle hayır.
Yanlış fikirlerle mücadelenin biri iç biri dış olmak üzere iki alanı vardır. İç ve dışımız, elbette birbirinden bağımsız olmamakla birlikte mücadele biçim ve niteliği bakımından özgünlükler içermektedir. İdeolojik mücadele bu açıdan çok yönlü olmak zorundadır. Bir yandan devrimci, demokrat, ilerici kurumlar aracılığıyla topluma yayılan yanlış fikirler, diğer yandan burjuva-feodal hâkim sınıflar tarafından pompalanan yanlış fikirler ve bir başka yandan ise KP içinde sürekli var olan komünist ve komünist olmayan fikirler arasındaki çelişki ve sürekli mücadele. Her biri açısından ideolojik mücadeleden asla taviz verilmemeli, özgünlükleri tartışmanın ana yönelimi bakımından göz önünde bulundurulmalıdır.
Biz burada içteki yanlış fikirlere yönelik bir tartışma yürütüyoruz. KP içindeki yanlış fikirleri (kadının kurtuluşu sorunu bağlamında) tartışırken bu fikirlerin dışımızla ilişkisini koparmamalıyız. Çünkü bu yanlış fikirler komünist saflara insan, burjuva-feodal toplumun ürünü olan insan vasıtasıyla ulaşmaktadır. Komünist saflardaki yanlış fikirlerin dıştakiyle hiçbir ilgisinin olmadığını varsaymak yanlış olacaktır.
KKH’yi geliştirmemizi engelleyen yanlış fikirleri nesnel gerçeklere dayanarak incelersek şu yanıtları bulacağız: KP içinde hangi yanlış fikirler vardır, kaynakları ve düzeltme yolları nelerdir? İçteki yanlış fikirlere baktığımızda kaynağını çoğunlukla ikinci çıkış noktasından aldığını görürüz. Her ne kadar “feminizmden etkilenme” ve “feminizme kayıldığı” belirlemeleri yapılsa da KP içinde feminizmden etkilenmek ya da feminizme kaymaktan kaynaklanan, kadını merkeze koyarak oluşturulan görüşlerden kaynaklı yanlış fikirlerin gelişmesi daha sınırlıdır. Ancak dönem dönem (yaşam şansı bulduğunda) bu kaynaktan beslenen yanlış fikirlerin de daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. 2010-2016 yılları buna örnektir. Ancak bugüne baktığımızda ikinci kaynaktan yani erkek egemen anlayıştan beslenen yanlış fikirlerin daha baskın olduğunu fakat tabii ki her iki durumun da çok büyük zararlar verdiğini görürüz. Lenin “Hiçbir zaman soyut gerçek yoktur, gerçek her zaman somuttur.” diyor. Bunun anlamı yanlış fikirlerin hayatta ve mücadelede bir eylem, bir olgu halinde olduğudur. Mao yoldaş “Uzun Süreli Savaş Üzerine” isimli makalesinde “Sorunları özel olarak ele almaya karşı olduğumuzu söylerken nesnel gerçeklere dayanmayan ya da onlara uymayan düşüncelere karşı olmamız gerektiğini kastediyoruz; çünkü bu düşünceler hayalcidir, yanlıştır ve bunlara uygun hareket etmek başarısızlığa yol açar.” diyor. Demek ki KKH’yi yaratmaktaki başarısızlığımızın kaynağında da “nesnel gerçeklere dayanmayan” ve “onlara uymayan” düşünceler vardır. Biz en ileriyi temsil etsek de düşünsel olarak en doğrusunu savunsak da pratiğimiz incelendiğinde karşımıza bu tür düşünceler çıkar. Kendimize karşı objektif olmalıyız. Örneğin tüm kadınların sadece kadın oldukları için aynı sömürüye uğradıklarını düşünmek nesnel gerçeğe dayanmayan bir düşüncedir. Çünkü küçük aile ekonomisine dayanan, burjuva-feodal toplumda yaşayan ve ücretli emeğini özgürce (kendi hesabına) satma hakkı olmayan, yatak odasıyla mutfak arasında kıstırılmış kadınla kapitalist toplumda işçi olan kadının sorunu, çelişkileri bir ve aynı değildir. Burjuva bir kadınla işçi bir kadının ya da köylü bir kadının çelişkileri, toplumsal konumları, ezilmişlikleri bir ve aynı değildir. Burjuva ve proleter kadının çelişkilerinin ve taleplerinin bir ve aynı olduğunu iddia etmek “nesnel gerçeklere dayanmayan” düşüncelere tipik bir örnek oluşturur. Yine evinin penceresinden başını dahi çıkarması yasaklanan ve çalışması, seçmesi, okuması, öğrenmesi engellenen kadınların önüne “ev içi emeğin ücretlendirilmesi” hedefini koymak nesnel gerçeklere uymayan düşüncelere tipik bir örnek oluşturur. Erkeğin hiçbir zaman cinsiyet eşitlikçi olamayacağı ya da devrimci-komünist partilerde ise erkek egemen olamayacağı fikirleri de buna örnek olarak gösterilebilir. Toplumsal yaşam ve mücadele böyle düşüncelerle bezenmiştir. KP’ler ise toplumsal yaşamın hem bir ürünü hem de bir parçasıdır.
KP içindeki yanlış fikirlerin kaynağı muhakkak ki parçası ve sonucu olduğu toplumsal yapıda ve bu toplumla KP’nin ilişkisinde aranmalıdır. Mao, “…ama her şeyi yapacak olan insandır” diyor. Tüm toplumsal yapının alt ve üst ilişkilerini değiştirecek olan insanın bilinçli eylemidir. Öyle ki KP’yi oluşturan da insan olduğu için, onu geliştirecek olan da içindeki komünist insanın bilinçli eylemi olacak. Bu görüşe bağlı olarak KP içindeki yanlış fikirlerin kaynağı insanların (kadın ya da erkek) erkek egemen veya feminist anlayışlı olmasıdır. Her iki anlayış da toplumsal ve tarihsel olarak sınıflı toplumun ürünüdür. Erkek egemenliği, kadının ikincil konuma düşmesi sınıfların oluşmasıyla başlamıştır. Buna bağlı olarak cinsiyetçiliğin sınıf çelişkilerinin çözülmesi ile silinmeye yüz tutacağını söyleriz. Kimilerine göre bir neden olarak görülen erkek egemenliğini komünistler bir sonuç olarak görürler. Engels bunu çok net bir biçimde ortaya koymuştur. Şu açıktır ki nedenler ortadan kaldırılmaksızın sonucun değişmesini beklemek büyük bir ahmaklık olur.
Erkek egemenliği çeşitli biçimlerde KP’lerde de vardır. Bunun nesnel zemini KP’nin aynı toplumsal yapıdan besleniyor olmasıdır. Toplumsal yapının gerici, eskimiş yanlarıyla mücadelesinde KP ileriyi temsil eder; ne var ki bu, ondan hiçbir şekilde etkilenmeyeceği ya da ondan hiçbir şey taşımadığı ve taşımayacağı anlamına gelmez. Aksine komünist olmak tam da bu bunun farkında olmayı ve sürekli bir mücadele içinde olmayı gerektirir. Bunun farkında olmayı ihmal eden ve mücadeleyi aksatan komünist kendindeki gericiliğe kaybetmeye mahkûm olur. Bu nedenle KP’lerin temel birimlerinde cinsiyetçi bakış açılarının etkili olabilmesi gayet mümkündür hatta bunun kesin bir biçimde söylenmesi de yanlış olmayacaktır: Tüm temel birimlerde cinsiyetçi bakış açıları etkin olur. Bu sürekli bir tehlikedir. KP toplumun genel yargılarından, eğilimlerinden, öğretilerden tamamen kopmadıkça, toplumsal bir devrimle birlikte yeni bir toplumsal kültür ve bilinç oluşmadıkça bu etkiyle mücadele etmenin zorunlu olduğunu bir ilke olarak kabul eder. Söz konusu etki nesnel gerçeğin bir yansımasıdır. Bu nesnel gerçeklikle mücadelede proleter bakış açısının, tüm ayrımcılıkların kökünü kurutacak sınıfsız toplum mücadelesinin belirleyici önemini yadsımadan, tam aksine kendi özgün ve doğru duruşunu buna dayandıran bir kadın hareketi için de bu mücadele zorunludur. Bunu ihmal eden her komünist kaçınılmaz olarak bir burjuva aydına dönüşür. Erkek egemen anlayışın sınıf ayrımcılığıyla ilişkisini kavramayan, bundan ötürü de bu anlayışın burjuvaca düşünmenin, yaşamanın güçlü bir biçimini doğurduğunu ihmal ederek hareket eden her komünist Lenin’in reformistler için ifade ettiği “bataklığa gitme”nin başka bir yolunda ilerliyordur. Biz reformistlerin gittikleri yolda özgür olduklarını rahatlıkla söyler ve onlara el sallamakta tereddüt göstermeyiz; ama komünist partisindeki aynı türden bir yolculuğa kayıtsız kalmamız, yolcularına da özgürlük tanımamız söz konusu olamaz. KP içindeki bu tür yolculuklar KP’yi tasfiye etmenin bir biçimi olarak değerlendirilip -elbette bu durumlarda da Lenin’in mücadelelerini örnek alarak- kökten, radikal biçimlerde reddedilmelidir. Yine Mao Aralık 1929’da “Parti İçindeki Yanlış Düşüncelerin Düzeltilmesi Üzerine” başlıklı makalesinde yanlış fikirlerin kaynağına ilişkin şunları söylemiştir: “…Temel birimlerin büyük ölçüde köylülerden ve diğer küçük burjuva kökenli unsurlardan meydana gelmesi ‘ve ancak’ partinin yönetici organlarının bu yanlış fikirlere karşı uyumlu ve kararlı bir mücadele ile üyeleri partinin doğru çizgisine uygun olarak eğitime konusunda da gösterdikleri başarısızlık.” Bugün aynı belirlemeyi kadının kurtuluşu sorununda KP’ye uyarlamak yanlış olmayacaktır. KP’nin temel birimlerinin erkek egemen anlayışa sahip köylü ve küçük burjuva unsurlardan oluşması ve partinin yönetici organlarının bu ataerkil fikirlere karşı uyumlu ve kararlı bir mücadele etmek, kadrolarının doğru çizgide eğitmek bir yana doğrudan bu fikirleri taşıyor olması onun içindeki kadının kurtuluşu sonuna dair yanlış fikirlerin kaynağıdır. Komünist fikirlerin gelişmesinin yolu bu durumdan kaynaklı tıkanma tehlikesi altındadır. Komünist iddiadaki bütün kişiler öncelikle kendilerinden başlayarak bu nesnel gerçeği değiştirmek üzere mücadeleye başlamalı, bununla savaşmaktan korkmamalıdır. Komünist insanın bilinçli ve kararlı eylemi olmaksızın ataerkil anlayışlar yıkılmaz. Böyle bir düzeltme hareketinin başarıya ulaşabilmesi için “Nesnel gerçekten yola çıkarak düşünceler, ilkeler, görüşler bulabilecek; planlar, talimatlar, siyasetler, stratejiler ve taktikler öne sürebilecek insanlara ihtiyaç vardır.” (Mao)
Devrimcilerin, komünistlerin toplumdan bağımsız olmadığını söylemiştik, toplumdaki sınıfsal temelimiz yani hangi sınıfa ait olduğumuz ve bugün hangi sınıfı temsil ettiğimiz, hangi cinsiyet kimliğine ait olduğumuz ve nasıl bir cinsiyet anlayışını temsil ettiğimiz düşüncelerimizin temellerini inceleyeceğimiz yerdir. Sınıflı toplumun içinden çıkıp gelmek ve o toplumun içinde yaşıyor olmak nesnel olarak bizi etkiliyor ve belirliyor olsa bile bunun değiştirilemez, sorgulanamaz görülmesi komünistler için kabul edilemezdir.
Değişimi kendinden başlatarak tüm topluma doğru en güçlü şekilde gerçekleştirebilecek olanlar komünistlerdir. Evet ait olduğumuz sınıflı toplum düşünce tarzımızı, bakış açımızı, kültürümüzü, benliğimizi, kişisel özelliklerimizi, yeteneklerimizi vs. belirler. Cinsiyet ilişkilerindeki toplumsal ve tarihsel edimler de sınıflı toplumlarda oluşmaktadır. Dolayısıyla yaşamın tüm alanlarında ve tabii mücadelede de cinsiyet eşitsizliğini ve bu eşitsizliği ortadan kaldırmanın yöntemlerini sınıflı toplumun verili koşullardaki gerçekliğini, görünümünü kavrayarak çözümleyebiliriz.
DEVRİMİMİZ İÇİN KADINLAR
Toplumsal cinsiyet ilişkileri ve rolleri sınıflı toplum ilişkilerinin yani ekonomik ilişkilerin kopmaz bir parçası ve sonucudur. Yaşadığımız Türkiye toplumu yarı feodal, yarı sömürge bir toplumdur; doğal olarak tüm diğer şeylerde olduğu gibi toplumsal cinsiyete dair bakış açımızda, kültürümüzde, değerlerimizde bu yarı feodal ve yarı sömürge yapının yansıması, damgası vardır. Biz kapitalist bir toplumda yaşamıyor, devrimi böyle bir toplumda örgütlemiyoruz. Biz yarı feodal, yarı sömürge bir toplumda yaşıyor ve böyle bir topluma özgü devrimi örgütlüyoruz.
Yarı feodal, yarı sömürge üretim ilişkilerine dayanan yani feodal üretim tarzı ile kapitalist üretim tarzının iç içe geçtiği, hem birbirinin karşıtı hem de birbirinin tamamlayıcısı karmaşık özellikleri barındıran toplumumuzdaki özellikler üst yapının tüm kurumlarında, kültürde, sosyal yaşamda kendini göstermektedir. Bu üretim tarzının içerdiği cinsiyet eşitsizliğini ve ezilenlerin yaşadığı çelişkileri ve yarattığı toplumsal sorunları ortaya koymak bakımından birçok şey söylenebilir. Çeşitli vesilelerle bu konulara dair yorumlar yaptık. Bu yazımızda yarı sömürge, yarı feodal yapıdaki Türkiye’de kadının kurtuluşu sorununun özgünlüğünü açığa çıkaracak belli birkaç gerçeğe yoğunlaşacağız. Bu soruna ilgimizin görece zayıflamasının da önüne geçmeyi umduğumuzu belirtelim. Kadın üzerindeki feodal baskının, aynı zamanda kapitalizmden kaynaklanan kendine yabancılaşmanın çok çarpıcı yanlarını işçi ve köylü kadınların yaşamından, toplumsal konumlarındaki çarpıklıklardan çıkarmak, görmek pek mümkündür.
Bakın Türkiye toplumunda aynen şöyle bir durum vardır: Bir yandan kadınlar ücretli emeklerini satabiliyorlar ve bu kapitalist üretim ilişkilerinin varlığını işaret eder. Diğer yandan ise kadının maaş kartı kocasının ya da babasının cebindedir. Bu da feodal üretim tarzının küçük aile ekonomisine bağımlı kadının konumunu gösterir. Tabii Türkiye’de hâlâ kadınların ağırlıklı çoğunluğunun çalışma hakkını kullanamadığını, ancak aile zorunlu durumda bunu kabul ettiği ölçüde üretim süreci içine girebildiğini unutmamak gerekir. Bu yarı feodal, yarı sömürge yapının özgünlüğünü gösteren yansımalardandır.
Düne kıyasla kadınların sevgili, nişanlı, erkek arkadaşlarının olması kapitalist üretim ilişkilerinin, bu ilişkilerin içeriğini oluşturan bireyci yaşamın kadınlara sağladığı kazanımların bir yansımasıyken evlilik halen kadın üzerindeki feodal baskının güçlü özelliklerini göstermektedir. Örneğin evlilik öncesi “cinsellik yasağı”nın sürmesi, hatta bazı bölgelerde çok katı bir biçimde sürdürülüyor olması feodal toplum kalıntısıdır. Akraba evliliğinin yaygınlığı, çocuk gelinler; bunlar feodalizmin kalıntıları, toprağa dayalı küçük köylü üretiminin tasfiye edilmemesi, kapitalist üretim tarzının gelişmemesinin yansımalarıdır. Kadınların önemli bir çoğunluğunun okula gidebiliyor olması kapitalizmin dünya çapında gelişmesinin ve bunun bir devamı olarak kapitalist üretim ilişkilerinin ülkemizdeki yaygınlığıyla ilişkiliyken hangi okula, hangi bölüme, okumak için hangi kente gidebileceğine ailenin, hatta aile reisinin karar vermesi ekonomik sebeplere dayanır. Bu sebepler tasfiye edilmeyen feodalizmin yansımalarıdır. Bunu şu biçimde de ifade edebiliriz: Yarı feodal, yarı sömürge toplumlarda da kadınlar dünya çapında gelişen özgürlüklerden ve haklardan yararlanma olanağı elde etmişlerdir. Ne var ki bu hak ve özgürlüklerin niteliğini belirleyen yarı feodal, yarı sömürge ülkenin yukarıda belirttiğimiz özellikleridir.
Bu durum karşımıza şöyle çıkar: Belli özgürlük ve hakları kadınlar için kabul eden ancak bu özgürlük ve hakların sınırlarını erkek ayrıcalıklarını koruyacak, erkeğin egemenliği sürdürecek biçimde organize eden bir sistem. Elbette bu netleşmiş bir tablo halinde gerçekleşmez. İstanbul Sözleşmesi olayında da tanık olduğumuz gibi kabul edilen hak cemaatlere dayanan bir toplumsal retle karşılaşabilir ve hak berhava edilebilir. İşte bu kadın karşısında birleşmiş ikiyüzlü burjuva-feodal sınıfların ortaklığıdır. Bu sistemde örneğin kadının giyinme özgürlüğü “erkeğin izin verdiği, istediği”, yarı feodal toplumun “kaldırabileceği” ile sınırlanmak istenir. Kadının boşanma hakkı erkeğin boşanma isteği, ailenin de onayıyla cendereye alınır. Kadının çalışma hakkı da benzer biçimde feodal ilişkilerle sınırlanır, ücretlerde eşitsizlik çok daha barizdir. Kadının ev ekonomisine bağımlı durumu esas olarak sürmektedir. Kadının konuşma hakkı dahi erkeğin sözünü kesmemesi, yüksek perdeden konuşmaması, sonunda erkeğin dediğinin kabulüyle sınırlanır. Kadının sokağa çıkması erkekle ya da güvenilir insanlarla olmakla sınırlanır. Bunlar ve kadınların yaşamını sınırlandıran diğer şeyler sistematik bir biçimde sürmektedir. Yönümüzü burjuva, küçük burjuva kadınlardan işçi ve köylü kadınların yaşamına yani ezilen milyonlarca on milyonlarca kadının yaşamına çevirirsek bunları çok daha açık görürüz. Bütün bunlarda görüldüğü gibi kadının toplumdaki konumu erkeğin ayrıcalıklarının hem feodalizme hem de kapitalizme (bürokratik ve komprador) özgü yanları, iç içe taşımaktadır. Bu Türkiye toplumunda kadın sorununun özgünlüğüdür.
KOMÜNİST PARTİ İÇİN KOMÜNİSTLER
Erkek cinsinin üstün, ayrıcalıklı konumu KP’ler içerisinde de varlığını belli biçimlerde sürdürmektedir. Ancak bu komünist anlayışın erkek egemen olmasından değil komünist anlayışın erkek egemen anlayışla mücadelesinin henüz tamamlanmamış olmasındandır. KP’lerdeki durumu sınırlı da olsa somutlaştırmak adına şunlar söylenebilir: KP’lerde kadının inisiyatifi kadınların alanıyla sınırlanabilmekte, kadın önderliği kadınlara önderlik olarak anlaşılabilmektedir. Kadınların ürettiği politikanın kadın kitlelerine yönelik politikalar olması gerektiği düşüncesi vardır. Kadın işin mutfağı dediğimiz alana hapsolurken teori, politika, askeri ve önderlik alanları kadınların eylem alanları olarak görülmeyebilmektedir. Kadınların fikirlerinin sorulduğu konu kadın sorunu olmaktadır; diğer konularda kadının fikrini sormak ihtiyacının çok sınırlı olduğu görülmektedir. Kadınların aldığı kararlara, ürettiği fikirlere, işaret ettiği çelişki ve sorunlara şüpheyle bakmak yaygın bir durumdur. Bu yaklaşımların tamamında erkek egemen düşünce vardır. O halde hem toplumsal hayatta hem de devrimci faaliyette bu anlayışlarla mücadele etmek, bu gibi yaklaşımların üzerine gitmek gerekir. Bu durum günümüz toplumuna özgü hem kadın hem erkek bir devrimci tipi yaratmaktadır. Bununla birlikte nesnel gerçeklik değişmez değildir ve değiştirilmek zorundadır. Değişim için verilen mücadelede ise kadın ve erkekleri ortaklaştıran ve ayıran belli noktalar vardır. Farklı ve yanlış fikirler kadın ve erkeklerin ortak mücadelelerini çok daha karmaşık hale getirmektedir.
Cinsiyet eşitsizliğinin kadın için bir soruna dönüşmesi, cinsler arasındaki ilişkide kadının eziliyor olmasından ileri gelmektedir! Peki cinsler arasındaki eşitsizliği üreten nedir? Kadın ve erkeğin biçimsel olarak farklı yani eşitsiz olmaları mıdır? Hayır.
İlkel komünal toplumlarda biyolojik farklılıklar kadının toplumsal konumunda bir ezilme sebebi değil bir avantajdı. Belli ki tarihte bir şeyler olmuş, işler kadınlar için ters gitmiş ve kadın toplumsal konumunu kaybetmiştir. İşte bu gelişme yani özel mülkiyetin ortaya çıkması daha önce biçimsel olarak farklı olanlar arasında eşitsizlik olmama durumunu değiştirmiş, fiziksel olarak farklı olanların toplumsal olarak da eşit olmamalarına, aynı haklara sahip olmamalarına neden olmuştur. Biçimsel olarak farklı olan kadın ve erkek ilkellik dönemlerinde doğaya karşı mücadelelerinde ortak iken doğaya galip gelmeleriyle birlikte birbirlerine karşı mücadeleye girmişlerdir. İşte bu mücadele esas olarak cinsler arasındaki bir mücadele değil özel mülkiyete kimin hâkim olacağını belirleyen taraflar arasındaki mücadeledir. Kadın mücadeleyi kaybetmiştir, kendisi bir özel mülkiyete dönüşmüştür. İşte bu mücadelede biçimsel farklılık, kadın için başta bir avantaj iken daha sonra eşitsizliğin temel sebebi olarak anlaşılmıştır. Bu doğru değildir. Evet biçimsel farklılığın toplumsal gelişme içinde hiçbir etkisi olmadığını söylemek kesinlikle doğru değildir. O bir etmen olarak vardır. Muhakkak ki biyolojik farklılıklar toplumsal yaşam örgütlenirken, değişirken, gelişirken bir unsur olarak işlev görmüştür. Ancak doğrudan toplumsal eşitsizliğin temeli, kaynağı olduğunu söylemek cinsiyet eşitsizliğinin sınıflar üstü bir sorun olduğunu söylemek anlamına gelir. Tarih ve toplum bilimleri bunun böyle olmadığını ispatlamıştır.
Toplumsal eşitsizlikle yani ekonomik eşitsizlikle biyolojik farklılığı bir çözüm perspektifinde bu biçimde birleştirmenin türlü görünümlerini günümüze bakarak incelersek gelişmiş toplumlarda da hiç azımsanmayacak düzeyde kadın ve erkek arasında biyolojik farklılığın cinsiyet eşitsizliğinin doğal kaynağı gibi anlaşıldığını görürüz. Bu “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesiyle de vurgulanmaktadır. Bir zihniyet, bir bakış açısı sorunu değil de biyolojik farklılıklardan beslenen bir “eşitsizlik” olduğu ileri sürülmektedir. Bu anlayışta biçimsel olarak birbirine benzeyenlerin diğerlerine karşı birleşmesi politikası söz konusudur. İşçi sınıfının kadın ve erkek olarak bu düzeyde ayrıştırılması tarihsel olarak kadın sorununun çözülmesini de içeren mücadeleyi ve tüm ilişkileri, her iki cinsi de birleştiren sınıfsal zemini karartmaktadır. Sınıf bilincinin zayıfladığı ya da olmadığı her yerde kadın sorunu “kadınların sorunu” olarak görülmektedir. Bu yaklaşımda biçimselliğe hapsolmuş bir inceleme, tanımlama, kavramlaştırma yani idealizm vardır.
“Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesinin arka planında, incelememiz gereken bir diğer yön ise erkeğin de daha ileri düzeyde gelişmesini de engelleyen toplumsal yapıyı görememek vardır. Kadın sorunu özü itibarıyla kadının emeğini, bedenini, duygularını, tarihsel birikimini, toplumsal konumunu bir bütün olarak içeren kadınlığının sömürülmesidir; kadının özel mülkiyete, metaya dönüştürülmesidir. İşte bu metalaşma sürecinde taraflar vardır. Sömürülen, metalaştırılan kadındır. Burada kadın çelişkinin bir yönünü oluşturmaktadır. Oysa sömürenler cephesi daha çatışmalı bir parçalar bütünüdür. Bu cephede bir yanda tüm iktidar organlarıyla, örgütlü kurumlarıyla, askeri ve siyasi yapısıyla, dinî, kültürel kural ve ritüelleri ile hâkim sınıflar vardır. Ve hâkim sınıfların tüm örgütlü gücü ile ayrıcalıklarını ve üstünlüklerini cinsiyetler arası ilişkide koruduğu ama toplumsal üretim ilişkileri içinde ise sömürdüğü biyolojik olarak erkek olanlar vardır. Öncelikle kavranması zorunlu olan hem kadınların hem de erkeklerin metalar dünyasında birer üretim aracı olduklarıdır. Onlar burada sömürüye karşı birleşmek zorunda iken kadının emeğinin, bedeninin, bir bütün olarak kadınlığının sömürüsünde erkek kendi hesabına çalışarak hâkim sınıf cephesinde konumlandırılmıştır. Bu, onun bilinçli ya da bilinçsiz toplumsal gerçekliğidir, toplumsal konumudur. Kadının yaşadığı çelişkiyi doğrudan yaşamadığı için “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi onda daha gelişmiştir. Kadın sorununun toplumsal niteliği doğru kavranmadığında ve erkeğin bu toplumsal yapı içindeki ikili durumu anlaşılmadığında “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesiyle hareket edilmektedir.
Toplumsal yaşamda erkeğin de kadının da emeği azgınca sömürülmektedir ve kadın ile erkek işçiler aynı sınıfa aittir. Peki cinsiyet ilişkilerinde erkek bu sınıfsal durumu göz önünde bulundurmadan sömürenler cephesindeki konumunu, “kadın sorunu kadınların sorunudur” diyerek korumakta ısrar ederse ve aynı zamanda işçi ve emekçi kadınlar “Bu bizim sorunumuz, erkek işçileri ilgilendirmez, biz kendi göbek bağımızı kendimiz keseriz” diye düşünürlerse bundan sınıf mücadelesi veya cinsiyet eşitliği mücadelesi nasıl etkilenir, nasıl bir seyir izler?
Şüphesiz her iki mücadele de olumsuz etkilenecek, başarısız olacaktır. “Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesinin altında hem burjuva-feodal düzenin “ekonomik dolayısıyla toplumsal eşitsizlikle biçimsel eşitsizliği birleştirdiğini” hem de bu sorunun esas olarak toplumsal bir sorun olduğunu kavrayamamak vardır. Kadın sorunu toplumsal bir sorundur. Toplumsal olan toplumu oluşturan tüm kesimleri o ya da bu oranda o ya da bu biçimde etkilemektedir. Bu toplumsal durumun ne nedenleri ne de sonuçları ne de bunların değişmesi sadece kadını bağladığı gibi bu biçime sokmak komünistler için kabul edilemezdir. Bu burjuva bir yaklaşımdır. Evet cinsiyet sömürüsüne maruz kalanlar esas olarak kadınlardır ancak “sömürenin” büyük parçasını oluşturan işçi ve emekçi erkeklerin de gerçek kurtuluşları için kadının metalaşmasına karşı, özel mülkiyet koşullarına karşı savaşmaları gerekir; kendi sömürülüşünü de koşullayan mekanizmadan ayrılmaları, sömürülenler cephesinde birleşmeleri gerekir. Burjuva toplumda bir işçi veya emekçi olmaktan çıkıp komünizme doğru ilerleyen toplumsal kurtuluş hareketinin bir parçası olmalıdırlar. Bunun sadece kadının kurtuluşu için değil tüm toplumsal kurtuluş için de bir zorunluluk olduğunu bilince çıkaran işçi ve emekçi erkekler burjuva toplumundaki “kadın sömürüsünün faili” olmaktan kurtulacaklardır.
Burjuva-feodal anlayış, sistematik olarak çeşitli farklılıkları üzerinden sınıfın bölünmesine çok büyük önem verir. Sistematik olarak halkın bilinci cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi vd. söylemlerle zehirlenirken burjuva ideologlarının eliyle bunun teorisi yazılır. Bu teorilerle ırkçılık siyahların sorunu, cinsiyetçilik kadınların sorunu, milliyetçilik ezilen ulusların sorunu haline getirilir. “Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi inceltilmiş cinsiyetçiliğin çok farklı biçimler alarak biyolojik olarak kadın olmayanları sorunun çözümünden dışlayan; çözüm iradesini bakış açısında, düşünme yönteminde, tüm sömürü biçimlerinden kurtuluşu amaçlayan sınıf bakış açısında görmeyen, bu anlamda gerçek çözüm iradesini çözüm yolunun dışına iten bir tarzda geliştirmiştir.
Kadın sorunu, esas bedelini kadınlar ödemekle birlikte toplumsal bir sorundur demiştik. Bunun anlamı cinsiyet eşitsizliğinin temel kaynağının ekonomik olması ve bu ekonomik eşitsizlik sürdüğü sürece kadının sorununun belli bir biçimde devam edeceği, cinsiyet eşitsizliği sürdüğü sürece de toplumun daha ileriye doğru gelişmesinin mümkün olamayacağıdır. Bunun nedenle “kadınlar için kurtuluş” dediğimizde hepten kurtuluştan, bir toplumsal kurtuluştan bahsettiğimizi bilmeliyiz. Bu mücadelede muhakkak ki, toplumsal konumlarından kaynaklı hem kadınlar için hem erkekler için farklılıklar vardır. Bu farklılıklar mücadelenin her aşamasında, her boyutta vardır. Kadın ve erkek toplumsal cinsiyet rollerinin bir parçası olan kendilerindeki özellikleri kendilerini de asla ihmal etmeyerek yok etmeye gitmelidir. Erkekler ayrıcalıklarından vazgeçerek ayrıcalıklı durumun tarihsel olarak da yarattığı ekonomik, siyasi üstünlüklerinden, bugünün ahlak dünyasından beslenen duygusal tatminden vazgeçmek, cinsiyet egemenliğine karşı çıkmak, bilinçle ve ısrarla bunun mücadelesini vermek: İşte bu, komünistlerin zorunluluğudur.
Kadın üzerindeki erkek egemenliğine karşı mücadele kadınlar için cinsiyete dayalı köleliğe karşı mücadeleyi içerirken erkekler için de cinsiyete dayalı efendilikten vazgeçmeyi içermektedir. Kölelik ve efendilik aynı düzenin ya da mekanizmanın unsurlarıdır, kurtuluş iki konumdan hareketle de mümkündür ve başarılmalıdır.
“Kadın sorunu kadınların sorunudur” demek, “Kürt sorunu Kürtlerin sorunudur” demek gibidir. Bir komünist hiçbir sorunu bu şekilde ele almadığı gibi cinsiyet eşitsizliğini de böyle görmez. Nasıl ki ulusal sorunda sorunu sadece ezilen ulusun sorunu olarak görmek, ezen ulus milliyetçiliğiyse ve bu anlama geliyorsa kadın sorununda bu ezen cinsiyet fetişizmi erkek egemen anlayış seviciliğidir. “Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi bunun kavranmamasından kaynaklanan bir düşüncedir. Bu düşünce aynı zamanda erkek egemen bakış açısından gelen ve çoğunlukla da benimsenen, sorunu erkek olarak kendi dışında tanımlayan, görevi tam olarak kavramayan, bir toplumsal sorunda özneliği keyfe göre, ben böyle istiyorum diyerek belirlemeyi benimseyen bir düşüncedir. Bu düşünce erkekler dünyasında cinsiyet eşitsizliğine karşı ilgisizlik, kadın sorununu küçümseme, kadınların durumu abarttığını düşünme, sorunu dışında gördüğü için canla başla çalışmama, kadınların devrimdeki rolünü küçümseme şeklinde kendini gösterir.
Bu yanlış düşünce “Cinsiyet eşitsizliğinde ezilen kesim kadınlardır, bu sebeple çelişkinin esas tarafı kadındır” fikriyle “karıştırılmakta”, “kadın sorunu kadınların sorunudur” yaklaşımından açığa çıkan hatalı pratikler, “kadın sorununda özne kadınlar” düşüncesiyle açıklanmaya çalışılmaktadır. Oysa çözümü getirecek yaklaşım kadında da erkekte de vücut bulabilir ve bulmaktadır da. Yukarıda ifade ettiğimiz yönleri ile birlikte kadın sorununda çözümün ezilen kadın koşullarını kavramaktan geçtiği doğrudur. Ancak bu özelde komünist erkeklerin genelde işçi ve emekçi erkeklerin sorumluluğu, anlamı, önemi olmadığı anlamına gelmez. Böyle yorumlanması ya feminist bakış açısından ya da erkek egemen bakış açısından kaynaklanıyordur. Bu yanlıştır. Bu sorunda “devrimci erkek tutumunun”, özel olarak komünist erkek tavrının iki yönlü sorgulanması gerekir: Birincisi, erkek olarak cinsiyetinin toplumsal özelliklerini taşıyor olmak, bundan kurtulmak yolunda gerçek toplumsal bir hesaplaşmaya girişirken kendini bundan ayrı görmemek; ikincisi, komünist olmak, cinsiyet rollerine karşı savaşmak zorunda olmak, değişmek ve düzelmek için komünist ilkelere bağlı bir bilinçle kadın sorununda kendi varlığını kavramak ve çözümü sahiplenmek… Burada şunu özellikle belirtmek gerekir: Nasıl ki kadınların cinsel özellikleri onların komünistleşmesinde onlara ayak bağı, zincir oluyorsa erkeklerin de cinsel özellikleri onların komünistleşme çabalarında pranga olmaktadır. Bu durumdan “Kadın sorunu kadınların sorunudur” denerek kurtulacağını sanmak açıktır ki körlüğe bile isteye devam etmektir.
Görüldüğü gibi cinsiyet eşitsizliği ne sadece kadınları etkilemektedir ne de sadece onları ilgilendiren bir sorundur. Çok köklü toplumsal bir sorundur, devrimimizin çözmesi gereken temel sorunlardan biridir. Komünistlerin dünya görüşü her koşul altında ezen ezilen ilişkisinde, haklı haksız savaşımında vd. nasıl konumlandıklarında anlaşılır. Bu açıdan her komünist ve hatta kadın sorununda devrimci tutumu benimseyen ya da benimsemek çabasında olan her kişi yerini doğru tanımlamalıdır. Böylece kadın olmadığı için kadın sorununu kendi sorunu, devrimin sorunu olarak görmemenin ya da bir sorun olarak görmemenin -ki “kadın sorunu kadınların sorunudur” anlayışının tipik bir yansıması sorun olarak görmemektir- yanlışlığı açığa çıkmış olur.
Bu fikirlerden arınma yöntemleri olarak öncelikle kadın sorununun toplumsal niteliğini, tarihsel köklerini kavratan, bu yönde araştırma ve incelemeye yönlendiren eğitim çalışmalarına ağırlık vermek gerekir. Bu çalışmalarda kadınların inisiyatifini açığa çıkaran, erkeğin kendine, cinsiyetinden gelen üstünlüğüne sorgulayıcı bir bakış açısıyla dönmesini sağlayan yöntemlerin izlenmesi yararlı olacaktır. Unutulmamalıdır ki “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi sadece erkeğin düşüncesi değildir. Bu fikir birbirine karşıt gibi duran şu iki yönde gelişim gösterir. Birincisi; “kadın sorunu kadınların sorunudur” denilerek soruna karşı sadece kadınların mücadele etmesini savunmak, başka kimseye sorunu sahiplendirmemek, ikincisi; “kadın sorunu kadınların sorunudur” diyerek görevi, sorumluluğu başından atmak.
Eğitim ve düzeltme çalışmaları ve tartışmaları bu her iki yöne de yönelik olmalıdır. Kadınların bu soruna “kadınların sorunu” biçiminde yaklaşmaları belli bir düzeye kadar olumlu görülebilir. Özellikle sorunun farkına varmak, her durumda bu eşitsizliğin izlerini görmek bakımından bu yaklaşım tetikleyici bir etki gösterir ve kadının kendi cins özelliklerinin gücünü, önemini, gelişim dinamiklerini, dolayısıyla soruna dair haklarını, taleplerini özümsemesi bakımından yararlıdır da. Ancak bu düşünce sorunun tüm yönleriyle kavramak, çözüm yoluna sokmak bakımından yetersizdir, özü itibarıyla yanlıştır. Bu durum bir kısım devrimci kadında da görülmektedir. Bu düşünce devrimci saflarda, devrimci kadınlarda sorunu kendi sorunu olarak sahiplenmeme, kendisinin dışındaki kadınların sorunu olarak görme biçimindedir. Devrimci kadınlarda hâkim bir durum olan, kendini kadın sorununu baştan sona yenmiş, aşmış görme hali devrimci kadının gerçekliklerden kopuk hezeyanları gibi durmaktadır. Bu durum onun cinsiyetçiliğe gözünü kapatmasına ya da doğrudan erkek egemen bir anlayışla cinsiyetçi düşünme ve davranmasına yol açmaktadır. Devrimci hareketin bu yaklaşımlardan da çok çektiği açıktır ve inkâr edilemezdir.
Bu yanlış fikrin düzeltilmesinde KP pratikleri ve fikir mücadeleleri özellikle önemlidir. Somut çelişkileri soruna dönüştürmek özellikle eğiticidir. Bu anlayışa tekabül eden sorunları eğitim çalışmalarının gündemi haline getirmek ve çözümler üretmek ilerlemenin, öğrenmenin kendisidir. Bu yanlış fikirlerin esas olarak siyasal geriliğinin bir ürünü, yansıması olduğunu da unutmamak gerekir. Bu sebeple eğitim çalışmalarında sınıflar mücadelesi tarihi, kadın mücadelesi tarihi hakkında başta Marksist klasikler olmak üzere okuma, inceleme ve ayrıca araştırma yapmak gereklidir. Bunu planlayan, örgütleyen, denetleyen ve bu konu üzerinde ciddiyetle duran bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. “KKH’nin yaratılmasına muhakkak ki tüm komünistler coşkuyla katılmalıdır” düşüncesi sahiplenilmeli, “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesinin kökü kazınıp atılmalıdır.
KADIN BİLİNCİ HAKKINDA
Bilinç toplumsal pratikten çıkar, büyür ve gelişir. Çoğu bilinç topraktan kendiliğinden çıkmış alazalar gibidir. Kendiliğinden yetişen yararlı bitkiler de vardır, zararlı bitkiler de vardır. İçinde yaşadığımız toplum sınıflı bir toplumdur. Türkiye yarı feodal, yarı sömürge bir ülkedir. İşte bu, bilincimizin, düşüncelerimizin yetiştiği topraktır. Bu toplumda halkın bilincinde gelişen fikirler de çoğunlukla burjuva-feodal pratiklerden gelir. İşte bu toprak burjuva-feodal bir anlayışla işlenmekte, halkın bilincine gerici, özel mülkiyetçi fikirler hâkim sınıf kurumlarının eliyle ekilmektedir. İşte bunlar zararlı fikirlerdir, bu fikirler öncelikle toplumsal yaşamın bir ürünü olarak kendiliğinden açığa çıkmış olsa da iktidardaki sınıfların niteliğinden kaynaklı zararlıdır ve onlar eliyle yayılıp büyütülmektedir. Ancak egemen olanın tüm çabasına rağmen bu toprakta kendiliğinden biten yoncalar gibi yararlı ve doğru fikirler de tarihin her aşamasında boy vermiştir. Bu her şeyin karşıtıyla birlikte var olması ile açıklanır. Sınıfın kendiliğinden bilinci topraktaki alazalar gibiyken toprak doğru ellerle işlendiğinde ayrık otların ayıklanması gibi yanlış fikirler de sökülüp atılabilir. Doğru fikirlerin gelişmesi bu sayede sağlanabilir. Bütün bu hareket, kendiliğinden bilincin kendisi için bilince dönüşmesindeki gibi bir seyir izler.
Burjuva-feodal toplum sömürüye dayalı bir toplumdur. Onda hâkim olan da sömürücü bir bilinçtir. Burjuva-feodal toplum erkek egemen bir toplumdur, onda hâkim olan da erkek egemen bilinçtir. Erkek egemen bilinç erkeğin birinci sınıf insan, kadınınsa ikinci sınıf insan olduğu anlayışına dayanır. Erkek kadın karşısında sınırsız haklara sahiptir. Kadını erkeğin ve erkek egemen toplumun kölesi haline getirir. Bu bilinç toplumun tüm üyelerine sirayet etmiştir. Erkek olanda bu bilinç kendini üstün ve ayrıcalıklı görme, bu bağlamda özgüvenli, tamamlanmış bir kimlik biçiminde yansımasını bulup gerçekleşirken kadında erkeğin efendilik haklarını tanıma, benimseme buna uygun şekillenme biçiminde varlık bulur. Bu durumda kadın zaten kendini erkekle eşit göremez. İşte bu noktada “Kadın bilinci nedir?” diye soracak olursak kadın bilinci öncelikle bu haksızlığın, bu eşitsizliğin farkına varmaktır. Kadına özgü hem toplumsal hem de tarihsel erdemleri gururla taşıyabilmektir. Cinsiyet kimliğinin ikinci insan olarak görülmesine bu farkındalıkla karşı çıkmak, bu tarihsel haksızlığa son vermek üzere konumlanmaktır. Kadın bilinci kadın olduğunun, ezilen cins olduğunun, bu cinsiyet kimliğinin farkındalığı ve duyarlılığıdır. Böyle tanımlandığında kadın bilincinin yanlış bilinç olmadığını söyleyebiliriz. Oysa kadın bilinci genel olarak böyle anlaşılmamaktadır. Aynı erkek egemen bilinçte olduğu gibi kadın bilincinin doğru kavranmaması devrimci mücadeleye çok ciddi zararlar verir.
Doğru Bilinci Pratikte Boğmak
Kadın sorunundaki eksik, yanlış kavrayışımız bilinen bir gerçek. Bu, soruna karşı ciddi bir duyarsızlık ve kayıtsızlığı beraberinde getiriyor. İlişkilerde-çalışmalarda bu açık bir biçimde yansıyor. Burada sorunun kadın bilincinin zayıflığından ya da olmayışından kaynaklanmadığı da yaygın bir düşüncedir. Kadın sorununda kadınların gerçek kurtuluşunun devrimde, Türkiye açısından bunun ilk aşamasının Demokratik Halk Devrimi’nde olduğunu, kadın sorununun sınıfsal bir sorun olduğunu temel kabul ettiğimiz ve doğru ideolojik-sınıfsal anlayışı savunduğumuz bir doğrudur. Ancak sorun genel olarak bu doğru ideolojik-sınıfsal temel ilkeye pratikte ne kadar bağlı olduğumuzdadır. Bu temel ilkeyi hayata uygularken karşımıza çıkan tablo kadın bilincinin içerilmiş olduğu komünist bilincimizin pek bir zayıf olduğudur. Kadınların devrime kazanılması, içerisinde gelişip örgütlenmesi ve daha ileri düzeyde kadınlar için bir silah haline gelmesi meselesine baktığımızda hiç de kadınların gerçek kurtuluşunun devrimde, devrimin gerçek zaferinin ise kadınların devrime kazanılmasında olduğunu kavrayarak hareket etmediğimizi görürüz. İşte bu esas olarak komünist bilincin zayıflığına, komünist bilinçte içerilmiş olan kadın bilincinin zayıflığına işaret eder. Kadın bilinci saf bir sınıftan kadınların bilinci değildir. O, denebilir ki her sınıftan kadınların cinsiyet bilincidir. Ve kadın bilinci kendiliğinden bir sınıf bilincine dönüşmez. Ancak o ezilen cinsin bilinci olması bağlamında demokratik bir içeriğe sahiptir. Biz kadın bilincinin bu demokratik muhtevasını savunur, hâkim sınıfların çıkarları doğrultusunda gelişmesine ve hizmet etmesine karşı çıkarız. Çünkü sadece işçi ve emekçi kadınların değil sınıfın bir bütün çıkarlarına zarar verecek olan sınıfları cinsiyet ekseninde birleştirme çabası ideolojik olarak düşmanımızdır. Komünist fikir ve bilinçte kadınların ezilen cins kimliğine yönelik bu demokratik içeriği savunmakta bir eksiklik varsa zaten orada burjuva bir yaklaşım var demektir. Bu açıdan kadının bilincinin demokratik, ilerici yönünü savunup sahiplenirken onun sınıf uzlaşmacı, cinsiyetçi yaklaşım ve içeriğine karşı çıkarız. Biz kadın bilincini esas olarak en fazla da ezilen işçi-köylü kadınları devrim saflarına kazanmak için destekler, onları burjuva kadınlardan ve onların cinsiyet emellerini, burjuva kadının cinsiyet emellerinden ayırırız. Kadın bilincinin bütünüyle demokratik bir muhtevaya sahip olmadığını, onun burjuva bir içerik barındırdığını da biliriz. Bu sebeple kadın bilincinin sınıf perspektifiyle işlenmesini, komünist bilince içerilmesini savunuruz. Kadın bilincinin ezilen cinsin kendi cinsiyet kimliğinin farkında olması ve onun duyarlılığı olduğunu söylemiştik. Komünist hareket içinde bu farkındalık ve duyarlılık henüz olması gerekenin gerisindedir. Öyle ki bazen bu gerilik sorunun kabulünün “istemeye istemeye” hatta “yüz ekşiterek” dile gelmesiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu farkındalık ve duyarlılık bazen de göstermeliktir. Bu sebeple tutarsız, ikircikli, duruma göre tavırlarla karşılaşabilmekteyiz. Oysa bu tarz bir bilinç komünist değildir ve komünist bilinç özü itibarıyla sonuna kadar devrimci tek sınıfın en üst bilincidir ve bunun da en azından yarısı “kadın pratiğinden” gelir.
Kadın bilinci konusunda yanlış fikirler çoğunlukla şu şekilde açığa çıkmaktadır:
1) Kadın bilinci komünist bilinçten farklı olarak ayrı bir bakış açısından doğan ve gelişen, kadın dışında kavranamaz, üretilemez bir bilinç olarak yorumlanıyor. Cinsiyetçiliğe ve dolayısıyla kadın üzerindeki baskıya karşı sadece kadınların verebileceği bir mücadeleyle son verilebileceği inancı da erkeği bu devrimci-demokratik mücadeleden uzaklaştıran siyasî tutum da bu yorumdan ileri gelmektedir. Komünist bilincin kadın bilincine yabancı, onu kapsamayan, onu görmezden gelen bir bilinç olduğu iddiasını içeren görüşlerin de kaynağı olan bu yaklaşım komünist bakış açısının “cinsiyet körü” olmasından hareketle ilk bakışta doğru görünür. Oysa söz konusu körlük olaylara bakış açımızla, değerlendirmelerimizde ve yöntemlerimizde cinsiyetin etkisiz olmasıyla ilgili bir körlüktür. Komünist bakış açısından “sınıf bakış açısı” veya işçi sınıfının çıkarları etkendir sadece. Bunun da “sömürülen son sınıf olma gerçekliğiyle” ilgili olduğu, bu konumdan ötürü sınıf bakış açısının “objektif olma zorunluluğu/kaçınılmazlığı” iddiası içerdiği açık olmalıdır. Tarihsel ve diyalektik materyalizm bilimsel bakış açısıdır, diyoruz. Devamla bu bilimsel bakış açısının öznesinin sömürülen son sınıfın çıkarlarıyla, hareketiyle objektif olarak uyumlu olduğunu ileri sürüyoruz. Bunun bilimsel felsefe, ideoloji olduğu iddiasının da temeli budur. Farklı cinsiyetlerin toplumdaki konumları, gereksinimleri, farklı durumlardan etkilenme dereceleri buradaki gibi bilimsel olanla “tam” bir örtüşme gerçekleştiremez. Bunu “işçi kadını” ayırarak ileri sürmemiz beklenebilir. Doğru olmakla birlikte burada belirleyici özellik cinsiyet değil işçiliktir. İşçi kadın işçi olmakla bilimsel olanla “tam” olarak örtüşebilir. Tarihsel materyalist yorumun insanlık için ortaya koyduğu görüş kadın ya da erkek veya her türden cinsiyet için “işçi sınıfının kurtuluşu ile tüm insanlığın kurtulacağı ya da kurtuluş yoluna gireceği”dir. Burada temel unsur “sömürünün sona ermesidir. Sınıfların varlığına dayanan sömürünün sona ermesi insanlık için her türden ayrımcılığın da sona ermesi ya da bu yola girmesi demek olacaktır. Komünist bakış açısının kadın kurtuluşunu içermediği fikri bu bakımdan sübjektiftir, yanlıştır. Bu durum somut gerçekler üzerinde anlaşılabilir, bu yaklaşımın kadın bilincini, kadının toplumsal konumunun, gereksinimlerinin ve aynı olaylardan farklı düzeylerde etkilendiği gerçeğini dışladığını söylemek ise doğru değildir. Aksine komünist bakış açısında her olay ve durum evrensel bir özellik içerdiği kadar özneldir de. Farklı cinsiyetlerin, cinsel kimliklerinden ötürü aynı baskıları veya koşulları kendince yaşayacaklarını ve kendince olanın ayrıca ele alınması gerektiğini bilir ve savunur. Bu sebeple pratiğe ve somut duruma vurgu yapıyoruz. Komünist bilinç işçi sınıfının sınıf bilinci olarak tüm olguları doğru çözümlememizi sağlar. Ancak bu söylemi genelleştirerek, “evrensel” olana aşırı yüklenerek öznel olanı yadsıyarak kendini kolayca gizleyebilen erkek egemen akla özel dikkat etmek gerekir. Çünkü o akıl komünist bilincin kadın bilincini kapsadığını çeşitli küçük burjuva hesaplarla göz ardı etmektedir. Kadın bilincini kapsamayan, cinsiyetçiliğe bağlı baskıyı, farklı gereksinimleri ve duygulanımları yadsıyan bir bilinç zaten tam bir komünist bilinç değildir. Bu sebeple her seferinde komünist bilinçte içerilmiş bir kadın bilincinden bahsederiz. Bizim dışımızda, bize rağmen bir kadın bilinci vardır ve hatta bu zaten genel olarak böyledir. Bu, kadınların kimliklerinin ne olduğunun, nasıl bir yaşam sürmek zorunda bırakıldığının, ezildiğinin, horlandığının, aşağılandığının, küçümsendiğinin farkında olmasını içeren kendiliğinden cinsiyet bilincidir. Kadın bilinci aynı zamanda kadına “has” olan tarihsel olumsuzlukların da ve hatta sınırlı da olsa bunun kaynaklarının da biliniyor olmasını içeriyordur. Bu bilincin varlığı, gelişmesi ve eyleme dönüşmesi komünistlerin reddedeceği bir şey değil tam aksine gelişmesi ve sınıfın kendisi için bilincinin içine alınmasını isteyeceği, bunun için çalışacağı bir bilinçtir. Mücadelenin en azından yarısı bu bilinci taşıyanlardan oluşur. Komünist bilincin mekanik şekilde, yaşayan, gelişen, canlı bir bilimsel düşünme yolu, yöntemi olarak kavramamaktan doğan ve bu sebeple erkek egemen anlayışa örtü olarak kullanılan “komünist bilinç” savunularına dikkat edilmeli, komünist bilincin birçok yön ve derinlik barındırdığı kavranmalı, komünist bilincin salt evrensel savunusuna karşı uyanık olunmalıdır.
2) Kadın bilincinin KP içerisinde birliği bozduğu, feminist bir anlayış olduğu savunusuyla kadın bilincine karşı çıkma… Bir kısım yoldaşımız için kadın bilinci sadece zararlı değil düşmandır da. Kadın bilincinin ne olduğu konusunda yaygın olumsuz fikirlerden ileri gelen bu anlayış özü itibarıyla erkek egemendir. Kadının ikinci sınıf görülmesinden kaynaklı onun düşüncesine, onun duygularına güvenilemeyeceği, kadının zekasının, becerilerinin erkeğinkinden geri olduğu anlayışıyla da birleşen, kadın bilinci gelişirse yıkıcı sonuçlar doğurur anlayışına varılabilmektedir. Bunun aynı zamanda fikirlerine, ideolojisine güvensizlik de barındırdığını söyleyelim. Bilinmektedir ki kadın, toplumumuzda “fitne eken”, “cadı”, “kötülük ve uğursuzlukların sebebi” olarak görülmektedir. Çok eski toplumların inanışlarından günümüze kadar gelmiş olan kadın hakkındaki olumsuz yargılar, kadının kendi cinsiyetinin bilincinde, tarihsel bilgisi ve deneyimi ile yaşamda var olmasını baskılamış, kadının tüm insanlık tarihi boyunca ya yokmuş gibi ya da insanlığın gelişmesinde bir “engel” gibi kodlanmasına yol açmıştır. Bu, varlığını bugün de yeni biçimlerde sürdürmektedir. Kadın bilincinin “birlik bozucu”, “yıkıcı” olacağı düşüncesi tarihî köklere sahiptir. Bilim dışı tarih yazını “fettan kadınlar” yüzünden çıkan savaşlar, yıkılan devletler, cezalandırılan uygarlıklar hikâyeleri ile doludur. Değil bir kadının bilinçli bir varlık göstermesi sadece fiziksel varlığı dahi yıkıcılığa neden olarak görüldüğü koşullarda kadın bilincinin doğrudan reddinin nedeni anlaşılır olmaktadır.
Erkek egemen toplumun tüm alanları bu düşüncelerle ya kadına kapatılmaktadır ya da kadının erkek egemen sınırlar içinde var olması istenmektedir. Aksi halde yıkım yaşanacağı, birlikte mücadele zemininin dağılacağı düşünceleri varlık göstermektedir. Burada birlik bozucu bir unsur olarak ezilen cinsin bilincini görmek; ama yine birlik bozucu bir unsur olarak ezen cinsin bilincini görmemek bu gibi fikirlere yol açar. Komünistlerin (kadın ya da erkek) cinsiyet eşitsizliğine karşı geliştirdiği her mücadele, ezilen safında her mevzilenme, bununla bağlantılı gelişen her refleks bu sebeple erkek egemen anlayışa çatmaktadır. Komünistlerin “kadın bilincinin” KP’nin erkek egemen yanlarına yönelmesi ve onunla çelişmesi normal olandan öte gerekli ve zorunludur. Bunun birliği bozduğu, ilişkileri zedelediği düşüncesi ise yanlıştır. Bu konu üzerinde çelişmek gelişmenin önünü açacaktır. Çünkü birliğin hızlıca bozuluyor olması kadın bilincinin güçlü olmasından, yıkıcılığından değil komünist bilincin zayıflığından, komünist bilincin kadın bilincini kapsamına alarak biçimlendirememesinden, ona sınıfsal bir nitelik kazandıramamasından ileri gelmektedir. Ya da erkek egemen bilincin kırılganlığındandır.
“Komünisti birazcık kazı altından bir filisten çıkar! Elbette onu duyarlı, yerinde kazımak gerekir kadın meselesi ile ilgili anlayışında.” (Kadın Sorunu Üzerine, İnter Yayınları, s.324) Clara yoldaş öyle diyor. “Birlik bozuculuğu” kadın bilincinde, ezilenin duyarlılığında, farkındalığında değil erkek egemen anlayışta esas olarak aramak, ibreyi bu yöne doğru bükmek, yayı bu tarafa doğru germek, oku o yöne doğru fırlatmak gerekmektedir. Erkek egemenliğini normalleştiren, kadının “doğal” gibi görünen eşitsizliğe karşı isyanını haksız gören yaklaşımlara karşı ibrenin kadın bilincinin gelişmesine doğru bükülmesi zararlı değildir. Eşitsizler arasındaki ilişkide eşitsizliği ortadan kaldırmak için yapılması gerekenler vardır. Bu erkek egemen anlayışın karşısına kadın bilincinin komünist bir perspektifle çıkarılmasıdır.
DOĞRU BİLİNCİ PRATİKTE BOĞMAK
3) Kadın bilinci hiç kuşkusuz kadının kendi pratiğinden ileri gelen bir bilinçtir. Bu bilincin “kadınlık” durumundan kaynaklandığını ve kadının maruz kaldığı her türden baskıdan, kadına yüklenen ya da kadının öteden beri taşıdığı sorumluluklardan beslendiğini söylerken de toplumsal olarak kadın pratiğinden söz ettiğimiz açıktır. Bununla birlikte söz konusu bilincin “dışarıdan” edinilemeyeceği ya da anlaşılamayacağı da söylenemez. İnsan kendi dışındaki gerçekliği kavrayabilir ve değiştirebilir olduğuna göre “kadınlıktan” ileri gelen bilinci bir erkeğin de edinme olanağı söz konusu olmalıdır. Bu nedenle kadın bilincinin sadece kadında mümkün olduğu fikrine itiraz edilmelidir. Bu düşünce yanlıştır. Kadın bilince kadın ya da erkek tüm komünistlerde olabilir ve hatta biz diyoruz ki bu bilinç komünistler tarafından özel olarak edinilmelidir ve daha ileri gidip diyoruz ki bu bilinç komünist bilincin bir parçası olmak zorundadır. Bir komünist, içinde yaşadığı toplumun hem tarihini bilmeli hem de temel özelliklerini kavramış olarak gelişmesini çözümlemiş olmalıdır. Yaşanan haksızlıkları, sömürüyü, acıları ve bunların kökenlerini incelemelidir. Bunu yaptığında ezilen cins olarak kadının acılarının, ızdıraplı yaşamının, sistematik olarak maruz bırakıldığı “zavallı yaratık” imajının onun kişiliğinde, düşünce dünyasında, psikolojisinde nasıl etkiler yarattığını, onda ne büyük hasarlara yol açtığını kavrayacaktır. Maruz kaldığı tüm bu baskıcı ve ezici yaklaşımlara özellikle emekçi kadınların ne büyük bir irade ile ayakta kaldıklarını, mücadele ettiklerini anlayabilir, bunu bilince çıkarabilir, bu kavgasının kadında biriktirdiği bilinci kavrayabilir. Bir komünist bu yönü de taşıdığı ölçüde daha güçlü bir kurtuluş mücadelesi vermek gerektiğini de anlayabilecektir. Buna bağlı olarak tüm komünistler kadın bilincini edinme ve taşıma zorunluluğunu özümseyebilecektir. Benzetirsek eğer ezilen ulus bilincini ezen ulustan bir komünistin taşımasını buna örnek alabiliriz. Kuşkusuz ezilen ulus bilincini “ulusal bilincin” bir seviyesine kadar taşımaktan söz ederiz. Bu bilincin ezilen ulus burjuvazisinin çıkarlarına hizmet etmeye başladığı seviye komünistlerin reddettiği seviyedir. Ezen ulustan bir komünist ezilen ulusun bilincini “tam hak eşitliği” seviyesinde tutar ve bu eşitlikten itibaren ezilen ulusun halkın çıkarlarını temel alarak devam eder. Bunun gibi kadın bilincinde de temel kabul ettiğimiz seviye halkın çıkarlarıyla, komünist bakış açısından daha net ifade edersek sınıfın çıkarlarıyla uyum seviyesidir. Kadın bilincini sınıf ayrımına dayanmaksızın “her şeyin üstünde” yorumlamak, mücadelenin merkezine taşımak, belirleyen özne fikir haline getirmek komünist bakış açısından uzaklaşmak anlamına gelir…
Temel yaklaşımımızı böyle tanımladıktan sonra sözünü ettiğimiz bilincin “insanlaşmakla” olan bağına değinmek yararlı olacaktır. İnsan farklı cinsiyetlerden meydana geldiği için insanlaşma süreci farklı cinsiyetlerin da anlaşılmasını gerektirmektedir. Böylece kadın bilinci dediğimiz farklı cinsiyetten ve doğal olarak gelişmiş bulunan cinsiyet eşitsizliğinden beslenen bilinci kavrayan komünist için aynı zamanda kendini çok daha ileri düzeyde insanlaşan, yeni insanın değerlerini, özelliklerini ve niteliğini kazanmak için ne yöne doğru değişmesi gerektiğini de anlayabilen kişi diyebiliriz.
Bütün bunların da özü itibarıyla pratik sorunlar olduğunu bilmek gerek: Söz konusu insanlaşma seviyesi ne söylendiğinde değil ne yapılıyor olduğunda anlaşılacaklardır.
Erkeklerin kendi cinslerinin nasıl bir sömürücü, tecavüzcü, şiddet faili, kadın düşmanı olabildiğini bilmesi, bunun “utancını” ve “ayıbını” taşıması kötü ve olumsuz değildir. Elbette bu durumun yine erkek oldukları için olmadığını, biyolojik, genetik, biçimsel yapılarının bununla ilgili olmadığını; erkeklik durumlarının, erkek egemen anlayışın bir toplumsal olgu olduğunu ve değiştirilmesi zorunlu bir devrim sorunu olduğunu bilmeleri de kötü bir şey değildir. İşte bu aynı zamanda kadının toplumsal durumunun farkındalığı, duyarlılığı anlamında kadın bilincidir. Bu farkındalık ve duyarlılık olumludur, iyidir. Cinsiyetlerin eşitliğini ve dolayısıyla toplumsal ilişkilerde cinsiyetsizliği geliştirmek anlamında karşıtına dönüşme olanağı demektir.
Tüm sınıflı toplumlarda hâkim olan cinsiyet bilinci erkek egemendir. Kadın ya da erkekte egemen olan bilinçtir bu. Biz bu bilincin karşısına zaten var olan; ama henüz sınıfsal bir öz kazandırılmamış olan erkek egemen bilincin karşıtı olarak nüksetmiş “ilkel” de olsa demokratik niteliğiyle kadın bilincinin çıkmasını olumlu, gerekli ve zorunlu olduğunu söylerken ataerkil düzenin daha tam bir ifadeyle burjuva-feodal düzeni bu bilinçle yıkacağımızı ise iddia etmeyiz, etmiyoruz. Hatta bu iddiaların “boş”, “saçma”, “hayalci” olduğunu söylüyoruz. Bununla birlikte “kadın bilinciyle ataerkil düzeni yıkamayız” diyerek cinsel olarak ezilenin bilincini reddetmek doğru değildir. Ataerkil düzende çifte sömürüye uğrayan, bu düzenin aynı zamanda taşıyıcı kolonu işlevini de gören kadınların sistemle çelişkilerinin derinleştiği bu noktada sisteme karşı konumlanmasının, kendi sorunları ekseninde de gelişmesinin gerekli olduğunu vurgulamış oluyoruz. Tohumun filiz vermesi gibi ezilen cins olarak kadında gelişen bu bilincin erkeğe ve tüm topluma doğru yayılması, ona sınıfsal bir içerik kazandırılmasının komünistlerin önemli siyasal görevlerinden biri olduğunu da buna eklemek gerekir. Ataerkil, burjuva, feodal toplumun tüm lekelerini taşırken komünist iddiadaki erkeklerin cinsiyetçi ayrıcalıklarından kopmaması, bundan yararlanmaya devam etme isteği kabul edilebilir mi? Bu noktada korkularını yenmesine, efendilik haklarının korunmasının yanlışlığını kavramasına, erkek egemen anlayıştan vazgeçmesine kadın bilinci yardımcı olacaktır. Özetleyecek olursak kadın bilincinin gereksiz ve zararlı olduğu ve hatta olmadığı düşüncesi bin yıllardır kadınlarla ilgili olumsuz, gerçek dışı yargılara, toplum ve tarih bilgisinin burjuva anlayışla aşındırılmış olmasına dayanmaktadır. Kadının insanlığın gelişmesindeki rolünün olumsuzlanmasına dayanan bir anlayıştan gıdasını almakta, kadınlara asla “güvenilmeyeceği” düşüncesinden beslenmektedir.
Bu yanlış düşünceleri düzeltmek için şunları yapabiliriz:
1) Cinsiyet eşitsizliğinin günümüzdeki ve toplumumuzdaki biçimlerini, toplumsal ve tarihsel köklerini inceleyen ideolojik ve politik eğitime ağırlık verilmelidir. Bilinç kavramı, komünist bilinç, erkek egemen bilinç ve kadın bilinci konularında öncelikle insanların ne düşündüğünü açığa çıkaran tartışmalar yürütülmeli, yanlış ve doğru fikirler saptanmalı, bunun için özel çalışmalar, toplantılar yapılmalıdır. Cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelenin hem toplumsal kurtuluş için hem de KP’nin gelişmesi için ne kadar önemli olduğunu kavratan tartışmalar ve eğitimler yapılmalıdır. “Kendi içinde” cinsiyet eşitsizliğinin nasıl ve ne biçimlerde açığa çıktığı somutlaştırılmalıdır. Kendindeki temel birimlerde kadın sorununun devrimin temel sorunlarından biri olduğu, bizimki gibi yarı feodal, yarı sömürge toplumlarda bunun çok daha özel bir nitelik kazandığı üzerinde durulmalı, bu konuda yoğunlaşılmalı ve okuma, araştırma inceleme içeren teorik çalışma yapılmalıdır. Bu herkesin temel sorumluluklarından olduğu sıklıkla hatırlatılmalıdır.
2) Yaşamın içinde bin bir ayrıntıda gizlenmiş tek tek parçalarla uğraşmakla sınırlı kalmadan ama bunları da gözden kaçırmadan; kadınların dışarıda “en ileri, bilinçli” görünüp evde, özel alanlarda ve özel yaşamda kadınlık rollerine ve görevlerine dönmesine karşı erkeklerin “dışarıda” “kadın sorununa karşı en duyarlı kişi” gibi görünüp evde, özel alanlarda, özel yaşamda, gözetim ve denetim alanından çıktığını düşündüğü yerlerde “erkek, baba, koca, efendi vb.” rollerine ve görevlerine dönmesine karşı devrimci kişilik, devrimci yaşam, devrimci ahlak ve devrimci kültür konuları kapsamında cinsiyet ilişkilerini ele alan devrimci yaşam tarzı ve kültürüyle bunun bağını kuran kadın ve erkekleri bu konuda eğiten çalışmalar yapılmalıdır.
3- Cinsiyet eşitsizliğinin mücadele içinde nasıl somutlaştığını ortaya koyduktan sonra bu konuda politikalar geliştiren, genelgeler, talimatlar, ilkeler oluşturan bir yöntem izlenmelidir. Bu konuda kurallar koymaktan çekinmemek gerekir.
Hayatın içine güçlü bir şekilde yerleşmiş ataerkil kültür, bilinç ve fikirlerle mücadele etmek kolay bir iş değildir. Hatta devrimci yaşam içinde bunların açığa çıkarılması, mücadele ile alt edilmeleri fazlasıyla zordur. “En devrimci benim”, “en iyi çözümleyen benim”, “siz anlamazsınız”, “siz zaten bilmiyorsunuz”, “en korkusuz, en cesur, en gözü kara benim” vs. gibi yaklaşımlarla, kadına sürekli kendini yetersiz ve başarısız hissettiren yaklaşımlarla mücadele etmek hiç kolay bir iş değildir. Bu yaklaşımlar kadınların benliklerini parçalamakta, kişiliklerini zedelemekte, kendilerine olan inançlarını kırmakta; inisiyatif alırken, karar verirken, düşünce belirtirken, öneride bulunurken ürkek, çekingen kalmasına yol açmaktadır. Devrimci saflarda bu durumlar her an yaşanabilmektedir. Bunu düzeltmek hem kadınları hem erkekleri bilgilendirmeyle, daha güçlü şekilde politikleştirmeyle mümkündür. Herkes bu sorunlar özgülünde uyanık ve açık fikirli olmalıdır. Cinsiyet eşitsizliği ciddi platformlarda tartışılmalı, konunun bayağılaştırılmasına, gelişigüzel, yüzeysel ele alınmasına, uluorta konuşulmasına izin verilmemelidir. Cinsiyetçilik ve tabii özel olarak kadın sorunu çok büyük bir sorundur ve içimizde her açığa çıktığı biçim ciddiyetle tartışılmalı, bu tartışmaların şaka konusu yapılmasına karşı da önlem almaktan çekinilmemelidir.
4- Cinsiyet bilincinin doğru bir düzlemde yani MLM bir hatta geliştiği sürece mücadeleye zarar vermeyeceği, mücadeleyi geliştireceği özel olarak tartışılmalı ve kavranmalıdır. Ataerkinin tüm kökleriyle kazınıp atılması gerektiği, bunun için sınıf mücadelesinin Demokratik Halk Devrimi aşamasında da büyük adımlar atmamız gerektiği ikirciksiz anlaşılmalıdır. Erkek egemen anlayışın ve feminizmin teorik düzlemde kökü kazınmalıdır. Bu anlamda yanlış fikirlere karşı ideolojik tavizler verilmemeli, zararları açık ve anlaşılır biçimde ortaya konmalıdır.
5- Erkek egemen anlayışla hareket eden, bunu sistematik olarak sürdüren ya da kadın bakışı, kadın rengi diyerek sınıf eksenini kaybeden, bu bağlamda körleşen tüm tartışmalara, eğitim çalışmalarına, uyarılara rağmen bu tutumunda ısrar eden, kadınlara karşı erkek egemen hareket eden, erkeklere karşı sınıf dayanışması, yoldaşlık ilişkisi anlayışından kopan, uzaklaşan yaklaşımlara karşı ve bu tutumunda ısrar etmeye karşı kadın ya da erkek olsun fark etmeksizin tavizsiz olmak ve bu yoldaşlar için özel programlar oluşturmak gerekir.
6- Kadın bilincinin, kadınların gerçekliğini kavramak dışında gerçek kurtuluş için yeterli olmadığı, olmayacağı, bu yöndeki bir görüşün feminizm olduğu açık bir şekilde ortaya konmalıdır. Bir yandan bu bilincin gelişmesinden korkmadan kadın gerçekliğinden ileri gelen bilincin sınıfsal bir perspektife kavuşması yönünde politikalar geliştirmeliyiz. Bunun anlamı cinsiyet eşitsizliğinde ezilen cinsten yana doğru politikalar geliştirmektir. Tüm çalışmalarda esas özne kadın olmakla birlikte yanlış fikirleri sadece onlara yönelik bilinç taşıyan politikalar geliştirerek ortadan kaldıramayız. O halde yanlış fikirlere karşı erkek işçi ve emekçilere yönelik politikalarda erkek egemen bilince karşı kadın bilincine dikkat çekebiliriz ve çekmeliyiz.
A) KADIN ÇALIŞMASINI SADECE KADINLAR YÜRÜTMELİ DÜŞÜNCESİ
Kadın çalışmasının sadece kadınlar tarafından yürütülmesi gerektiği düşüncesi “doluya koysan almayan, boşa koysan dolmayan” bir çalışma tarzı üretmektedir. Bu düşüncenin kökleri eskiye dayanır. Bu fikir de diğer fikirler gibi belli bir pratikten ortaya çıkmış, bugün birçok kesim için temel ilke haline gelmiştir. Toplumsal gelişme içerisinde kadınların mücadelesi kimlik mücadelesine dönüştüğü anda hareket de kadın hareketi halini almış “kadın çalışmasını sadece kadınlar yürütmeli” düşüncesi de adım adım ilkeye dönüşmüştür. Bu fikir, kadınları her gün cinsiyetçi saldırılara maruz bırakan, ev içi yaşamlarında sömürünün, baskının, saldırının başrolünde oynayan erkeklerle birlikte yürütemeyecekleri, yola ilk onlarla çıkmamaları gerektiği yaklaşımından çıkmış olmalıdır. Bu algısal bilgidir, dolayısıyla değerlendirmeden, birikimin imbiğinden, farklı çelişkilerle ilişkisinin çözümlenmesi sürecinden geçirilmelidir. Yani akıl süzgecine konmalıdır. Fikir ortaya ilk konduğunda bunlardan yoksundu, henüz ilkel bir nitelik taşıyordu. Henüz kadın sorununun toplumsal ve tarihsel kökenleri açıklanmamıştı, Marks ve Engels tarih sahnesine çıkmamışlardı. İnsanın, toplumsal yaşamın yasaları ile ilgili bilgisi sınırlıydı. Ancak bu sınırlılık içerisinde kapitalizmin şafağında sınıflar mücadelesi yeni bir nitelik kazanırken kapitalist sömürünün toprağında işçi sınıfı kasını ve sinirlerini meta üretmek için tüketirken kendini doğuruyordu. Bu doğum sürecinde toplumlar uyanıyor, ezilenler de çok yönlü bir aydınlanma yaşanıyordu.
Kadınların cinsiyetçi sömürüye, insan olarak görülmemeye karşı uyanışı da böylesi bir zamana rastlar. Kadınlar bu süreçte sınıfın bir parçası olarak kendi cinslerinin toplumsal konumunu da sorgular, ne olduğunun farkına varır, kadın olduğu için iki kat daha fazla ezildiklerini anlar. İşte bu koşullarda “yaşamak için çalışmak zorunda olma” şartının dayattığı gerçekler kadında ev ekonomisine bağımlı yaşamanın köleliğinin dayanağı olduğu fikri de beliriyordu. Kadının bu aşamada toplumsal hareketlerdeki konumu, kendi cinsel kimliği mücadelesi ekseninde değil ait olduğu sınıfın hareketinin bir parçası olarak yansıyordu. Tarihsel gelişmelerin belli bir aşamasında kadınlar ayrıca ve özel olarak cinsiyet haklarını da istemeye ve ayrı bir hareket olarak ilerlemeye başladılar. Bunun öncülüğünü burjuva kadınlar yaptı. Burjuvazi kendi sınıfının iktidarını kurmak, sağlamlaştırmak ve korumak için “özgürlüklere” ve bu bağlamda toplumsal desteğe ihtiyaç duyuyordu.
Bu “özgürlükler”den bir tanesini de kadınlara tanınacak haklar oluşturuyordu. Henüz bu aşamalarda ne burjuva kadınların hareketi burjuva sınıfının hareketinden kopmuş ayrı bir hareket özelliği kazanmıştı ne de işçi ve emekçi kadınların işçi sınıfından bağımsız bir niteliği vardı.
A. Kollontai bize bu konuda şunu söyler; “Kadın hareketinin başlangıcını, büyük bir olasılıkla, Fransız Devriminden ve Amerika’nın kendini İngiliz vesayetinden kurtardığı 1774-1783 arası devrim savaşından önceki dönemde aramamız gerekir.” İşte bu koşullarda, kadınlar kendi cinsel kimlikleri için “özgürlükler” isterken kadınlar olarak hareket etme de ön plana çıkıyor, sadece kadınların örgütlendiği örgütlerin, sadece kadınların katıldığı eylemlerin, sadece kadınlara hitap eden bildiri, propaganda araçlarının vs. temelleri buna paralel atılıyordu. Bir yanda işçi sınıfı doğumunu ilan edip bir sınıf olarak var oluşunu tarih sahnesinde çeşitli eylem ve mücadelelerle ortaya koyarken kadınlar da bu hareketin etkin bir parçası oluyordu. Ancak bir yandan da burjuvalar işçi sınıfının uyanışını kendi sınıf çıkarlarına yedekleyen bir hareket izliyordu. Burjuva kadın hareketi de bunun bir parçasıydı. Yine Kollontai yoldaş bu konuda şunu söylüyor: “Kadın hareketi kapitalizm için tipik bir çelişkinin sonucuydu; kadınların üretim içindeki büyüyen payı, onların toplum, evlilik ve devlet içinde süregiden ayrıma tabi tutulmalarına kesinlikle denk düşüyordu” ve bir başka yerde şunu ekliyor: “Özel olarak bağımsız bir ‘kadın sorunu’ yoktur. Burjuva toplumda kadını baskı altında tutan güç, sermaye ile emek arasındaki büyük toplumsal çelişkinin parçasıdır.” Buna bağlı olarak kadınların o şartlardaki her hareketi kendi sınıfının hareketinin kopmaz bir parçası durumundaydı. “…Bir kadın hareketi ortaya çıktı. Fakat bu hareket, başından itibaren taban tabana zıt iki akıma ayrılır; fraksiyonlardan biri burjuva kadın hareketinin bayrağı altında örgütlenirken diğeri işçi hareketinin parçasıdır.” (Aleksandra Colontai, Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu, İnter Yayınları) Kadın hareketinin daha başından “iki zıt akıma” ayrılması kaçınılmazdı, bu iki karşıt sınıfın farklı zıt dünya görüşünün de bir yansımasıydı. Bu durum tüm çalışmalarda da iki farklı ekseni, tarzı ortaya çıkaracaktı ve zamanla bu daha da gelişecekti. İşçi sınıfının kadınları daha pratiklerinin başında sınıf içgüdüsel bir refleksle kendi kurtuluşları ile sınıflarının ilişkisini kurarak sınıf hareketinin bir parçası olarak hareket ediyorlardı. Burada düşman olgusu belli bir netlik kazanmaya başlıyordu. Burjuva kadın hareketi ise sistematik olarak düzeni korumaya ve düzenin içinde iyileştirmeye yönelik hareketini oluştururken gittikçe daha örgütlü bir biçimde kadınların savaşımını erkeklere karşı bir savaşım haline getiriyordu. Bu durumu Kollontai şöyle açıklıyor: “Burjuva kadın hareketi, 19. yy’da burjuva erkeklerin politik hareketinden saptı ve şimdi artık ona yakın duran toplumsal katmanların yalnızca kısmi bir yansımasıydı.” (age, s.140)
Bütün bunlardan anlaşılması gereken şudur: Kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıkmasına bağlı olarak oluşan iki karşıt sınıf, burjuvazi ve proletarya, tüm toplumsal çelişkilerde iki karşıt dünya görüşünü oluşturur. Bu durum kadın hareketine şöyle yansır: Bir yanda cinsiyet eşitsizliğine karşı kımıldanmaya başlayan burjuvalar kadınların sorunlarının kaynağını gizlerken düzenleri içinde kadınlara kısmi haklar vermek zorunda olduğunu biliyor ve burjuva kadın hareketi bu sınırlar içinde bir harekete önderlik etmeye başlıyordu. Diğer yanda işçi sınıfı tarih sahnesine çıktığı andan itibaren bu sınıfın kadınları bu sınıfın hareketinin parçası oluyordu.
Burjuva kadın hareketi sorunun kaynağını hiçbir zaman sistemde görmediği için daha başında burjuva erkeklerin politik hareketinin parçası olduğu andan ve bu hareketten “kopup” bunun sadece kısmî bir parçası, aparatı haline geldiği aşamaya kadar düşmanını bulmakta her zaman bir bunalım içinde olmuştur. Onun fikir dünyası daha başlarda burjuva sınıfın çıkarlarını korumak, düzenin tesisine yardımcı olmak için kadınlara kısmi hakların tanınması biçiminde geliştiği için sermayenin henüz zayıf olduğu koşullarda mücadelesi “devrimci” bir nitelik taşıyordu. Kapitalizm iktidarını sağlamlaştırdıkça burjuva kadın hareketinin “düşman bulma” bunalımı büyüdü ancak bu noktadaki çözümü “esas düşman erkektir” bakış açısı bir “çığ” gibi büyüyen ve günümüzde daha da etkili bir nitelik kazanan kadın kurtuluş mücadelesinin bunalımına dönüştü.
Bugün dahi bu etkiden kurtulmak birçokları için zordur. Bu gelişmeye bağlı olarak burjuva kadın hareketi, ideolojik olarak insanlığın kurtuluşu yolunda olmadığını adım adım ispatladı. Baş düşmanın erkek olarak belirlenmesine bağlı olarak kadınların tüm hareketinin erkeksiz olması gerektiği görüşü daha da güçlü gelişme olanağı buldu. Ancak bu fikrin tüm tarihsel hareketi içinde hep yükselen bir rota izlediğini söylemek yanlış olacaktır. Sınıf mücadelesinin gelişmesine bağlı olarak burjuva kadın hareketi de dalgalanmalar yaşıyor, sınıf mücadelesinin keskinleştiği, geliştiği koşullarda etki gücünü kaybediyor, sınıf mücadelesinin zayıfladığı koşullarda yükselme eğilimi gösteriyordu. Bu bakış açısından gelişen düşünceler de elbette aynı seyir içindeydi. Erkeklerin hiçbir kadın çalışmasına katılmaması, kadınların ayrı örgütlenmesi, erkeklerin asla kadın sorunu hakkında konuşmaması yaklaşımları radikal feministlerde “dünyada erkeklere ihtiyaç olmadığı” düşüncesine kadar vardı. Bu bakış açısı öylesi bir “radikal” nitelik kazandı ki erkeksiz üreme teorileri yazılmaya, bunun zorunlu, gerekli olduğu savunulmaya başlandı. Savaş, şiddet ve sömürünün erkek yüzünden olduğu iddia edilerek dünyaya barışın ancak erkeklerin olmadığı koşullarda geleceği gibi görüşler ileri sürüldü.
Özetlersek; daha başından itibaren kadın hareketi iki karşıt sınıfın bayrağı altında toplanmış, hangi sınıfın bayrağının altında olduğuna bağlı olarak düşünceler, politikalar, ilkeler ileri sürmüşlerdir. “Kadın çalışmasını sadece kadınlar yürütmelidir” düşüncesi bu bağlamda burjuva kadın hareketinin ilk ilkel fikri olarak açığa çıkmakla birlikte bugün kadın çalışmalarının vazgeçilemez ilkesi haline gelmiştir. Oysa işçi sınıfının bayrağı altında gelişen kadın hareketi daha ilk aşamasından itibaren işçi sınıfının bir parçası olmuş ve kadının özgürlüğünü bu mücadeleden bağımsız görmemiştir. Doğal olarak komünistlerin “kadın çalışmasını sadece kadınlar yürütmelidir” gibi bir ilkesi yoktur. Bu tür bir hareketler geliştirmek koşullara, ihtiyaçlara bağlı değerlendireceğimiz pratik, taktiksel bir konudur. Kadınların devrime, KP saflarına kazanılması tüm komünistlerin sorumluluğudur. Kadın kitleleri içinde yapılacak her çalışma buna bağlı olarak en yararlı tarzla yürütülür.
Kadın çalışmalarının sadece kadınlar tarafından yürütülmesi gerektiği düşüncesinin kabul görmesinin nedeni ise toplumsal pratik açısından bir karşılığının olmasıdır. Kadınların erkekler karşısında, erkeklerin olduğu alanlarda varlık gösterememe ya da erkeğe tabi olma durumu kadınları “özel çalışma alanı” olarak gördükleri kadın çalışmalarına sıkıştırmıştır. Daha doğru ifadeyle: Kadınlar kadın çalışmalarını daha özgürce üretebileceği alanlar olarak tanımlanmıştır. Bu anlayış “Kadın çalışmalarının kadınlar tarafından yürütülmesi” gerektiği düşüncesini pekiştirmiştir, bu düşünce tipik iki karakter kazanmıştır. Birincisi, çalışmanın yürütücülerinin tamamen kadınlardan oluşması ikincisi, çalışmanın yöneldiği kitlenin de tamamen kadınlar olmasıdır. Erkek her iki yönde de bu çalışmaların dışında tutulmaktadır.
Erkeğin kadın çalışmasının dışında tutulması, “kadınlar erkeklerin yanında kendini ifade edemiyor”, “rahat hareket edemiyor”, “erkekler olduğunda kadınlar gelmiyor” vb. düşüncelerle savunulmaktadır. Çalışmanın yöneldiği kesimlerden erkeğin tamamen çıkarılması ise “esas özne kadındır”, “kadınların, kadına karşı saldırıların doğrudan faillerine yönelik çalışma yapması yanlıştır”, “kadının bilinçlenmesi esastır” vb. düşünceleri ile savunulmaktadır. Her iki durumda da savunulan düşüncelerin bir doğruluk payı vardır. Ancak bu belirlemeler eksik ve yetersiz belirlemelerdir. Çünkü aynı zamanda kadınların azımsanmayacak bir kısmı “erkeklerle çok daha rahat konuşabildiğini”, “erkeklerin kendisini kadınlar gibi yargılamadığını” vb. de söylemektedir. Aynı şekilde ikinci durumu da incelediğimizde kadın sorununda sadece kadınları değiştirerek, eğiterek, harekete geçirip örgütleyerek mücadeleyi geliştiremeyiz. Kadın sorununun gerçek çözümü için erkeklere yönelik bir politika da izlenmelidir. Aynı zamanda kadın sorununa karşı cinsiyet ilişkilerinde çelişkiler yaşayan, erkek egemen anlayışla çatışma içinde olan, değişmesi gerektiğine inanan erkek kitlesi işçi ve emekçi erkekler olduğu yadsınmamalıdır, bu her şeyden önce gerçeği inkârdır, toplumsal gelişmeyi reddetmektir.
Kadın sorunu ne erkeğin ne de kadının varlığından ya da doğal yapısından ya da genetik kodlarından kaynaklanmaktadır. Doğallığında mücadele erkeği bu alanın tamamen dışında tutarak gelişiyor olamaz. Basit bir mantıkla her iki cins yaşamın her alanında hem baş başa hem de karşı karşıyadırlar. Politika alanında onları birbirinden tamamen ayırmak, kadını bir fanusun içine yerleştirir gibi sadece kadın çalışmalarında görevlendirmek çözüme bir katkı sunmayacağı gibi tersten erkek egemenliğini sürdürmek, kadına kadınla ilgili konularla ilgilenme sınırları çekmek olur. Bu, kadının gelişmesine sağlamaz, onu kütleştirir, tıkar. Ama bu demek değildir ki kadın ve erkeğin özel konumuna uygun özel yöntemler, özel propaganda ve ajitasyonlar, özel araçlar geliştirmeyelim.
Birçok kadın hareketi tarafından kadın çalışmasının sadece kadınlar tarafından yürütülmesi gerektiği ve sadece kadınlara yönelik bir politik çalışma olması gerektiği düşüncesi ilke olarak görülmektedir. Bu ilkeye bağlı olarak ayrı örgütlenmeler kurmaktadırlar. Bizim böyle bir ilkemiz yoktur, olamaz. Bu kesinlikte söylediğimizde bizim Komünist Kadın Hareketi (KKH) yaratmak için, kadınları bu harekete çekmek için özel politika, propaganda ve ajitasyonu ve özel kadın örgütlenmelerini reddettiğimiz düşünülmektedir. Komünist ustaların sayısız kere vurguladığı gibi komünistler “Proletarya kadınların tam kurtuluşu için savaşmadan kendisini kesin kurtaramaz.” (Lenin) düsturuyla hareket ederler, bu sebeple devrimin tüm meselelerinde olduğu gibi kadın sorununun çözümü için canla başla çalışmak zorundadırlar.
Biz her ne kadar kadınların kurtuluşu için proletaryanın savaşmak zorunda olduğunu anlayış olarak savunsak da KKH yaratma sorumluluğunun sadece kadınlarda olduğu fikri de yaşamaktadır. Karşımıza çıkan her olumsuzlukta, yetmezlikte gözlerimizin kadınları ya da bir kısım kadın yoldaşları araması bundandır. Bu düşüncenin nedenlerini incelediğimizde ise karşımıza hazin tablo çıkmaktadır. Bu düşüncenin nedeni öncelikle devrim mücadelesinde kadının rolünün küçümsenmesidir. Bu karşımıza tam da kadın çalışmalarının önemsiz görülmesi ve görevin küçümsenmesi olarak çıkmaktadır. Kadının devrim mücadelesinde rolünün küçümsenmesi, kadın sorununun önemsiz görülmesi ise derinlemesine incelendiğinde kadının ikinci sınıf insan olarak görülmesine dayanmaktadır. İşçi ve köylü kadınların, bu yıkıcı büyük gücün devrimdeki rolünün küçümsenmesinden kaynaklı onların devrime kazanılması görevi de küçük görülmektedir. Kendini büyük işlere layık gören anlayış bu görevi küçümsediği için bu “küçük” görevi yerine getirecek “küçük işlerin insanı” olarak gördüğü kadınların bu görevi yerine getirmesi gerektiğini savunmaktadır. Bir kısım yoldaşların yaklaşımı gerçekten böyledir.
“Kadın çalışmasını kadınlar yürütmelidir” düşüncesi pratikte şu şekilde de açığa çıkmaktadır: Kadın çalışmalarını küçümseyen bir kısım yoldaşlar bu çalışmalarla ve bu çalışmaları yürüten yoldaşlarla aralarına bürokrasi bariyerleri oluştururlar. Hem konuyla çok ilgili görünür hem de bu konuda hiçbir şey yapmazlar. Bu yaklaşımla kadın çalışmaları hakkında sürekli “öyle olmalı, böyle olmalı”, “şöyle yapın, böyle yapın” biçiminde basma kalıp cümlelerle akıl verirken bu çalışmanın kendisinin de sorumluluğunda olduğu, KKH yaratmak için tüm örgütün, tüm gücünün çabasına ihtiyaç olduğu, yaratılması için KP’nin “öyle yapın, böyle yapın”dan çok daha fazlasına ihtiyacı olduğunu anlamamak çok büyük zararlara yol açmaktadır. Bu durum aynı zamanda işçi ve emekçi ezilen kadınlara karşı sorumsuzluğun yanı sıra devrime karşı ciddiyetsizliğin, sorumsuzluğun göstergesidir.
Erkek yoldaşlar bu çalışmalarda gerçekten tüm güçleri ile çalışmak zorundadır. Ne kadınlar için özel çalışma yürütmek, ayrı ajitasyon propaganda çalışması yürütmek ne de kadınların esas özne olması anlayışımız buna engeldir. Bu bir çeşit “dışlanmaya” karşı tepkisellik olarak ortaya çıkıyorsa (ki öyle olmadığı açıktır) bu politik olarak ne kadar geri olunduğuna işaret etmektedir. Erkek yoldaşlar ve kendini bu çalışmanın dışında gören bir kısım kadın yoldaşlar işçi ve emekçi kadınları devrime kazanma mücadelesine gerçekten tüm güçleri ile katılmak, çalışmak yerine alanlarda bu çalışmaları yürüten kadın yoldaşlara sürekli başarısız olunduğunu/olduğunu, “bu işin öyle yapılamayacağını” vb. söyleyip dururlar, kadın çalışmasına ne zaman ağırlık verilse “feminist olunacağı”, “feminizmden etkilenildiği”, “feminizme kayıldığı”na dair büyük tehlike üzerine çoğunlukla boş, temelsiz görüşler öne sürerler. Çalışmayı kendi çalışması olarak görmeyip çalışan yoldaşların önünde sürekli başka görevlerde koyarak tercih yapmaya zorlama, kadın çalışmasının tercih edilmesi durumunda yine “feminizme kaymayla” suçlama hep karşılaşılan durumdur. Çalışmaya destek olmak, işin bir ucundan tutmak bir yana sürekli çalışmayı boşa düşüren yaklaşımlara girerler. Bütün bu yaklaşımlar aynı zamanda “kadın çalışmasını kadınlar yürütmeli” düşüncesi ile eşgüdümlü ilerler. Bu ne yaman çelişki dedirten durum tam da burada açığa çıkmaktadır. “Kadın çalışmasını sadece kadınların çalışması” olarak görmeyen bir kısım yoldaşlar önce bu devrimci görevi küçümsediği için başından savmak” adına bu fikri savunur duruma düşmekte, daha sonra kadınlar bu çalışmayı yürüttüklerinde ya da birçok yoldaş büyük bir özveri ve gayretle bu çalışmayı yürüttüklerinde ise kadınların önüne başka görevler koymaktadırlar ya da her zaman öne sürebilecekleri daha “önemli” görevler vardır. Karşımıza yaman çelişki olarak çıkan feminist bir ilkenin en çok feminizme kayma uyarısında bulunan yoldaşlar tarafından pratikte uygulanıyor olmasına özel dikkat çekmek gerekir. Bu durum ilkelerin, fikirlerin küçük burjuva hesapçılıkla eğilip bükülmesi, komünist ilkelerin tutarlı bir biçimde hayata uygulanmaması oportünizmdir, buna karşı özellikle dikkatli olmak gerekir.
Clara yoldaş, şöyle demektedir:“… Görüşümce eğer her ülkenin komünist partisi erkekleri devrime yönlendirmede olduğu gibi aynı enerjiyle proletaryanın vereceği meydan savaşları için kadınları da kendine çekme, devrimci eğitimden geçirmezse, bu devrime ve devrim için kitlelerin harekete geçirilmesine muazzam zarar verecektir. Kadınları da bilinçli üyeler olarak devrime katmak ve eğitmek için çaba göstermeyen tüm yoldaşları, devrimin bilinçli baltalayıcıları olarak adlandırıyorum.” (Kadın Sorunu Üzerine, s.88, İnter Yayınları)
Şimdi bir karar verme zorunluluğu tüm devrimci iddiası olanların karşısında duruyor. Devrimin bilinçli baltalayıcıları mı olacağız yoksa Demokratik Halk Devriminin gerçekleşmesi, zaferi için tüm devrim güçlerini devrimin saflarına, işçi sınıfının bayrağı altında örgütlemek için fedakârca, canla başla, gücümüzün tüm sınırlarını zorlayarak çalışacak mıyız? Bu seçim bize doğrudan kadın çalışmasında nasıl konumlanacağımızın da yanıtı olacaktır.
Düzeltmek için şu adımları atmalıyız:
1- Proletarya, cinsiyet eşitsizliğine karşı neden savaşmalıdır? Kadınlar komünist saflara neden katılmalıdır? KKH’yi yaratma görevi neden tüm komünistlerin görevidir? Kadınların komünist saflardaki misyonu nedir? Erkeklerin komünist saflardaki misyonu nedir? Komünist kime denir, nasıl gerçek komünist olunur? gibi soruların cevaplarının arandığı eğitim çalışmaları yapılmalıdır.
2- “Kadın çalışmasını sadece kadınlar yürütmelidir” fikrine kaynaklık eden; “kadın sorunu sınıflar üstü bir sorundur, cinsiyet eşitsizliği sınıflar oluşmadan önce de vardır, aslında cinsiyet eşitsizliği her şeyin kaynağıdır, kadınların hükmü olsa dünya zaten sömürüsüz ve barış içinde olur” gibi anlayışlarla ilişkili olan, kadın sorununun kaynağını erkek olarak gören feminist anlayışların kökü kazanıp atılmalıdır. Yanlışlığı açık bir şekilde ortaya konmalı, komünist saflarda bu anlayışların belirtileri incelenmeli, izi sürülmeli, bu anlayışla hesaplaşılmalı, insanların bilincinden sökülüp atılmalıdır.
3- Yoldaşlarımızda açığa çıkan bu gibi yanlış fikirlerin kökenlerini anlamak için teorik olarak yetkinleşmeye, ideolojik olarak sağlamlaşmaya yardımcı olacak teorik çalışmalara önem verilmesi gerekmektedir.
4- İşçi ve emekçi kadınların devrime örgütlenmesi görevinin görevlerimizin bir parçası olduğunu ve bu yüzden ertelenemez olduğunu güçlü şekilde tartışmak gerekmektedir. Bu görevden kaçılması, bu görevin küçümsenmesi, bu görevin sadece kadınların ya da bir kısım yoldaşların görevi olduğunun düşünülmesi bilinçli ya da bilinçsiz böyle hareket edilmesi devrime büyük zararlar vereceği, bunun ideolojik bir sorun olduğu konusunda kadroların bilinçlendirilmesine önem verilmelidir.
5- Bu konuda eğitici broşürler, kitapçıklar hazırlanmalı, kadın-erkek katılımlı toplantılar, faaliyetler, eğitimler yapılmalı, bu çalışmanın deneyim ve tartışmaları yazılı hale getirilmeli. Tüm alanlarda bu konuda anlayış birliğinin oluşmasına özel önem verilmelidir.
D) KADIN ÇALIŞMALARINDA ESAS-TALİ AYRIMI
Tüm çalışmalarımızı esas-tali terazisine koyar ve değerlendiririz. Bazen bu terazinin farklı mekanizmalarla kurulduğuna şahit oluyoruz. Ülkemizde baş çelişki, devrimimizin acil görevleri, hedef kitle gibi birçok belirlememiz vardır. Bu terazi buna uygun tartar ve bir veri sunar. 11 ilkeye bakacak olursak da aynı kıstaslarla belirlemeler yapıldığını görürüz. Biz çoğunlukla daha lokal belirlemeler için bu tartıyı kullanırız: Üniversite gençliği mi, lise gençliği mi? X üniversitesi mi, Y üniversitesi mi? A fakültesi mi, B fakültesi mi? gibi. Özenli bir incelemeyi gerektiren bu tercihler bizim devrimimizin niteliğini ne kadar anladığımızı gösterir. Bunu kadın çalışması için konuştuğumuzda bugün maalesef Yayın çalışması mı?, Kadın çalışması mı? Semt çalışması mı? sorularında kaldığımızı görüyoruz. On yıllardır ısrarla işçi ve emekçi kadınların örgütlenmesinin kadın çalışmamızın ana damarını oluşturduğunu söylüyoruz. Bu ne yayın ne semt ne de gençlik çalışmasına ters düşer. Hepsi aynı özden beslenen onlarca gerekçe öne sürülerek kadın çalışmasının kendisi için esas olmadığını anlatır yoldaşlarımız. Muhakkak ki her bir insan, bir alanda görevlendirilmeleridir ve sorumluluk aldığı bu alanlarda çalışmalarını en iyi şekilde yapmaya çalışmalıdır. Her çalışmanın daha etkin ve verimli olabilmesi ve görev alan kişilerin sorumluluklarının doğru tanımlanması güçlü bir çalışma için zorunluluktur. Görev dağılımının olmadığı her çalışma ortada kalmaya mahkûm hale gelir. KP’lerde de tüm çalışmalar temel stratejisine bağlı sınıflandırılmış ve planlanmış insan gücü de buna göre düzenlenmiş olmalıdır. KP’lerde kadın çalışması yürütmek üzere kurulmuş ayrı bir kadın örgütlenmesi yoktur. Ancak ayrı bir kadın örgütünün olmaması KP’lerin kadın çalışmasının olmadığı, olmayacağı anlamına mı gelmektedir? KKH’yi yaratmak üzere ayrı bir kadın örgütlenmesine gitmeyen KP’nin böyle bir görevi yok mudur? Bu durum KP’nin KKH’yi yaratmak için politikasının olmadığı anlamına mı gelmektedir? Bütün bunlar kafaları kurcalayan önemli sorulardır ve bu soruların kadın çalışmasında esas-tali ayrımı ile doğrudan ilişkisi vardır. Çünkü bu görevler ve görevlerin sınıflandırılması, sıralanması ile ilgilidir. Bu çerçeve içerisinde şu soruların yanıtlarını bulmaya çalışmalıyız: Ayrı bir kadın örgütlenmesi olmayan KP’de görev dağılımından ne anlaşılmalıdır, kadın çalışması kimin görevidir, KKH’yi yaratma görevinde esas-tali ayrımı nasıl yapılmaktadır, nasıl yapılmalıdır? Tüm çalışmalar içinde kadın çalışması kimin esas görevidir?
Esas ve tali çalışma alanlarının saptanması hiç kuşkusuz şartlardan ve devrimin somut sorun ve görevlerinden ayrı değerlendirilemez. Komünist Kadın Hareketinin yaratılması ve yönetilmesi görevi için de tartışmanın buradan sürdürülmesi gerekir. Elbette bu tartışma için kadının kurtuluşunun esas görevlerden biri olarak kabul edilmiş, özel önemde bir çalışma alanı olarak saptanmış olması gerekir. Bunun devamında görevi omuzlayacakların kimler olduğu ve bu görevin nasıl omuzlanması gerektiği üzerinde durulabilir. Bu tartışmada Komünist Partisinin şartları açıktır ki belirleyici önemdedir. Bu nedenle değerlendirilmesi gereken ilk şey Komünist Partisi bakımından nesnel gerçekliğin ne olduğudur. Çünkü KP’nin gerçekliği verili koşullardan ayrı değerlendirilemez. Onun gerçekliği şudur: Az sayıda ve esas olarak deneyimsiz kadroyla büyük işleri başarma sorumluluğu taşıyan, bununla beraber ve buna rağmen deneyimsizliği deneyime, bilgisizliği bilgiye, güçsüzlüğü güce dönüştürecek bilimsel yöntemin varlığı. Yapılması gereken çok iş vardır, bu işleri yapacak kadroların deneyimi ise sınırlı, niteliği zayıftır. Bununla birlikte çok fazla görev, çok fazla çalışma alanı vardır. İşte tam da bu ağır koşullarda stratejik hedeflere sıkı sıkıya bağlı bir berraklaşmaya, sadeleşmeye gitmek gerekir. Peki bunu nasıl yaparız? Berraklaştırmak fikirsel karışıklıkları gidermek, doğru ve yanlış fikirleri ortaya çıkarmaktır. Basitleştirme kolay olandan zor olana doğru bir yol izlemektir, sadeleştirmek ise çoklu görevler içinde stratejiye bağlı merkezî veya acil görevlerden yerel olana doğru hareket etmek demektir. İşte bunların tamamı esas ve tali ayrımını yapabilmek ile ilgilidir.
Kadın çalışmalarını ele alırken hâkim olan esas ve tali ayrımına bakacak olursak yukarıda sıraladığımız gerekçeler nedendir bilinmez genellikle kadın çalışmaları söz konusu olduğunda ortaya çıkar. Farklı farklı çalışma alanlarında faaliyet yürüten yoldaşlarımız hep bir ağızdan bu sebepleri öne sürerek kadın çalışması yürütmekteki yaklaşımlarını, isteksizliklerini ifade ederler. Dikkate değer bir yön ise bunu, yani yukarıda sıraladığımız gerekçeleri dile getiren yoldaşların çoğunlukla kadın yoldaşların olmasıdır. Kadınlara bunu söyleten nedir diye sorgulamadan geçmemeliyiz. Bu durum kadın çalışmalarının esas olmadığının neredeyse sürekli hatırlatılmasından ileri geliyor olabilir. “Söyleyene değil söyletene bak” diye bir deyişi var halkımızın. Deyiş tam olarak bu durumu açıklar.
Erkekler, erkek oldukları için ve “kadın çalışmalarını kadınlar yürütmelidir”, “kadın sorunu kadınların sorunudur” ve “esas özne kadındır” diye düşündüğü için zaten bu görevi esas görevi olarak görmezler. Komünist Kadın Hareketini (KKH) yaratma sorumluluğunun onların esas sorumluluğu olmadığını düşünürler. Kadınlar ise zaten başka alanlarda da önemli sorumluluklar üstlendikleri için kadın çalışması onların ek işi, yan işi, angarya gibi durumuna gelmektedir. Bu durumda KKH’yi yaratma sorumluluğu onların da esas sorumluğu değildir. Her iki cins için de durum fiilen böyledir. Bu her iki cins için böyledir. Komünistler için durum böyle midir? Peki KKH’yi yaratma görevi esasta kimin görevidir? Herkesin KKH’yi yaratmanın dışında başka bir esası olduğuna göre kadın çalışması, KP’nin hiçbir temel biriminin ve insanının esası değildir, kimsenin böyle tanımlanmış bir görevi yoktur! Durum gerçekten böyle midir inceleyelim, sorgulayalım, çözümleyelim.
Ustalar bize şu özlü şeyleri söylemiştir bu konu hakkında:
“… Çünkü her ülkede en zor şeylerden biri kadınları harekete geçirmek olmuştur. Ancak emekçi kadınların büyük bir bölümü buna önemli ölçüde katılmadıkça sosyalist devrim olmaz.” (Lenin, Kadın Sorunu Üzerine, s. 40)
“Proletarya kadınların tam kurtuluşu için savaşmadan kendisini kesin kurtaramaz” (age, s. 60)
“Çünkü kamusal hizmette, miliste, politik yaşamda kadınlara yer vermeksizin, kadınları o köreltici ev ve mutfak atmosferinden çıkarmaksızın, hiçbir gerçek özgürlük güvenceye bağlanamaz, sosyalizm şöyle dursun demokrasi bile kurulamaz…” (age, s.67)
Stalin İşçi ve Köylü Kadınlar 1. Kongresinin 5. yıl dönümünde bu kongrenin olağanüstü bir öneme sahip olduğunu vurguladıktan sonra şunları belirtmektedir: “Bazı kişiler bunda olağanüstü hiçbir şey olmadığını, partinin kadınlar da dahil kitlelerin politik eğitimi ile her zaman uğraştığını, partinin işçilerin ve köylülerin saflarından sağlam kadrolara sahip olur olmaz ciddi bir anlam taşımayacağını düşünebilirler. Bu düşünce tarzı tamamen yanlıştır. Şimdi iktidar işçilerin ve köylülerin eline geçtiği için emekçi kadınların politik eğitimi birincil öneme sahiptir. (age, s.76)
“İnsanlık tarihinde, ezilenlerin hiçbir büyük hareketi, emekçi kadınların katılımı olmadan yürümemiştir. Ezilenlerin arasında en ezilen olan emekçi kadınlar, özgürlük eyleminin büyük yolunun kenarında kalmadılar ve kalamazlardı. Kölelerin kurtuluş hareketi, bilindiği gibi yüzlerce ve binlerce büyük kadın şehit ve kahramanı yaratmıştır. Serflerin özgürlüğü için savaşanların oluşturduğu sıralarda on binlerce emekçi kadın vardı. Ezilen kitlelerin kurtuluş hareketinin en güçlüsü olan işçi sınıfının devrimci hareketinin, bayrağı altında milyonlarca emekçi kadını toplaması şaşılacak bir şey değildir.” (age, s.79)
ÖZERK KADIN ÖRGÜTLENMESİ HAKKINDA
Ve bu konunun daha iyi anlaşılması için Clara yoldaştan şu alıntıyı yapalım:
“Konferans bu sorunların ortaya konması ve kararlar alınması sırasında en üst bir temel ilke tarafından yönlendirilmiştir. Özel bir komünist kadınlar örgütü yoktur. Yalnızca tek bir hareket, komünist kadınların komünist partiler içinde komünist erkeklerle birlikte tek bir örgütü vardır. Komünist erkeklerin hedef ve görevleri bizim de hedef ve görevlerimizdir. Devrimci güçleri herhangi bir biçimde bölebilecek ve proletaryanın siyasî iktidarı ele geçirmesi ve komünist toplumu inşaya ilişkin bugünkü büyük hedeflerinden saptıracak özel bağlılıklar, kendi kendine içten kaynayışlar yok. Komünist Kadınlar Hareketi hem kadınların hem de erkeklerin, en geniş kadın kitlelerini proletaryanın devrimci sınıf savaşımı için, kapitalizme boyun eğdirme savaşımı için ve komünist inşa için komünist partisi içinde güçlerin, planlı bir organizasyondan başka bir anlama gelmez.”
Clara şöyle devam eder:
“Fakat yoldaşlar, organizasyon ve çalışmanın birlikteliği konusundaki bu temel ilke eski sosyal demokrat partiler tarafından da benimsenmiştir. Fakat bu temel ilkeyi onlar öyle bir dar görüşlülükle, öyle bir küçük burjuva hesapçılıkla, eşitlik ilkesini öyle mekanik bir biçimde uyarlayarak uyguladılar ki, bu temel ilke hiç de kadınların güçlerinin devrimin hizmetinde, zincirlerinden kurtulması ve en güçlü biçimde etkin olması anlamına gelmedi”
Ustaların bahsini ettiği, defalarca ve defalarca kere vurguladıkları gibi milyonlarca, on milyonlarca işçi ve emekçi kadının katılmadığı bir devrim olamaz, kadınların kurtuluşunu örgütlemeyen, kadınları sınıfın kurtuluşu yolunda örgütleyip harekete geçirmeyen hiçbir devrimci hareket başarıya ulaşamaz, zafer kazanamaz. Devrim erkek işçi ve emekçilerin, erkek proleterlerin eylemi değildir. O, milyonlarca ve milyonlarca kadın ve erkek işçi ve emekçinin ortak devrimci savaşımıdır.
Clara yoldaş, ayrı bir komünist kadın örgütünün olamayacağı konusundaki Bolşevik görüşü burada açıkça ifade etmektedir. Bolşeviklerin komünist parti örgütü hakkındaki ilkelerini temel alan bu anlayış evrenseldir, özelde aksinin geçerli olması için bir neden de yoktur. Hedefleri ve görevleri bakımından komünistleri bölebilecek ve hedeflerinden saptırabilecek “özel bağlılıkların” veya “kendi kendine içten kaynayışların olmaması” ile kast edilen, herhangi bir ülkedeki komünist partisinin sadece bir komünist harekete dayanmasıdır. Israrla komünist parti örgütlenmesinde ayrı bir kadın örgütlenmesinin olmadığına vurgu yapıyoruz; eğer bu biricik örgütlenmede ayrı bir kadın örgütlenmesi olsaydı “kadın çalışması onun esas görevidir” der -ki bir dönem böyle bir yaklaşım gelişmiştir- kadın çalışmalarından esasta kimin sorumlu olduğu tartışmasını sonuçlandırmış olurduk.
Kadın çalışmalarından bütün olarak sorumlu olduğumuzun anlaşılır olması için şu ilkeden hareket edilebilir: “Özel bir komünist kadınlar örgütü yoktur. Yalnızca tek bir hareket, komünist kadınların komünist partiler içinde komünist erkeklerle birlikte tek bir örgütü vardır.” Bu ilke “esas çalışması kadın faaliyeti” olan özerk bir kadın yapısını reddeder. Fakat bu ilke bazen kadın çalışmasının her türlü biçiminin reddi gibi anlaşılmakta, tahrif edilmekte veya çarpıtılmaktadır.
Clara Zetkin, devam ederek esas-tali ayrımını yanlış kavramaktan doğan zaafları ve yanlış fikirleri aydınlatacak bir yaklaşım da sunuyor: Aynı hareket içinde “eşitlik ilkesinin” somut şartlar analiz edilerek uygulanması gereğine işaret ediyor. Clara yoldaşın “Fakat yoldaşlar” diye başlayan cümleleri bu ilkenin mekanik bir biçimde uygulanmasının sonuçlarına açıklık getirmektedir. Bu ilkenin mekanik bir biçimde uygulandığını kadın çalışmalarını kapsayan esas-tali ayrımlarında görüyoruz. Burada açığa çıkan dar görüşlülük ya da küçük burjuva hesapçılık hem kadın çalışmasını olanaksızlaştırmakta ya da kısır bir duruma sokmakta hem de büyük bir kafa karışıklığına yol açmaktadır. Özellikle kadın yoldaşların gelişimi için ihtiyaç olan özgüvenli hareketi, sorumluluk taşıma cüretini ve olanağını daraltmakta, onlarda “ortada kalmışlık” hissi yaratmakta ve çalışmalarda verimli ve etkin olmalarını olumsuz etkilemektedir.
Bu ilkenin “öyle bir dar görüşlülükle, öyle bir küçük burjuva hesapçılıkla, eşitlik ilkesini öyle mekanik bir biçimde uyarlayarak uygulanması” devrimci çalışma içindeki kadınları devrime hizmet etmekte güçlendirmediği, zincirlerinden kurtulmasını sağlamadığı gibi belli bir özgüvenle ve inançla saflara katılan kadınların da çekingenliğine, hata yapmaktan korkmalarına yol açmakta, inisiyatiflerinin gelişmesi engellemektedir. İlkenin dar görüşlülükle uygulanması yani esas-tali ayrımının sürekli dar alancı, dar bölgeci, kadın çalışmalarına küçümseyen bir bakış açısıyla yapılması -ister bilinçli ister bilinçsiz- çok büyük zararlar vermiştir/verecektir. İlkenin saptırılması, esas-tali ayrımı yönteminin yanlış yapılması işçi ve emekçi kadınların devrimci saflara kazanmayı engelleyen, çalışmaları tıkayan, büyük bir sorundur.
Esas ve Tali Ayrımı ile Kadın Çalışmaları
Esas-tali ayrımı birçok sorunun, birçok görev ve çalışmanın, birçok plan ve eylemin olduğu tüm durumlarda yapmak zorunda olduğumuz bir sıralama yöntemidir. MLM bilimi bize burjuva-feodal toplumda çok çeşitli çelişkiler olduğunu öğretmektedir. Hareketin temel yasasının çelişki yasası olduğunu, bunun da zıtların birliği ve mücadelesine dayandığını biliyoruz. Hiçbir şey yoktur ki çelişkisiz olsun. Bu evrensel bir yasadır ve devamla her çelişki özeldir de. Bu nedenle her çelişki yerinde ve kendi zamanında incelenmelidir. Bilim bize çelişkilerin yönleri olduğunu, farklı çelişkiler içinde yani başlıca çelişkiler içerisinde birinin belirleyen olduğunu ve sürecin belli aşamalarında, belli koşullar altında ikincil olan çelişkilerden birinin baş çelişkinin yerini alabileceğini öğretir, çelişkiyi oluşturan zıtlıkların birbirini var etmeleri anlamında özdeş olduğunu açıklar. MLM bize “Her şey ikiye bölünür” demektedir. Bunların tamamının esas-tali ayrımı ile ilişkisini kurmak ise öğrenmemiz, gelişmemiz gereken yönleri işaret etmekle birlikte Marksist bilgi teorisini güçlü şekilde kavramayı önümüze koymaktadır. Bunu yapamadığımızda konumuz özgülünde esas-tali ayrımını sürekli yanlış yapma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız, öznelci yargılarımıza saplanır kalır, nesnel gerçeğe uygun bir çalışma tarzı geliştiremeyiz.
Tüm bunların esas-tali ayrımı ile ilişkisini kuracak olursak bütün sorunları, bütün çelişkileri bir anda, birlikte çözemeyeceğimizi rahatlıkla görürüz. Bunun için her durumda bir esas ve tali ayrımı yapmak zorundayız. Ancak kadın çalışmalarında gelişigüzel, dar görüşlülükle ve küçük burjuva hesapçılıkla yapılan esas-tali ayrımlarına ve esas-tali ayrımı tartışmalarına karşı çok dikkatli olmalıyız.
Hem sınıf mücadelesinin genel görevlerinde hem de özel görevlerinde planlama nasıl yapılmalıdır? Burada izlenecek temel yöntem öncelikler sıralamasını doğru yapmaktır. Bu tüm görevlerin stratejiye bağlanması anlamına gelir, yani tüm görevlerde öncelikle stratejik düşünmeli, tüm taktik politikaların buna uygun belirlenmesi gerekir. Bir şeye esas dediğimizde onun öncelikli olduğunu, diğerlerinin ona göre belirleneceğini söylemiş oluruz. Tali dediklerimiz ise ikincil olanları içerir. Tali demek önemsiz, gereksiz, yersiz demek değildir. Birinci olana bağlı, ikincil önemdeki şey demektir.
Mao yoldaş, Çin’de sınıfların durumunu incelemiş, buna bağlı devrimin yolu, yöntemi ve araçlarını ortaya koymuş, devrimin hedeflerini, devrimin görevlerini, devrimin itici güçlerini, devrimin niteliğini ve devrimin uzun süreli yönünü ortaya koymuştur. Bütün bunları yaparken hedef ve görevlerde sıralama yöntemini uygulamış, esas-tali ayrımı yaparak yön çizmiştir. Bu sadece Mao’nun değil tüm ustaların yöntemidir; çünkü gerçekliğe uygun olan budur ve bilimseldir. Komünist ustaların dehası aynı zamanda bu noktadaki becerilerinden gelmektedir. Marks incelemeye metadan değil de herhangi başka bir şeyden başlasaydı, Lenin “nereden başlamalı” değil de “nereden başlanırsa başlasın yeter ki bir yerden başlansın” diye düşünseydi muhakkak ki MLM diye bir şey olmayacaktı ya da işçi sınıfı bu bilimsel yöntemi ya kazanmamış ya da başka bir isim altında kazanmış olacaktı.
Bugün de varlığını reddedemeyeceğimiz, uzunca bir zamanın geçerli esas-tali ayrımı birçok alanda olduğu gibi kadın çalışmalarının devrimci hareketteki yeri bakımından da zaaflı olmuştur. Bu nedenle ne esas olanda başarı elde edilebilmiş ne de tali olan meselelerde bir ilerleme gösterilebilmiştir. Tali demenin önemsiz, gereksiz demek olduğunu düşünmekten ya da böyle anlamaktan kaynaklı tali sorunların esas sorunla ilişkisi, esas çelişkilerin diğer çelişkilerle ilişkisi, esas görevlerin ikincil görevlerle ilişkisi kopuk ya da mekanik kurulmakta, esas kabul edilen şeylerde de tali olanlarda tam bir hâkimiyet, tam bir başarı sağlanamamaktadır. Kafası karışık, nereden başlayacağını, nasıl yapacağını bilmeyen, dar pratiğin içinde boğulan, hiçbir işin sonunu tam olarak getiremeyen bir duruma düşmemek için tüm çalışmalarda esas-tali ayrımını doğru yapmalıyız. Bu durum aynı anda birçok çelişkiyi görebilen, bunların birbiriyle ilişkisini kurabilen, aynı anda birçok sorunun birçok yönünü çözümleyebilen, bunların birbiriyle ilişkisini kurabilen ve tüm çalışmayı bu açıdan çok yönlü, derinlikli örgütleyebilen kadrolara sahip olmak zorunluluğunu açığa çıkartıyor. Esas-tali ayrımının öznel yargılarımıza göre olmaması gerektiğini de tüm bunlar açıklıyor.
Esas-tali ayrımında dikkat edilecek bir diğer esas ise sınıfın kadın ve erkeklerle birlikte bir bütün olduğudur. Sınıf çalışmalarının tamamında, esas (öncelikli) görevlerin tamamında, tüm alanlarda, tüm koşullarda göz önünde bulundurulması gereken budur. Bunun anlamı tüm çalışmalarımızda ve alanlarda aynı zamanda işçi ve emekçi kadın kitlelerine de gidiyor olduğumuzdur. Bu da demektir ki her çalışmada kadınlara yönelik özel propaganda ve ajitasyonun olması bir gerekliliktir. Yani esas dediğimiz hiçbir çalışma, Komünist Kadın Hareketini (KKH) yaratmaktan bağımsız bir çalışma, esas dediğimiz hiçbir görev KKH’yi yaratmaktan bağımsız değildir. Semtte olmak, sendikada olmak, gençlikte olmak… Hiçbiri kadın çalışmasının koşulunun olmadığı alanlar değildir, tam tersine kadın çalışmasını bu alanlarda yürütmek, bu alanlarda kadınlara özel politikalar geliştirmek demektir. Her çalışma aynı zamanda kadın çalışmasıdır, emekçi kadınları devrime kazanma çalışmasıdır. O sebeple özgünlükleriyle birlikte her alan, faaliyetini cinsiyet eşitsizliğine karşı da düzenlemiş, planlamış olmalıdır. Sınıf çalışması sadece işçilerin işçi olmalarından doğan sorunlar hakkında propaganda, ajitasyon, eğitim ve örgütlenmeyi hedefleyen çalışmalar değildir, bununla sınırlandırılamaz. Sınıf çalışması cinsiyet eşitsizliğini de içeren tüm toplumsal çelişkilere, eşitsizliklere ve saldırılara karşı pratik çalışmaları içermektedir. Sınıf çalışmasını, işçilerin ekonomik talepleri ile sınırlandırmak nasıl ki sendikalizm ise işçi sınıfını sadece erkeklerden oluşan bir yapı olarak kavramak, buna göre düşünüp buna göre politika geliştirmek de ataerkil davranmak anlamına gelir. Esas dediğimiz görevlerin tümü kadınları zaten ve kaçınılmaz olarak içermektedir. Bu esas alanlarda, bu esas çalışmalarda, bu esas görevlerde kadın sorununa ve ataerkiye karşı da mücadele ettiğimizi unutmamalıyız.
Esas-tali ayrımının yanlış yapıldığını açıklayabilmek için pratikte açığa çıkan duruma bir göz atacak olursak yanlış yaklaşımların şu şekilde somutlaştığını görebiliriz:
Çok fazla görev, sorun ve alanın içinde çalışma yürütürken kadın çalışmalarını da yürütmek zorunda olduğumuzu belirtmiştik. Pratik ise şöyledir: Eğer ki emekçi kadın kitlelerine yönelik özel bir çalışmayla gençlik kitlesine yönelik çalışma çakıştıysa, karşı karşıya geldiyse “esas olan gençliktir” denilerek kadın çalışması önemsenmemekte, ötelenmekte, tercih edilmemektedir. Eğer ki kadın toplantısıyla başka bir toplantı çakıştıysa tercih edilen diğer toplantı olmaktadır. Eğer ki bir okuma planlaması yapılırken “bir konuyla” kadın sorunu hakkında okumak çakıştıysa bu “diğer konu” seçilmektedir vs. Çoğunlukla koşullar çok yönlü değerlendirilmeden, bütün olanak ve olasılıklar göz önünde bulundurulmadan, başka bir çözüm yolu aranmadan “kadın çalışması esas değil” düşüncesiyle bu çalışmadan feragat edilmektedir.
Tüm bunlar kadın çalışmalarının esas çalışmalar kapsamında değerlendirilemediğini, kavranamadığını, dolayısıyla planlamada pek dikkate alınmadığını gösterir.
Örneğin enternasyonal proletaryanın tarihsel mirası, hafızası olan, işçi ve emekçi kadınların mücadele günü 8 Mart günü ve öncesinde yürütülmesi gereken hazırlık çalışmalarında dahi esas olana göre şekillenmede, hareket etmede sorun yaşanabilmektedir. Bunun sadece ataerkil düşüncelerden kaynaklandığı söylenemez kuşkusuz. Bu sorunlu ele alışta örgüt ve devrim bilinci, politik nitelik de belirleyici olmaktadır. Bu da esas-tali ayrımındaki tek yönlülüğü, yüzeyselliği, mekanikliği gösteren önemli bir durumdur. Bu durum bir çeşit memur tavrından da devrimci iradeyle gerçekleşen yaratıcılığa, müdahaleciliğe yabancılıktan da kaynaklanabilir. Bunlar var olsa da ataerkiye dayanan kadın sorununa karşı ilgisizlik göz ardı edilmemelidir. Hemen her alanda varlığına şahit olduğumuz ve özel bir mücadele konusu olduğuna dikkat çektiğimiz bu ataerkil ilgisizlikle mücadele diğer sorunların da açığa çıkmasında ve geriletilmesinde belirleyicidir. Bir şekilde gelişen ve yaygın görülen “hiç kimsenin çalışması olmayan KKH durumu”ndan da bu mücadeleyle kurtulabilecektir. Bu mücadele olmaksızın, kendiliğinden bir hareket içinde hiç kimsenin esas faaliyeti olmayan kadın çalışması gene herkes için tali görev de olmayacaktır.
Evet, tali demek ikincil demektir ve evet kadın sorununun gerçek çözümü Demokratik Halk Devriminin gelişimine ve zaferine bağlı olduğu için emperyalizmin ve feodalizmin tasfiyesi olan devrim birincil görevimiz buna bağlı ataerkinin tasfiyesi olan kadın sorununun çözümü ikincil yani talidir. Bu inkâr edilemez bir gerçektir. Devrimin öncelikli olduğunu reddetmek kadın sorununun çözümünün gerçek yolunu kavramamaktır ve biz komünistler, işçi sınıfının kurtuluşu yolunda ilk iş olarak bu devrimi yapmak gerektiğini söylüyoruz. Devrimi yapmak için devrimin araçlarını örgütlemeyi merkezî, esas görevimiz olarak belirliyoruz. Bu konuda başka bir görüşte olmak bizim için olanaksızdır. Dolayısıyla bunu tartışmak genel olarak gereksizdir. Tartışılmasına ihtiyaç olan şey devrimin örgütlenmesinde kadın kitlelerin olmazsa olmaz rolüdür, devrimi örgütlemek için kadınların üzerinde ayrıca var olan baskılarla mücadelenin önemidir. Bu rol, sözünü ettiğimiz bu mücadele devrimin gerçekleşmesinde olmazsa olmaz derecede etkendir. Devrimi örgütleyen, devrimi isteyen her öncü, her devrimci bunlarla ilgili olmak zorundadır. Devrimin araçlarını yaratmak ve bu araçları halkı harekete geçirmekte kullanmak bu ilgiyi göstermeye fazlasıyla bağlıdır.
Devrimi örgütlemek, herkes kabul edecektir ki sadece işçi erkekleri, halkın erkek olan kesimlerini ve bu kesimi örgütlemek için harekete geçen komünist kadınları örgütlemek demek değildir. Devrimin aracı kadın-erkek işçi ve emekçi kitlelerin içinden çıkan en ilerici unsurlardan oluşur ve bu araç tüm halk kesimlerine ve bunun içerisinde olabildiğince özel çalışmalarla kadınlara yönelir. Bu, kitleleri devrime, devrimin öncü müfrezesine kazanmanın çok yönlü politikalarını hayata geçirmeyi başarmakla olur. Bunun açıklaması devrimi, devrimin öncü müfrezesini örgütlemek için işçi ve emekçi kadınlara yönelik özel politikaları, propaganda ve ajitasyonu tüm gücümüzle, tüm alanlarda yapmak demektir.
Kadın sorununun çözümünde aşama aşama ilerleneceği gerçeği kadın çalışmalarının diğer çalışmalar içinde tali durumda olması sorunun önemsizliğinden değil niteliğinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki kadın çalışması yürütme görevi örneğin devrimci üs bölgesi kurma görevi karşısında talidir. Devrimin aracının örgütlenmesi görevi karşısında talidir, savaşın stratejik ve taktik temel görevleri karşısında talidir vb. yoksa kadın kitlelerine mi gideceğiz yoksa gençlik kitlesine mi gibi durumlarda bir esas-tali ayrımı yapmak her şeyi birbirine karıştırmak demektir. Kadın çalışmasının tali olması onun Demokratik Halk Devrimine bağlılığı ile ilgilidir. Kadın sorununun devrim sorunundan bağımsız bir sorun olmaması ile ilgilidir. Bu bizi devrim için yapmak zorunda olduklarımızın berraklaştırılmasına götürecektir.
Devrimin kitlelerin eseri olduğunu söyleriz. O halde devrimin önder ve temel güçlerini, sağlam müttefik sınıfları sadece erkeklerden ibaret gören anlayışı güçlü bir şekilde eleştirmeliyiz. Sınıfta kadın ve erkek bir bütündür ve kadınlar, sınıfın içinde toplumsal konumlarından kaynaklı özel bir durumdadır. O halde tüm çalışmamız bir yandan bu özel durumu görerek yürütülmeli diğer yandan kadınların özel durumuna uygun politikalar geliştirilmelidir; cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı kadınları saflara çekmek için özel çabaya ihtiyaç vardır. “Esasımız değil” denilerek reddedilen görev, proletaryanın kesin zaferi için olmazsa olmaz nitelikte bir görevdir. O halde komünistler, komünist hareketten ayrı olmayan bir Komünist Kadın Hareketi örgütlemek zorundadır; emekçi kadınlar da bu savaşıma çekilmek, kazanılmak zorundadır.
BİTTİ…