Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilişinin 46. yılındayız. Önder yoldaşı andığımız bu süreçte gerek ona gerekse de Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi dönemin devrimci önderlerine dair birçok söz söylenmekte, değerlendirmeler yapılmaktadır. Çeşitli liberal aydın, yazar, oyuncu, yönetmen vb. tutalım da devrimci ve demokrat çevrelere kadar birçok kesim, devrimci önderler şahsında ülkemiz sınıf mücadelesinin sıcak dönemlerine ve bu dönemlerin devrimci öznelerine dair yığınlarca tespit ve değerlendirmelerde bulunmaktadır.
Biz şimdilik sadece tarihi, devrimci “kahramanları” anlatma furyasında İbrahim Kaypakkaya’nın ismen bile geçmemesine dikkat çekmekle yetinelim ve bu bilinen inkar ve yok sayma politikasının faşist devlet dışında burjuva liberal kesimlerce de devam ettirildiğine vurgu yapmış olalım. Ve önder yoldaşımızın katledilişinin 46. yıldönümünde onu bir kez daha tanımaya, anlamaya ve kavramaya çalışalım, nasıl bir mirasın taşıyıcısı olduğumuzu görelim. Daima söyledik; “O saklanmaya çalışılan bir meşaledir”, “Onun görüşleri hiçbir çuvala sığmayacak kadar keskin birer mızraktır”, “Onun tezleri herkesin eline almaya cesaret edemeyeceği ateşten bir kordur”. Kaypakkaya incelendiğinde bu tespitlerin doğruluğu anlaşılacaktır. ‘71 devrimci çıkışı olarak ifade edilen tarihsel kesit, Türkiye Devrimci Hareketi’nin doğumu olarak değerlendirilebilir. Bu çıkış ülkemizdeki sınıf mücadelesinin, gelişen toplumsal hareketin devrimci bir nitelik kazanmasının önünü de açmıştır. Kendiliğinden gelişen kitle hareketlerinin (Kavel Direnişi, Saraçhane Mitingi, 15-16 Haziran Direnişi, köylülerin toprak işgalleri vb.) devrimci ve komünist bir önderlik olmaksızın egemenlere karşı bir kazanım elde edemeyeceği düşüncesi gittikçe berraklaşıyordu. ‘71 devrimci çıkışını gerçekleştiren özneler, bu gerçekliği kavramış ve harekete geçmişlerdir. Bu yanıyla da ülkeye hakim olan reformist-revizyonist gelenekten keskin bir kopuş gerçekleştirilmiştir. Reformist-revizyonist çizgiye karşı sürdürülen mücadele sınıf mücadelesinin temel mücadele alanlarından biridir. Her ülkenin sınıf mücadelesi benzer süreçlerden geçmiştir. Bu arenada Marksist çizgiyle burjuva ideolojinin uzantısı olan reformist-revizyonist çizgi sürekli bir çatışma içerisinde olmuştur. Ülkemizdeki ‘71 devrimci çıkışı da bu çatışma ve kopuş sürecinin yaşandığı bir dönemdir. Bu döneme kadar sınıf mücadelesi sahasında yer alan, kitleleri örgütlemek ve iktidarı almak hedefiyle hareket eden devrimci veya komünist bir güç yoktur. Mustafa Suphi, Ethem Nejat gibi komünistlerin önderliğinde 1921’de kurulan TKP, Marksist-Leninist çizgide örgütlenmiş bir partiydi. Parti emperyalizme karşı mücadele etmek ve demokratik devrimi gerçekleştirmek hedefiyle hazırlıklar yapmış, silahlı gruplar oluşturmuştur. Mustafa Suphi ve beraberindeki on dört yoldaşı Karadeniz üzerinden ülkeye bu amaçla giriş yapmak istemiştir. Ancak Karadeniz’de hunharca katledildikleri için TKP’nin yürüyüşü yarım kalmıştır. TKP henüz yolun başında ağır bir yenilgi almıştır. Devamında ise TKP’ye revizyonist çizgi hakim olmuştur. 1970’li yıllara gelene kadar ülkede devrim ve iktidar hedefiyle işçi ve köylü kitlelerini örgütlemeye çalışan bir parti yoktur. Bu yıllarda dünya genelindeki sınıf mücadelesinin çatışmalı atmosferi (Avrupa’daki gençlik hareketleri ve bunun işçi grevleriyle birleşmesi, Vietnam kurtuluş mücadelesi, Küba Devrimi, Büyük Proleter Kültür Devrimi, Çin ve Rus Sosyal Emperyalizmi arasındaki ideolojik mücadele…) ülkemizi de sarıyor, toplumsal hareketlenmelerin gelişmesine paralel aydın ve öğrenci gençlik içerisinde devrimci fikirler yayılıyordu, Marksist-Leninist eserler incelenmeye başlıyor, Türkiye devriminin yolu, karakteri, devrimin güçleri ve ittifakları gibi temel konularda tartışmalar yürütülüyordu. Tartışmalar derinleştikçe yol ayrımları başlıyor, çeşitli çizgilerde gruplar ortaya çıkıyordu. TİP o dönemde bütün devrimci ve demokrat kesimlerin tek partisi durumundayken sosyalist devrim-MDD (Milli Demokratik Devrim) tartışmalarıyla bölünmeye başlamıştır. Bir süre sonra MDD tezini savunanlar arasında da farklılıklar baş göstermiştir. Tartışma, bölünme, yeniden ayrışma biçiminde yaşanan süreç devrimci fikirlerin olgunlaşma sürecidir. İdeolojik-teorik-politik düzlemdeki diyalektik gelişim süreci doğaldır ki bu şekilde ilerler. Devrimci örgütler ve komünist parti bu çatışma ve kopuş sürecinin ürünüdür. ‘71 devrimci çıkışıyla Türkiye devriminin karakteri, izleyeceği yol ve devrimin güçleri konusunda esaslı açılımlar yapılmıştır. Bu yüzden ‘71’in devrimci ruhunu kavramak önemlidir. ‘71 çıkışı bu özellikleriyle reformist çizgiden bir kopuşu gerçekleştirmiştir. Fakat revizyonist çizgiden kopamamıştır. İbrahim Kaypakkaya’yı farklı kılan tam da burasıdır. İbrahim, reformist çizgiden kopmanın daha ötesine geçmiştir. Kemalizm-devlet tahlili, ulusal sorun tahlili, sosyo-ekonomik yapının analizi, devrimin yolu ve ittifakları ve parti örgütlenmesi konularında MLM ilkeleri benimsemiş ve uygulamıştır. İbrahim Kaypakkaya’yı nitelik olarak ayrı bir yerde tutan işte bu MLM çizgidir. Bilinir ki devlet-iktidar, devrimin yolu ve güçleri, parti örgütlenmesi gibi konular MLM’nin temel konularıdır. Bu konulardaki tutum Marksist olmanın kriteridir. Onu anmak savaşta cüret, kavgada militanlıktır!
Önder yoldaş geliştirdiği tezler bakımından devrimci hareket içindeki MLM çizginin temsilcisi ve uygulayıcısı olmuştur. Mücadele süreci önemli deneyimlerle doludur. Bugün her devrimcinin ama özellikle ardılları olan bizlerin defalarca incelemesi, öğrenmesi gereken zenginlikte bir pratiğe sahiptir. O, fikirlerini, tezlerini kapalı kapılar ardında, kitap sayfaları arasında oluşturmadı. Sınıf mücadelesinin içerisinde görüşlerini şekillendirdi ve kalıba döktü. Toprak işgallerine katılarak köylülüğün talep ve sorunlarını inceledi. Ülkede toprak sorununun yakıcılığını gördü. İşçi sınıfının grev ve eylemlerine katıldı. 15-16 Haziran Direnişi’nde yer alarak önemli dersler çıkardı. Kitlelerin gücünün belirleyici olduğuna vurgu yaptı. Kitlelerin gücüne önderlik edecek komünist bir parti olmadığı sürece bu hareketlenmelerin sonuç alıcı olmayacağını, kırlara dayanmaksızın şehirlerde girişilecek ayaklanmaların başarıya ulaşamayacağını ortaya koydu. Direnişin şiddetle bastırılması ve ardından gelen sıkıyönetimi Kemalizm’in-devletin faşist niteliğinin kanıtı olduğunu gösterdi. Faaliyet yürüttüğü bölgelerde sosyo-ekonomik yapı tahlilini yaparak yarı-feodalizm gerçekliğini ortaya koydu. T. Kürdistanı faaliyetinde Kürt Ulusal Sorunu’nun yakıcılığını gördü ve bu sorunu çözümledi. Ve yine bu analiz içerisinde faşist devlet yapılanmasını bir kez daha gözler önüne serdi. Bütün bu faaliyet sürecinin toplamında ortaya çıkan olgu, İbrahim Kaypakkaya’nın araştırma-inceleme noktasındaki bitmez tükenmez bir enerjiyle faaliyet yürütmesidir.
Tezlerinin bilimselliği, MLM’yi kavrayışı ve somutu incelemiş olmasından ileri gelmektedir. Bu yüzden İbrahim yoldaş pratikte de cesur ve ataktı. Gerilla savaşını başlatmak için hızlı ve kapsamlı hazırlıklara girdi ve hedefini şu şekilde formüle etti: “Bahara kadar iki şey hazır olmalıydı: küçük gruplar ve büyük cüretler.” İşte böylesi bir inançla sarılmıştı devrim mücadelesine.
Önder yoldaşı andığımız bugünlerde dikkatimizi onu anlamaya daha fazla odaklamalıyız. O nasıl araştırdı, nasıl inceledi, nasıl bir örgütlenme faaliyeti yürüttü, kitlelerle nasıl ilişki kurdu, nasıl savaştı ve direndi? İbrahim Kaypakkaya’yı bu soruların cevabını arayarak okumalıyız. Proletarya Partisi karşısındaki net duruşumuz kitleleri örgütleme noktasındaki ısrarımız, Onun devrimi gerçekleştirecek güç olduğuna inancımız bu mirasın bilincimizde yer etmesiyle mümkün olacaktır. Katledilişinin 46. yılında anarken onu, bugün ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmelerin gerçekliğiyle bir kez daha analiz etmek, ortaya koyduğu düşüncelerin doğruluğunu ve haklılığını bir kez daha kavramak için incelemeliyiz. Bu incelemeyi sadece okumak için değil, pratiğimize hükmetmesi, yönlendirmesi hedefiyle yapmalıyız.
Bugün dünyada ve ülkemizde egemenlerin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizin derinliği, bu krizin yoksullarda ve ezilenlerde yarattığı öfke birikimi patlamak üzere bekliyor. Bunun farkında olan egemen sınıflar her türlü saldırı yöntemiyle bu durumu geçiştirmeye, ertelemeye çalışıyor. Bu durum onların mevcut durumu bir süre daha idare etmelerini sağlasa da nihai sonlarını sadece ertelemeye yarayacaktır. Kitlelerdeki mayalanmayı patlatmak, olası kalkışmalarda yerimizi almak bugünden başlayarak yarına sağlam ve kapsamlı adımlarla hazırlanmaktan geçmektedir. Proletarya Partisi’nin belirlediği yönelimler ve hedefler doğrultusunda sınıf mücadelesine hükmetmek, adımlarımızı sınıf mücadelesinin gerekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda atmak zorundayız.
Onu bugün anmak; Proletarya Partisi’nin kanla, bedel ödeyerek ve ödeterek yarattığı miras ve değerlere sahip çıkmak demektir.
Onu bugün anmak; enginlere kaldırdığı savaş bayrağını daha kararlı, daha özverili ve daha fedakarca elde tutmak ve dalgalandırmak demektir.
Onu bugün anmak; emperyalizmin ve her türden uzantılarının halka karşı yürüttüğü savaşa karşı Halk Savaşı’nı geliştirmek demektir.
Onu bugün anmak; Savaşta cüret, kavgada militanlık demektir.