“Savaş; sınıflar, uluslar, devletler ya da politik gruplar arasındaki çelişkilerin belirli bir aşamaya geldiği zaman, bu çelişkilerin çözülmesi için girişilen en yüksek mücadele biçimidir…” (Mao Zedung, Askeri Yazılar, sf. 10, Eriş Yayınları)
Ülkemiz devrim stratejisini halk savaşı olarak belirleyen Kapakkaya yoldaş, buna uygun olarak hareket tarzını da silahlı mücadeleyi esas alarak söz ve eylem birliğiyle ortaya koymuştur. “Bir köylük bölgedeki yönetici yoldaşlara” isimli yazmış olduğu mektuptan da çok net anlaşıldığı gibi bütün konumlanmasını, parti önderliğinde yürütülecek olan silahlı mücadeleye göre örgütleme çabasında ve pratiğinde olmuştur.
Elbette Kaypakkaya yoldaşı böyle bir konumlanmaya götüren bir dizi temel etken vardır. Bunlar anlaşılmadan neden silahlı mücadele biçimini esas aldığı da anlaşılamaz. En başta gelen olgu ülkemizin yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı ve bununla bağlantılı olarak faşizmin sürekliliğidir. Bu ikisinden ilki feodal üretim ilişkilerinden kaynaklı ülkenin dengesiz gelişimi ve egemen sınıfların güç dengelerine paralel ülkemiz kırlarının zayıf halka olmasıdır. Bununla beraber tamamlanması gereken, özü toprak devrimi olan Demokratik Devrim’in parça parça iktidar anlayışına paralel kızıl siyasi iktidar kurma zorunluluğunu yaratmasıdır. İkinci olgu ise faşizme karşı mücadelenin zor, yani şiddet olgusunu zorunlu kılmasıdır.
Bu iki olgu ülkemizde politikanın esas olarak silahlarla yani baştan sona savaş ile mümkün olduğuna işarettir. Silahlı mücadelenin esası olması zamanda politikanın silahlarla yaşama geçmesi demektir. Sınıflar arası mevcut çelişkilerin ülkemizde savaşı zorunlu kılması iktidar mücadelesinin de ancak silahlı mücadele ile yürütüleceği anlamına gelmektedir.
Bugün ülkemizde silahlı mücadele esastır derken; Halk Savaşı’nın, Stratejik Savunma aşamasında savaşın şekil almış hali olan gerilla savaşından bahsedildiği anlaşılmalıdır. Klasik tanımıyla köylü gerilla savaşı bugün ülkemiz devrim mücadelesinin ana hattını oluşturmaktadır. Gerilla savaşının gelişimi bir yandan partinin kendisini silahlı mücadele içerisinde örgütlemesi diğer yandan kızıl ordunun temellerinin atılması ve en nihayetinde kızıl siyasi iktidar mücadelesinin temelini oluşturmaktadır.
Bu bir yandan kendinden daha güçlü bir güce karşı silahların eleştirel gücünün pratik karşılığı iken diğer taraftan iktidarın parça parça alınması için gerekli olan koşuldur. Silahların yıkıcı olduğu kadar yapıcı yönü de bu mücadelenin “esas olmasını” zorunlu kılmaktadır.
Tüm bunlar elbette KP önderliğinde yürütülen bir mücadele biçimini tarif etmekte, KP’nin aynı zamanda bizim gibi ülkelerde savaşçı bir parti olmasına bağlı olarak değerlendirilmekte ve bu mücadele biçimi partinin politik yöneliminde esas hale gelmektedir.
Bu anlamda KP diğer bütün mücadele biçimlerini silahlı mücadelenin kurumsallaşması ve gelişimine hizmet edecek tarzda ele almak zorundadır. Konumlanmasından, kadro aktarımlarına, politik yöneliminden örgütlenme çalışmalarına devrim mücadelesinin bir dizi görevi bu alanın gelişimine endekslidir. Bugün “her şey sürekliliği sağlanmış gerilla mücadelesi için” söyleminin pratik karşılığı ancak ele alışın ve söz-eylem birliğinin uyumuna bağlıdır.
Ancak şu unutulmamalıdır ki, bugünkü koşullarda gerilla mücadelesine atıfla yapılan “Silahlı Mücadele Esastır” ilkesi stratejik denge ve stratejik saldırı aşamaları için de geçerli bir olgudur. Yani ülkemiz devrim mücadelesinin başından sonuna kadar geçerli olan bir ilkedir.
Tüm bunları söylerken diğer mücadele biçimlerini yok saymak değil, sadece tali olarak ele alınması ve silahlı mücadeleye hizmet edecek tarzda ele alınması gerektiği anlaşılmalıdır. Komünistler hiçbir mücadele biçimini reddetmezler ancak bu mücadele biçimleri içerisinde birisi esas halkayı oluşturmaktadır. Ki her çelişkinin kendine özgü çözüm yöntemleri vardır.