HDK’ye yönelik operasyonlar sonucu onlarca kişi tutuklandı. Devlet aygıtının zor gücü kitlelerin, devrimci demokrat ve yurtsever hareketin karşına şiddetlenerek karşımıza çıkıyor. Her güne yeni bir operasyon, baskın ve gözaltı haberiyle uyanıyoruz. Gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar, öğrenciler ve demokratik mücadele içerisinde bulunan her kesim faşist devletin merceği altına alınmış durumda. Demokratik mücadele yürüten kişiler hakkında istenen hapis cezaları, Ayşe Barım ile başlayan Gezi soruşturmaları, Kent Uzlaşısı operasyonları, kayyımlar, sendika başkanının tutuklanması ve daha nice hukuksuzluk devletin halkı baskı altına alma ve mücadeleden uzaklaştırma niyetini bir kez daha göstermiş oldu. Yıllar öncesine ait binlerce kişinin adının geçtiği dosyanın basına sızdırılması bile devletin art niyetini gözler önüne sermekte. Baskı ve yıldırma politikaları dün olduğu gibi bugün de gerçekliğini korumakta. HDK’ye yönelik operasyondan günler önce Kent Uzlaşısı hedef alınıp belediyelere yönelik operasyon düzenlenmişti. Kent Uzlaşısı operasyonunda 10 kişi tutuklandı. Burada da HDK’nin suç örgütü olduğuna dair bir Yargıtay kararı olduğu ileri sürüldü ve bu tutuklamaların arka plan gerekçesi olarak gösterildi. Ancak Yargıtay’ın ilgili kararında HDK’nin adının dahi geçmediği açıkça gösterildi ve ifade edildi. CHP vekili Sezgin Tanrıkulu “Deniyor ki sevk yazısında, HDK bir suç örgütüdür deniliyor, örgütle bağlantılıdır deniliyor. Dayanılan karar 2019 tarihli bir Yargıtay kararı. O Yargıtay kararında bir tek kelime HDK’yle ilgili bir cümle yok. Bir tek cümle. Yani Yargıtay’ın bir değerlendirmesi yok, HDK’yle ilgili verilmiş bir karar yok. Olmayan bir kararı gerekçe göstermiş.” diyerek kararda HDK’nin bir “suç” unsuru olarak gösterilmediğini vurguladı. Ayrıca bahsi geçen kararda şöyle deniliyor: “Yerel yönetimlere dahil edilmesi planlaması çerçevesinde oluşturulduğu ve adına da kent uzlaşısı denildiği kent uzlaşısı formülüyle batı il ve ilçelerindeki Kürtlerin belediyeleri kazanmasalar da uzlaşılacak ve desteklenecek aday karşılığında belediye meclislerinde belli sayılarda kota elde edilmesi sonucu belediye meclis kararlarında söz sahibi olmalarının yerel yönetimlerde yer almalarının ve siyasî bir denge olmalarının amaçlandığı …” Devletin Kürtlere bakış açısını özetleyen bir cümle. “Kürt seçmesin, seçilmesin, anadilinde eğitim görmesin, seyahat edemesin; velhasıl Kürt yaşamasın!” Açıkça ifade edilen budur. Kürt halkının seçme ve seçilme faaliyetleri yani aslında KUH’un demokratik alanda başarı elde etmesi, kitle desteği alması rahatsız edici bulunuyor. Bu operasyondan günden sonra da 30 kişinin tutuklanacağı kapsamlı bir operasyon gerçekleştiriliyor. Yani Kent Uzlaşısı operasyonunu HDK operasyonunun bir ön ayağı olarak değerlendirebiliriz.
Çok kısa zaman içinde Van Büyükşehir Belediyesine kayyım atandı. Bunun hemen ardından da HDK’ye yönelik operasyonda aralarında halk sanatçısı Pınar Aydınlar’ın da bulunduğu 30 kişi tutuklandı. Yani günler içerisinde onlarca kişi demokratik faaliyet yürüttüğü, seçme seçilme hakkını kullandığı ya da gazetecilik yaptığı için tutuklandı. Görüldüğü üzere kitle örgütleri içerisinde bulunma, haber yapma, halka gerçekleri ulaştırma ve haksızlığa karşı ses çıkaranlar bir bütün olarak hedef alınmakta. Art arda gerçekleşen bu operasyonlar halk kesimleri içerisinde korku salmayı, mücadele içerisinde bulunan kişilere gözdağı vermeyi hedeflemekte. HDK operasyonunda dikkat çeken bir detay da 13 yıl önceki görüşmelerin soruşturmaya konu edilmesi. Gazetecilere yaptıkları telefon konuşmaları ve görüştükleri kişiler yani gazetecilik faaliyetleri soruldu. Savcılık, HDK’yi “legal görünümlü bir cephe yapılanması” olarak nitelendirerek örgütün TBMM’ye alternatif bir meclis olduğunu öne sürdü. Tapelerin ise daha çok 2011, 2012, 2013 yıllarına ait olduğu ortaya çıktı. Gözaltındakilere; HDK etkinliklerine katılımları ve 2012-2013 yıllarına ait tape kayıtlarının yanı sıra Gezi ve 1 Mayıs gibi takip edilen haber konuları soruldu. Tutukluluk kararlarına gerekçe olarak “kaçma, saklanma, delil karartma ve tanıklar üzerinde baskı kurma” şüphesi gösterildi. Soruşturma tarihinden 12-13 yıl öncesine dayanan tape kayıtları dosyada delil olarak yer aldı. Ayrıca dikkat çeken bir nokta da söz konusu telefon dinlemelerini yapan hâkim ve savcıların “Selam Tevhid” soruşturması kapsamında yargılanarak “FETÖ/PDY” üyesi olmaktan ceza aldıkları, bu cezaların da Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından Mart 2024’te onaylanması oldu. Suçlamaya dayanak yapılan fiillerin Anayasal haklar kapsamında kalan ifade özgürlüğü, basın, toplantı ve örgütlenme kapsamında olduğuna işaret eden avukatlar, eski tarihli tapelerden hareketle soruşturma açılmasının da hukuka aykırı olduğunu vurguladı. Ayrıca savunmalarda, HDK’nin savcılığın iddialarının aksine birçok STK gibi kamuya açık legal bir platform olarak tüm etkinliklerinin yasal olduğu, bir terör örgütü tanımına uymadığı, bunun Yargıtay kararlarıyla ortaya konulduğu da belirtildi. HDK için de belirli bir “terör örgütü” tanımı yasalarca bulunmuyor.
Tutuklanan gazeteci Elif Akgül’ün avukatı Tora Pekin de 13 yıl öncesindeki hareketlerin tamamen anayasal örgütlenme ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu söyledi. Pekin, “Tapeler konusunda söylenecek tek şey, bir telefon dinlemesinin tam 13 yıl beklendikten sonra suçlama konusu yapılması hiçbir gerçek hukukçunun altına imza atmayacağı iştir. Üstelik yapılan dinlemeler de tamamen hukuka aykırıdır. İstanbul’da bu dinlemeleri yapanlar FETÖ/PDY adı verilen örgütün üyesi olmak suçundan mahkûm olmuşlar, mahkûmiyetleri kesinleşmiştir” dedi.
13 sene önce yapılan faaliyetler bile bugün tutuklanma gerekçesi yapılıyor. Devlet mücadele içerisinde ve halkın yanında yer alan, sistemin adaletsizliğine karşı çıkan kişilerin sindirilmesi amacıyla bu operasyonlara girişiyor. Açıkça ‘yanınıza kar kalmayacak’ anlayışı güdüyor. Bugün mücadele içinde olan kişiler içerisinde ‘acaba bu yaptıklarım 10 sene sonra karşıma çıkacak mı’ sorusunun sorulmasına yol açıyor.
Günümüzdeki düzen halkı kendi hakları için mücadele etmeye cesaretlendiren tüm sesleri boğmak üzerine kurulu. Bu tutuklamalar, sadece kişiyi cezalandırma uygulaması değil, halkın hak arayışı ve özgürlük mücadelesine karşı da bir cezalandırma stratejisidir. HDK kuruluşunda tüm ezilenlerin sesi olmayı programında yazmış, kadınların, Kürtlerin ve LGBTİ+ların yanında mücadele edeceğini de belirtmiştir. Burada hedeflenen sadece HDK değil HDK’nin programına koyduğu maddelerdir de aslında. Yani halkın belli bir alanda mücadeleye katılmasıdır. DEM Parti İstanbul Milletvekili ve HDK eski Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek kaleme aldığı bir yazıda “HDK ve HDK’liler, bu ülkenin yüz akıdır. HDK, ortak vatanda demokratik yaşamın teminatlarından olan vazgeçilemez bir demokratik, meşru ve ortak mücadele zeminidir. Dünden bugüne, hiçbir yargı komplosu ve siyasi soykırım operasyonları, bizleri bu ortak ve birleşik mücadeleden alıkoyamadı. Tersine komplocular kendi içinde parçalandı, güçten düştü, krizlere sürüklendi ve bugün kimilerinin esamesi bile okunmuyor. Bugün de yarın da olacak olan odur; komplocular kaybedecek, biz kazanacağız! Çünkü HDK biziz, biz HDK’yiz!” dedi. Yazıdan anlaşılacağı üzere devletin her türlü baskı politikası mücadele yürütenleri şimdiye kadar engelleyemedi, engelleyemeyecek. Tutuklanan Pınar Aydınlar’ın sıkılı yumruğu inmedi, gazetecilerin gülümseyen yüzleri solmadı. Baskılar her geçen gün artabilir, zindanlar her şehre kurulabilir, ama özgürlük ve devrim yolunda attığımız adımlar boşa değildir; bu yol, özgürlüğe inananların cesaretinden doğar ve hiçbir güç bu cesareti elimizden alamaz!