Yazı; tarih boyunca insanların iletişimlerinde, etkileşimlerinde önemli bir yer tutmuştur. Birbirlerine kilometrelerce uzak insanların duygu ve düşüncelerini birbirlerine aktarabilmelerinde işlevsel bir araç olarak kullanılmıştır. Yazının tarihteki ve günümüzdeki önemine dair sayfalarca yazı yazabiliriz fakat esasta değinmek istediğimiz devrimci mücadele açısından vazgeçilmez olan kolektif ile kitleler arasındaki bağı güçlendirecek yazı dilinin niteliğidir. Kolektifin tahlillerini-hedeflerini kitlelere taşımak, örgütlenmek ve devrimci kadroların gelişimi için yazı dilinin nasıl daha etkin kullanılabileceğine dair kafa yormamız gerekmektedir.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin genel olarak kitlelerle ortak gerçekliği, gündemi ve çelişkiyi yakalama konusunda sıkıntıları vardır. Devrimci yapıların yazı dilinin de bundan bağımsız olduğunu söyleyemeyiz. Devrimci yapıların geneli ısrarla halkın canlı, üretken dilinden uzak durup ezberci ve şabloncu bir tarzla kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Kitlelerin gerçek hayattan damıttıkları dili öğrenmeden ve o dili devrimci mücadele için ustaca yeniden kalıba dökmeden işe yarar bir yazı dili tutturmak mümkün değildir. Mao’nun “Propaganda yapmayı gerçekten isteyen komünistler yazılarının ve sloganlarının kimin için yazılıp söylendiğini asla akıllarından çıkarmamalıdırlar.” şeklindeki uyarısı bu durumu özetler niteliktedir. Lenin “Ne Yapmalı” kitabında soruyu kadrolara yöneltir ve ona uygun bir dil tutturur. Oysa kırlık bölgelerde dağıtılması için yazdığı ve sonradan kitaplaştırılan “Kır Proleterlerine Sosyalistler Ne İster” broşüründe bambaşka bir dille çıkar karşımıza. Bu dil sade ve özdür. Halkın yabancı olduğu sıfat ve terimlerden uzaktır. Okur hedefine uygun harekete geçirmiştir. Dimitrov’un “broşürlerimize ve gazetelerimize baktığımızda bırakalım sıradan işçileri parti görevlilerimizin bile anlamakta güçlük çekeceği ağır bir dil ve üslupla yazıldığını görürüz” eleştirisine baktığımızda bu sorunun çok daha eskilere dayandığını görürüz.
Uzun ve gösterişli yazıların halk nezdinde bir karşılığı yoktur. Halkın emek sürecinden, gündelik yaşantısından, kültüründen kopuk ve teorik kavramlarla bezenmiş yazı dili bizi; kitlelerden uzaklaştırır, entelektüel gevezelere dönüştürür. Buna dair yerelde yaşadığımız bir deneyimi paylaşmak yerinde olacaktır. Seçim sürecinde sistem partilerini teşhir ettiğimiz bildirilerle boykot çalışması örüyorduk. Bir köylü bize “Bu partilerin hepsi aynı sütten yoğurt ayran” şeklinde karşılık vermişti. Bildirilerimizde sistem partilerine (AKP-MHP-CHP-İYİ Parti…) dair anlatmak istediğimiz biçimin farklı, özün aynı olduğu meselesini birkaç kelimeyle özetlemişti. Kitleden öğrendiğimiz dili kullandığımızda halkla daha rahat iletişim kurabileceğimizi bir kez daha görmüş oluyorduk.
Yazı diline dair bazı öneriler;
1) Yazısı yazılacak konuya dair “yeterli” derecede bilgiye sahip olmak gerekir. Eğer böyle bir yeterlilik yoksa gerekli araştırmalardan sonra yazı yazılmalıdır.
2) Yazıyı yazmadan önce hedef kitle belirlenmeli ve ona uygun bir dille yazılmalıdır.
3) Ülkemizde emekçilerin kullandığı dile (deyimler, atasözleri, özdeyişler…) dair incelemeler yapmamız gerekir. Çünkü her devrim, yeşerdiği ülkenin kültürü ve özgül koşulları doğrultusunda büyüyüp gelişecektir.
4) Yazılarımız sade, öz olmalı ve verilmek istenen mesajı net bir şekilde aktarmalıdır. Esas olan karmaşık yapıdaki teoriyi anlaşılır bir hale büründürmektir.
5) Yazı yazma konusunda aceleci bir tutumdan uzak durup yazı tamamlandıktan sonra tekrar tekrar incelenip ondan sonra yayınlanmalıdır. (gazete, dergi, bildiri vs.)
Bırakalım aydınlar, küçük burjuva devrimciler (kendi içinde bir küçümsemeyi barındıran) “halkın diline inmeye” çalışsın. Bizler her daim kitlelerle buluşarak, MLM’yi onların elinde bir silaha dönüştürerek, Demokratik Halk Devrimi mücadelesini ülkenin dört bir köşesine yayalım.
Antakya’dan Bir Partizan Okuru
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 3 Ekim 2019 tarihli 45. sayısından alınmıştır.