Güzelliğin namlunun ucunda olduğu bir düzende yaşıyoruz. Yani güzellik ve namlunun inanılmaz bir güçle birbirine nişanlandıkları bir tarihin çocuklarıyız biz. Bundan olsa gerek ki geleceğe gül ekmek için kötüye inat yaşamını ortaya koyan bizler, içimizdeki kötülük tohumlarını kökten dinamitlemede gerekli cesareti gösteremiyoruz. “Sınıflı toplumlarda kökten dinamitleme işi ütopiktir” denilecektir. Doğru. Ancak, bu doğru, düşüncemizle çelişenin çarmıha gerilmesinin önünde bir engel değil, aksine onu zorunlu kılandır. İşte sorun, bu zorunluluğun bilincinde olmak ya da olmamaktır.
Burada, içimizdeki kötülüklerin ne olduğunu bunlara karşı nasıl savaşılması gerektiğini uzun uzun anlatmayacağım. Çünkü bu gereksizdir. Gereksizdir bütün bilince işlenmeyen, sosyal pratiğin bir parçası haline gelmeyen ve bu anlamda dönüştürücü olmayan şeyler üzerinde emek harcamak, özellikle de bugün açısından anlamsızdır. Dar pratikçilik midir bu? Bırakalım bazıları, kuma gömülü başlarıyla öyle düşünmeye devam etsin…
Üzerinde uzun uzun durmayı gereksiz gördüğüm bir konu hakkında neden mi yazıyorum? Çünkü gereksiz gördüğüm şey konunun kendisi değil, etrafında dolaşan boş lakırdılar. Öyle ise eldeki kazmayı meselenin tam göbeğine indirmek gerekiyor: Merkeze inmeyi başardığımız durumda, merkezin etrafında boş şeyler gibi dolaşan birçok şey, merkezin çevresini kaleye çeviren granit taşlar olma işlevini görebilecektir. Sözü uzatmaya hiç gerek yok.
*Bu yazı 1995 yılında ölümsüzleşen Proletarya Partisi üyesi Halil Çakıroğlu’nun notlarından alınmıştır.