Dünya çapında yaşanan politik çalkantı ve ekonomik kriz hiç kuşku yok ki emperyalizmin ürünüdür. Kriz büyüdükçe sorun süreçleri, güç ilişkilerini ve çelişkileri yönetememe şeklinde karakterize oluyor. Emperyalist dünya kendi içindeki çelişkileri artık yönetemiyor. Siyasal rejimler sertleşiyor, halklara yönelik saldırıların dozu artıyor, iç çelişkiler yoğunlaşıyor, devletlerin siyasal sınırlarının değişimi sıklıkla gündem oluyor. Bu yüzden silahların sesi daha çok duyuluyor, barutun kokusu tüm atmosfere yayılıyor.
Emperyalizme göbekten bağımlı olan yarı-sömürge, yarı-feodal Türkiye de bu kaosun tam ortasında bulunuyor. Kurulduğundan bu yana TC, halka, ezilen milliyetlere, inançlara ve feodal yapısının da desteğiyle kadınlara karşı acımasız bir siyasal rejimle ayakta duruyor. Türk devleti halk kitlelerine acımasız sömürü ve baskı uygularken Kürt ulusal varlığını inkâr etmiş, katliamlarla ulusal kurtuluş hareketlerini bastırmış, farklı inançları yok saymış, tüm sosyal-siyasal hareketleri ağır baskı altında tutmuştur. Faşizmin tarihi aynı zamanda gerici kliklerin zorbalığa, şiddete dayanan mücadeleler tarihidir. Bu kliklerin hepsi devletin bekasına halel getiremeyecek şekilde durmaksızın sert mücadeleler içine girmiştir. Uzlaştıkları tek nokta devletin sürekliliği, halka baskı-zorbalık, Kürt ulusunun inkârıdır.
AKP-MHP bloku ve CHP arasında olan şey de bu tarihsel sürekliliğin ve geleneğin devam ettirilmesidir. Kuşkusuz klikler arası mücadele dünyadaki konjonktüre, içinden geçilen sürecin özelliklerine, ekonomik parametrelere, halk hareketinin durumuna bağlı olarak seyreder. Ancak egemen sınıfların içindeki mücadele genel süreci belirleyen, yönlendiren esaslı çelişkilerden biridir. Devrimin seyrini ve gelişimini de etkileyecek niteliğe sahiptir.
AKP-MHP bloku hem özel olarak bölgede hem de dünyada ABD emperyalizminin çıkarlarını sağlamak üzere elde ettiği role dayanarak, bu güce yaslanarak, bunun yarattığı imkânları kullanarak içerde belirlenmiş yasa, kural olmaksızın hareket etmektedir. AKP-MHP blokunun ABD emperyalizmi açısından işlevselliğini tam 12 yıl boyunca sabırla emperyalistler arası çelişkiye de yaslanarak Suriye’de oynadığı rolde görmek mümkündür. Böylesi işlevsel, dirayetli, sadık bir uşaktır AKP-MHP bloku. Yine son 10 yılda ağır ekonomik kriz, bunaltıcı siyasî baskı, sosyal çöküntü içinde tekelci mali sermaye ve patron-ağalar için süreci ve kitleleri yönetmede bulunmaz bir “Hint kumaşı” olduklarını da tespit etmeliyiz. Politik zombi haline gelen Tayyip Erdoğan ve kokuşmuş siyasî yapısı bu haliyle gücünü koruyup kitleleri felç etmeyi başarmaktadır. İdeolojik hegemonya biçimi ve yolu ise onun alamet-i farikasıdır. Onu emperyalistler için ve yer yer aşağıladığı kimi komprador burjuvalar için “vazgeçilmez” kılan artık rölantide işleyen yetenekleridir.
Tayyip Erdoğan önderliğindeki faşist ittifak, emperyalistlerle üst düzeyde güven sağlamanın getirdiği imkânları her zaman azami ölçüde kullanmayı başarmıştır. İçinden geçilen süreçte hem Ortadoğu’da hem de Avrupa’da emperyalist güçlerle ilişkilerini pekiştirmesine, kitle hareketinin zayıflığına ve kuşkusuz CHP’nin belirlenmiş kurallar dışına çıkmayacak niteliğine güvenerek uzun süredir hazırlığını yaptığı Ekrem İmamoğlu’na yönelik saldırı hamlesini büyüttü. Belediye yolsuzluğu ve DEM Parti ile gerçekleştirilen “Kent Uzlaşısı” gerekçesiyle içinde ilçe belediye başkanlarının da olduğu 106 kişi gözaltına alındı. Kararları önceden alındığı belli olacak şekilde 51 kişi tutuklandı. Tayyip Erdoğan önce Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettirdi ve sonra tutuklama yoluna gitti. Bu kuşkusuz “en güçlü rakibini yok etme” operasyonudur. Bunun dışındaki gerekçeler inandırıcılıktan yoksundur. Bu adım Tayyip Erdoğan’ın rakiplerine yönelik bugüne kadar yürüttüğü mücadelenin en pervasız biçimi olduğu kadar, meşruiyet krizi yaşamasına yol açacak en riskli adımlardan biridir. Sandıkta rakip tanımama tutumu ve bu sayede sağladığı prestij ve “yenilmezlik” halesi bu operasyonla dağılmıştır. Bu onun ideolojik hegemonyada en riyakâr biçimde kullandığı argümandı. Şimdi bunu kendi eliyle olabildiğince zayıflatmış durumda.
Tayyip Erdoğan hem emperyalistlerden hem de egemen sınıflardan aldığı desteğin yanında, tüm devlet aygıtlarının kontrolünde olmasının verdiği güvenle hareket etmektedir. Yine SEKA, TEKEL direnişi, Gezi gibi büyük çaplı toplumsal hareketler karşısında elde ettiği başarı ve deneyim de atacağı adımlarda onu şekillendirmektedir. Toplumsal muhalefetin en örgütlü ve en mücadeleci gücü olan Kürt Ulusal Hareketi karşısında son 10 yılda görece başarısını da buna eklemek gerekmektedir.
NORMALLEŞME SAHTEKÂRLIĞINDAN BOĞAZLAŞMAYA
Tayyip Erdoğan ve ittifakı ister rakibi olan faşist kliklerle mücadelesinde isterse de geniş çaplı toplumsal muhalefetle ve Kürt Ulusal Hareketiyle mücadelesinde bütünlüklü ve uzun erimli planlar yapmaktadır. Saldırılarının dozunu artırmadan önce oyalayan, manipüle eden, ortamı yumuşatan bir savaş argümanı geliştirmektedir. Yerel seçimlerden hemen sonra CHP ve genel başkanı ile “normalleşme” adı altında bir süreç başlamıştır. Diyalog kanallarını açan, yumuşuma-normalleşmeye toplumun büyük ihtiyacı olduğunu salık veren bir çizgi benimsemiştir. Derin ekonomik kriz içinde pastanın küçüldüğü şartlarda faşist kliklerin normalleşmesi, ilişkileri yumuşatması eşyanın tabiatına uygun değildir. Yeni Demokrasi’nin 8 Mayıs 2024 tarihli 161. sayısında bu ilişkinin niteliğine dair şu belirlemeler yapılmıştı: “Erdoğan’ın Özgür Özel ile görüşmesini ‘Türkiye siyasetini yumuşatma girişimi’ olarak tanımlaması ve Özel’in de görüşmeyi ‘bir kilometre taşı’ olarak nitelemesi açıktır ki bu görüşmeye kitlelerin, yaşadıkları sorunlar ekseninde harekete geçmelerine ideolojik bir zincir işlevi yüklendiğini göstermektedir. Egemenler arası mücadelenin bir parçası da olan bu görüşmeler daha güçlü bir savaşıma yoğunlaşmaya da hizmet etmektedir… Faşist klikler arasındaki ilişkilerin yumuşama kategorisine çekilmesi kitlelerin ileriye doğru atılacak adımlarını mas etmeyi içermektedir. İkinci yön ise oluşan yeni siyasal dengede birbirlerini yoklama, durumlarını anlama ve içine girilecek yeni mücadele zeminini örgütlemeye hizmet etmektedir. Halkın bağımsız eylemi ve hareketi için verili siyasal gelişmeler daha uygun koşulları oluşturmaktadır. Ekonomik ve siyasal krize egemen sınıfların bir çözüm üretmesi söz konusu değildir. Bu aralarındaki çatışmaları derinleştirecektir. Bu bağlamda kitleleri hem hareketsiz hem de kendilerine yedekleyecek yoğunlaşma söz konusudur. Halkı kendi faşist düzenleriyle uzlaşmaya, barışa çekerken halka daha güçlü saldırma, hak arayışlarını pasifize etme, anayasalcılığa mahkûm kılma, esaslı sorunlarından uzaklaştırıp kayıkçı kavgasında konumlandırma arayışında olacaklardır.” Nihayetinde Tayyip Erdoğan güç dengelerinin değişim imkânını engelleyecek savaşa daha güçlü hazırlanmış, şartların uygun olduğu anda da saldırısını başlatmıştır. Hiç kuşkusuz bununla sınırlı kalmayacaktır. Attığı adımın sonuçlarına ve CHP’nin alacağı konumanlanışa göre saldırılarının dozunu belirleyecektir. 26 Mart tarihli açıklamasında “Turpların büyüklüğünden utanacaklar” diyerek hazırlanmış paketlerinin ve saldırı dalgasının da ipuçlarını vermiştir. Kuşkusuz bu saldırı bölgesel hesapların bir parçası olan Abdullah Öcalan ve Kürt Ulusal Hareketiyle yürüyen süreci etkileyecek yansımalara da sahiptir. Zira Tayyip Erdoğan liderliğindeki faşist TC’nin “demokratikleşme, legal siyaset alanını genişletme vaadiyle” Kürt Ulusal Hareketiyle silahları bırakma müzakeresi yaptığı bilinmektedir. Bu görüşme ve ilişkinin de Kürt ulusal kazanımlarının bölgesel karakter kazanmasını engellemeye ve bu açıdan daha güçlü bir savaş için politik-ideolojik-askerî-bölgesel bir hazırlığı içerdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü yaşanan kriz sınıfsal, ulusal ve inanç temelindeki ayrışma ve çelişkileri sönümlendiren değil derinleştiren bir karaktere sahiptir. Bu koşullarda faşist TC’nin “varoluşsal” bir mesele olan Kürt sorununda kazanımlara tahammülü yoktur. Bunun geliştiği noktada savaş gücünü acımasız şekilde devreye koyacaktır. Bu tabloda Abdullah Öcalan’ın çağrısı ve işaret ettiği devletin demokratikleştirilmesi sadece ÜTOPİK BİR HAYAL OLABİLİR. Olan şey ise TC’nin geliştirdiği sürecin bir savaş argümanı olduğunu kavramaktır.
SALDIRI VE KİTLELERİN SAHNEYE ÇIKIŞI!
Ekrem İmamoğlu üzerinden hayata geçen saldırının beklenmedik iki sonucu olmuştur. Birincisi ve en önemlisi üniversitelerden başlayan ve bir haftaya yayılan, CHP’nin de bir haftadır kendisi için bir güç olarak kullanmaya çalıştığı geniş kitle tepkisi ve hareketi. Bu durum Tayyip Erdoğan ve şürekâsı tarafından da CHP tarafından da beklenmeyen bir gelişmedir. CHP bu kitle hareketinin yaygınlaşıp kontrolü dışına çıkmasını engelleyecek hamleleri peş peşe yapmıştır. Bu gücü aynı zamanda Ekrem İmamoğlu’nun yerine kayyım atanmamasına çeviren bir pazarlık gücüne dönüştürmüştür. Üniversitelerde gelişen boykota mesafeli durmuş, tüketim boykotu gibi gücü ve sürdürebilirliği tartışılır bir politika benimsemiştir. Kitlelerdeki öfke ve tepki o kadar büyüktür ki bu riyakâr mücadele biçimi bile kitlenin güçlü sahiplenmesiyle karşılanmıştır. CHP, büyük bir öfke ve tepkiyle meydanları, kampüsleri eylem yasağına rağmen zapt eden hareketi Saraçhane ve belli miting alanlarıyla sınırlama yoluna gitmiştir. Oluşan hareketin çok çeşitli toplumsal kesimleri ve özellikle Kürtleri de içine katan yapısına karşı ise devlete bağlılıkta yeminli Zafer Partisi müdahil olmuştur. Pespaye ve rezil şovenist söylemleri elindeki kitle gücünü seferber ederek son üç günde eyleme dahil etmiştir. Yine Mansur Yavaş gibi yeminli faşistler kürsüde Kürtlere hakaret etmekten geri durmamıştır. Kitle hareketinin demokrasi, özgürlük karakterinin gücü ise riyakâr da olsa Özgür Özel’i Kürtlerden özür dilemeye mahkûm kılmıştır. Halkın bu kendiliğinden ve demokratik hareketini, içerden pasifleştirme, şovenizmle parçalama ve zehirleme yanında yöneldiği Erdoğan ve şürekâsı da başka şekilde ablukaya almaya çalışmıştır. Bir haftalık esasta barışçıl olan eylemin bilançosu biber gazı, plastik mermi, fişleme, binlerce gözaltı, yüzlerce tutuklama olmuştur. Sadece bu değil. Gezi sürecinde çokça kullanılan, “camide içtiler, ayakkabılarıyla girdiler, kutsallara saygısızlık yaptılar, seksist küfürler ettiler, polise saldırdılar, ekonomik kayba yol açtılar, toplumsal huzura fitne ve fesat karıştırdılar” gibi bilindik argümanlar eşlik etti. Tayyip Erdoğan genlerinde olan anti-komünist histeriyle “marjinal sol” “terör örgütleri” gibi argümanlarla hareketi ablukaya alma operasyonuna devam ediyor ve edecek.
Burada hemen belirtelim ki Gezi eylemlerinin gerçekleştiği süreçle bugünkü süreç açısından ciddi farklar var. Gezi döneminde bu düzeyde bir ekonomik kriz ve daha geniş bir kesimin sisteme öfkesi yoktu. Bugün daha geniş bir kitlenin yaşamsal sorunları ve bunun yarattığı bir tepki vardır. Tayyip Erdoğan’ın toplumsal desteği o güne göre çok daha zayıftır. Gezi’de kitleleri harekete geçiren nedeni, egemenler bir kriz içine sokma becerisini göstermiştir. Bugün ise harekete geçiren nedenin meşruiyeti daha güçlü zemine sahiptir. Bu yönüyle Gezi eylemlerine sonradan yaşatılan bunalımın, oluşturulan ablukanın bugün başarılı olması daha zayıftır. Hareketin üniversitelerden başlayan yapısı ve oluşturduğu nitelik, derin çelişkilerle boğuşan diğer toplumsal kesimlere mücadele gücü katma potansiyeli vardır. Yaygınlaşma hak talepli bir genişlemeye yol açan bir durum oluşmaktadır. Bu AKP-MHP için de CHP için de ciddi bir tehlikedir. Sandık, seçim, anayasalcılık derin bir kriz içindedir. Kitleler kendilerine yönelecek saldırıların bu yolla püskürtülemeyeceğine daha fazla inanmakta, sistemden kaynaklanan sorunlara daha fazla yoğunlaşmaktadır. Aynı zamanda mücadele araç ve biçimlerinde eylem ve sokağa, faşizmin anladığı dilden zor aygıtına daha yatkın durumdadır.
İkinci doğan sonuç ise Mayıs 2023 seçimleri sonrası dağılan altılı masa ve yerel seçimlerde sistem içi muhalefetin CHP’de merkezileşme durumu bu saldırıyla birlikte daha fazla güçlenmiştir. CHP içinde bir dağılma, ayrışma ve parçalanmaya odaklanan saldırı sistem içi muhalefetin CHP’de daha fazla merkezileşme eğilimini güçlendirmiştir. Hiç kuşkusuz bu CHP’nin kendi cephesinde izlediği siyasetin etkisi yanında, saldırılara karşı kitlelerin gösterdiği reaksiyonun zorlayıcı karakterinden kaynaklanmaktadır. CHP içindeki klik mücadelesinin, güç edinme kavgasının izleyeceği seyrin kuşkusuz CHP’nin direncini belirleyecek özelliği vardır. Ancak gelişmeler Özgür Özel’in daha da güçlenerek süreci domine edeceğini göstermektedir. CHP yaşanan saldırıyı yoğunlaşmış bir seçim tartışması, hukuki mücadele ve kitleleri kendisi için dolgu haline getirerek püskürtme çabasında olacaktır. Yaşanan gelişme öfkeli ve tepkili kitlelerin CHP etrafında kenetlenmesine yol açma potansiyeli taşımaktadır. Hareketin yaygınlaşması, örgütlü kimliğe bürünmesi, ekonomik-demokratik hak ve talepleri tüm üretim alanlarında, mahallelerde, kampüslerde, okullarda gerçekleşme yoluna girmesi CHP’nin siyasî yol haritasını etkileyecek, halkın manipüle edilmesine yoğunlaşacak bir sinsiliğe büründürecektir. Kitlelerin bağımsız eylemi ve mücadelesini sistem içine çekmek için rolünü oynamaya girişecektir. Ancak CHP ile AKP-MHP arasında büyüyecek mücadele işçi sınıfına ve halka yeni ve büyük olanaklar sağlayacaktır.
HALKIN BAĞIMSIZ EYLEMİ VE ÖRGÜTLENMESİ
Daha şimdiden Özgür Özel kitlelerin eylemlere kapalı, yasaklı alan olan Taksim isteğini 1 Mayıs’a bağlamıştır bile. Öğrenci eylemlerinin yönü, Saraçhane’de kitlenin oluşturduğu eğilim Taksim meydanını yasaklı alan olmaktan çıkarma, 1 Mayıs alanı haline getirme yönlüdür. CHP bir kez daha, daha önce DİSK başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun yaptığı gibi kitlelerin yükselttiği sesi savsaklamanın yolu olarak 1 Mayıs’ı öne sürmüştür. Devrimciler ve komünistler için elbette Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs Meydanı olarak değerlendirilmesi bu senenin de konusudur. Bununla birlikte CHP ve benzerlerinin riyakâr ve tutarsız söylemleriyle yol belirlemek yerine sınıfın ve genel olarak halkın eğilimini açığa çıkararak hareket edeceklerdir. Her zamanki gibi Taksim bugün de komünistler için güçlü bir eğilimdir. Bu eğilimi gerçekliğe dönüştürecek çalışmalara bugünden başlamak gerekir. 19 Mart’ta başlayan ve bir hafta boyunca kampüslerde, sokaklarda, meydanlarda kesintisiz süren kitlesel mücadeleyi, ilişki düzeyinden çıkararak örgütlenme düzeyine taşımaya yönelmeliyiz. Bu süreçte kurulan bağları daha da güçlendirmeli, yalnızca mücadele biçimlerine odaklanmakla kalmayıp aynı zamanda bulundukları noktalarda örgütlenme araçlarını tartışarak inşa etmeye girişmeliyiz. Kitleleri bir araya getirecek hiçbir mücadele aracını göz ardı etmemeli, demokratik talepler doğrultusunda örgütlenmeyi kalıplara hapsetmeden planlamalı ve hayata geçirmeliyiz. Mücadeleye duyulan ilgi ve heyecan cesaretlendirilmeli, kurtuluş çizgisine yönelik bilinçlendirme çalışmaları örgütlü bir şekilde yürütülmelidir. Tüm mücadele araçları ve biçimleri bu doğrultuda seferber edilmelidir. Özellikle üretim ve yaşam alanlarında, kampüslerde ve okullarda yerinde örgütlenmeye yönelmeli, buralarda ortaya çıkan çelişkileri analiz ederek politik bir hatta dönüştürmeliyiz. Anti faşist, anti emperyalist ve anti feodal karaktere sahip bir politik hareketin inşası ancak bu çelişkileri doğru kavrayarak, sağlam bir rota belirleyerek ve canlı bir örgütsel çalışmayla mümkün olacaktır.