2025 yılı itibarıyla emperyalist sistem, içsel çelişkilerinin derinleştiği, ticaret savaşlarının şiddetlendiği ve halk sınıflarının daha da yoksullaştığı bir döneme girmiştir. ABD ve AB ile Çin ve Rusya emperyalistleri arasındaki rekabet, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasî ve askerî alanlarda da yoğunlaşmaktadır. Bu durum, kapitalist sistemin aşırı üretim krizinin bir yansımasıdır ve giderek büyümektedir.
Korumacı Politikalarla Halka Saldırılar
ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminde, ABD’nin korumacı ticaret politikaları beklenmedik düzeye yükseltildi. İç pazarı korumaya dönük bu politikalar, özellikle Çin’e karşı Biden döneminde de sert bir yaklaşımla zaten uygulanmaktaydı. Trump ise gümrük vergilerini beklenmedik derecede ve bir anda yükselterek “açık bir ticaret savaşı” ilanı etti. Bunu ticaret açığı yaşadığı başka ülkelere karşı da uygulamayı istese de şimdilik şartlar buna olanak vermedi. Çin ise açıkça “ticarî alandaki düşman” olarak hedefte tutulmaya devam etti. Çelik, alüminyum ve tarım ürünlerine yönelik ek gümrük vergileri, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşını tırmandırdı. ABD bu hamlelerle müttefiki olan AB’li emperyalistleri de karşısına almış oldu. AB’li emperyalistler ABD’yi karşılarına almasalar da ona güvenmediklerini gösteren bazı söylemlerle kendileri için kısmen özel bir rota çizeceklerini ortaya koyarak bu süreci geçiştirme yoluna gittiler. Ne de olsa “ticaret savaşı”nda başrol olamayacaklar; ama iki büyük gücün kapışmasında “belirleyici olabilecek” yan rolle bu süreçten yararlanabilecekler. Nitekim Çin gümrük vergilerine karşı güçlü refleksler göstererek söz konusu ticaret savaşında tabloyu daha görünür bir hale getirdi. Bu arada AB’ye de müttefiklik önerdi…
ABD’nin esas olarak Çin’i hedef alan; ama aynı zamanda müttefiklerine de ayar vermeyi, hizaya getirmeyi içeren ekonomik politikalarının dünya ekonomisindeki etkisi çok sert oldu. Açıklamanın yapıldığı 2 Nisan’ın hemen ertesinde Avrupa ve Asya borsalarında çok sert düşüşler yaşandı. Trump’ın açıkladığı yeni gümrük vergi oranlarının ardından dünya para piyasaları sarsıldı, ABD hisse senedi vadeli işlemleri yüzde 3’e varan oranda düştü, özellikle Tokyo piyasası Asya’daki kayıplara öncülük etti. Petrol fiyatları varil başına 2 dolardan fazla düştü ve kripto para birimi bitcoinin fiyatı yüzde 4,4 düştü.
Gümrük vergilerindeki sert artışın yarattığı ekonomik sarsıntılardan sonra Trump Çin hariç diğer ülkelere uygulanan vergi tarifesi 90 günlüğüne, geçici olarak uygulamadan kaldırıldı. Trump kısmen geri adım atmış görünse de bu sert çıkışın dünya siyasetinde de bir karşılığı olduğunu bilmek gerekir. Biden da ABD iç pazarını koruyucu önlemler almaktaydı. Bu anlamda Trump “yepyeni” bir politika ile gündeme gelmedi. Bununla birlikte Trump ABD’nin gücünü, yaratacağı derin sarsıntıları tüm dünya ülkelerine, özellikle de ticaret açığı verdiği devletlere göstermiş oldu. Birleşik Devletlerin devlet aygıtının nelere kadir olduğunu somutlaştırarak ekonomide devletin rolünü küçümseyenlere bir ders verdi. Elbette bu ders ne ABD’nin ekonomik krizinin ne de dünya çapındaki bunalımın çözümüne dair bir veri sunuyor. Aksine devletler arası gerginliğin söz konusu ekonomik krizin başta ezilen halklar olmak üzere tüm halkların üzerinden ağır bir şekilde geçmesine derinlik kazandıracağını görmüş olduk. Gördük ki hiçbir halk devletlerin güvencesinde değil, bütün devletler temsil ettikleri ya da hizmetinde oldukları dev tekellerin birer uzantısıdır, onların çıkarları uğruna her türden kararı verebilmekteler. “Serbest piyasa koşullarında sosyal devlet” denen ve önemli derecede aldatmaca içeren anlayışın derin kriz koşullarında tamamen halk düşmanlığıyla gündeme geleceğini bu son örnek bir kez daha göstermiş oldu. Sosyal devlet imajıyla güçlü bir karakter sergilemiş birçok devlet özellikle son yıllarda kendi halklarına karşı sorumluluklarından vazgeçmektedirler. Topluma hizmetin tüm alanları şirketlere açılmakla kalmamış, bu alanlar birer ticarethaneye dönüşmekle kalmamış günümüzde devlet bütçelerinden çok daha büyük paylar şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılmaktadır. Bu sadece savunma sanayii için yapılan devasa harcamalarla ya da iflas etmek üzere olan şirketlerin kurtarılmasıyla, ticaretin krediler yoluyla fonlanmasıyla ilgili değildir, dönem dönem bunlardan daha etkili olacak bir şekilde siyasî kararlarla olmaktadır. Hem içeride kitlelerin ifade özgürlüğü kapsamlı bir şekilde engellenmekte hem de dışarıda ezilen halklar üzerindeki ağır baskılara, yer yer soykırımlara açıktan tavizler içeren politikalar izlenmektedir. Devletlerin bu halk düşmanı politikaları ekonomik şartlarla, derinleşen ekonomik krizle doğrudan ilgilidir. “Ticaret savaşı” olarak tanımlanan son gümrük vergileri şokunun da halklar üzerindeki yansıması benzer biçimde baskıların artması olacaktır. Bunu sadece bu baskılara öteden beri maruz kalan halklar yaşamayacak, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki halklar da benzer saldırıların mağduru olmaya devam edecektir.
Avrupa’da Yaşananlar
Kapitalist üretim tarzının içerdiği krizler uzunca bir dönemdir istikrarlı bir şekilde genişlemektedir. Bunun emperyalistler arasındaki çelişkileri derinleştirdiği kadar, esas olarak dünya halklarının yaşamlarına etkisi gün geçtikçe büyümektedir. Emperyalist krizin ilk ağır faturalarını yarı sömürgelerdeki işçi sınıfı ve emekçi halklar öderken krizin giderek büyüyen yapısı emperyalist ülkelerdeki emekçileri de etkileyen düzeylere doğru ilerlemektedir. Dünden farklı olarak emperyalist ülkelerdeki işçi ve emekçiler de bu krizin etkilerini ciddi anlamda hissetmeye başladılar. Özellikle Avrupa’da yaşanan ve “sağın yükselişi” olarak lanse edilen gelişmeler köklü yapısal değişimler olmasa da burjuva demokrasisinin, işçi ve emekçilerin kazanımları olan sosyal-ekonomik haklarının sınırlarını geriye doğru çekme hamleleridir. Bunun için demokrasiden taviz koparmayı içeren baskıcı politikaların yaşam bulması zorunlu bir ihtiyaç olarak emperyalistlerin önünde durmaktadır. Mesele “sağ”ın yükselişi değil, ekonomik krizin yol açabileceği toplumsal muhalefeti örseleyebilecek baskıcı yönetimlerin iktidara taşınmasıdır. Bu emperyalistlerin bilinçli politikasıdır ve yaşam bulmasının önünde henüz bir engel çıkmamıştır. Ancak krizin derinleşmesi, emperyalist ülkelerdeki işçi ve emekçilerin hem ekonomik hem sosyal kazanımlarına yönelik saldırıların artmasına paralel öfkesi de açığa çıkmaya başlamıştır. Nitekim kısmi olarak sokağa çıkan bir kesimden söz etmek mümkün olsa da henüz yeterli düzeyde bir karşı koyuşun sergilenemediği de bir gerçektir.
Ekonomik krizin emperyalist ülkelerdeki en belirgin hali üretimde düşüş ve buna bağlı olarak yükselen işsizlik oranı oldu. AB bölgesi son 17 yılın en düşük işsizlik oranı ile karşı karşıya. İşsizlerin sayısı 12 milyon 824 bine ulaştı. Avrupa Komisyonu’nun açıkladığı son tahminler, AB’de işsizliğin yüzde 5,9’a ulaşacağını gösteriyor. Avro bölgesinde ise bu oran yüzde 6,3 olarak gerçekleşecek. ABD’de ise işsizlik oranı yüzde 4,2’ye yükseldi. Rusya’da da işsizlik oranı yükseliş göstermektedir. Bir süredir Avrupa’da düşen sanayi üretimi yansımasını ABD’de de göstermeye devam ediyor. Mart ayında yüzde 0,3 daha düşüş yaşayan ABD’nin dışında dünyanın en büyük ekonomisine sahip 31 ülkenin 17’sinde üretimde düşüş eğilimi yaşanmaya devam ediyor. Enflasyon oranları da beklentilerin üstünde yaşanıyor. Özellikle AB’de bu oran hemen tüm ülkelerde beklentilerin üzerinde seyir izliyor.
Ekonomide yaşanan tüm bu gelişmelerin emperyalist ülkelerde yeni hak gaspları, sosyal ve ekonomik kazanımlara yönelik saldırılar olarak geri döneceği aşikâr. Yarı sömürgelerde ise durum zaten her daim karanlık yaşamdır. Sömürünün en dizginsiz yaşandığı yarı sömürgelerdeki emperyalist sömürünün boyutu dahi krize çare olamamaktadır. Bu aynı zamanda emperyalistler arasındaki çelişkileri daha fazla keskinleştirmekte, yeni paylaşım ihtiyacını büyütmektedir. Nitekim halihazırda devam eden vekalet savaşları bir yandan bu ihtiyacı karşılama öte yandan emperyalist tekellerin pazar alanlarında kendi tahakkümünü geliştirme, karşıt emperyalist gücün hâkimiyet alanlarında ise gücünü zayıflatarak pazara hâkim olma hedefiyle yürümektedir. Bu süreçten Avrupa devletleri zaten bu süreçlerin doğrudan parçaları oldukları için etkilenmekte, dolayısıyla Avrupalı halkların da bunun ağır sonuçlarını yaşamaları kaçınılmazlaşmaktadır.
En son Ukrayna’daki savaş ortamı ve savaşın bitirilmesi yönündeki kararlar Avrupa devletlerinin bu alandaki sorunlarını görünür kılmıştır. Rusya ile ABD arasında son dönemde gözlemlenen sınırlı ortaklaşma çabaları, doğrudan halkların çıkarına değil, emperyalist sistemin istikrarını koruma çabasının bir ürünü olmakla birlikte Avrupalı devletler bu sürecin asıl mağdurlarından olmakla beraber gelişmelerin peşinden gider durumdalar. ABD, bir yandan Çin’in küresel ekonomik yükselişini dizginlemek isterken diğer yandan Ukrayna’daki vekâlet savaşında denge kurmaya çalışmakta ve bu yeni dengede Avrupa kendine henüz bir yer tutabilmiş değil. Rusya’nın ekonomik yaptırımlar ve askerî yıpranma karşısında ABD ile stratejik bir denge kurmak için diyalog arayışında olması AB devletlerinin Rusya karşısında “korumasız” kalacakları gibi bir sonuç üretmelerine neden oldu. Çıkarılan bu sonuç “kendi ordusunu ve savaş teknolojisini geliştirmek” gibi halkların çıkarlarıyla tamamen uyumsuz politikaları gündeme getirmektedir. Halklar bu aldatıcı sürece bir süre katlanabilirler, fakat ekonomik sonuçların ağırlığı süreci terse doğru da kaçınılmaz olarak itecektir. Yaşanmakta olan sahte “diplomasi” ve “uzlaşma” görüntüleri, gerçekte dünya halklarına daha büyük bir savaşın, daha derin bir krizin ve daha yoğun sömürünün habercisidir.
Avrupa Birliği, emperyalist bir güç olarak hem içten hem de dıştan sarsılmaktadır. ABD’nin ticaret politikaları ve küresel belirsizlikler karşısında, Avrupa ülkeleri savunma politikalarını gözden geçirmektedir. Rusya’ya karşı savunma yatırımlarını artıran Avrupa, gerçekte halklara ait kaynakları askerî bütçelere akıtmaya başlamıştır. Bir panik havası estirilmiştir ve bu panik hali, Avrupa’nın ekonomik ve siyasî olarak emperyalist dengede güç kaybettiğinin göstergesidir. Almanya uzun yıllara dayanan “barışçıl dış politika” görüntüsünü terk etmekte, askerî sanayi kompleksinin çıkarlarına tam bir entegrasyonla hareket etmektedir. Bu durum, “sosyal demokrat” maskenin arkasında gerçek emperyalist özün açığa çıkışıdır. Almanya’nın bu gerçekliği onun tarihsel travmasını gündeme getirmektedir. Nazi Almanya’sı umacası her geçen daha somut verilerle, gelişmelerle konuşulmaktadır. Bir taraftan “güçlü Almanya” arzusu diğer taraftan bu güç arayışının neden olduğu tarihsel travmalar Alman halkının iç dengelerinde derin huzursuzluklara yol açmaktadır. Kuşkusuz bu sürecin diğer önemli ayakları olan ciddi ekonomik problemler ve hiç de azımsanamayacak ciddi bir göçmen nüfusun varlığı da Almanya için yönetilmesi zor bir geleceğe işaret etmektedir.
ABD’nin yerli üretimi teşvik eden politikaları ve gümrük vergilerini artırması, Avrupa sermayesinin çıkarlarını tehdit etmekte ve AB ile ABD arasında ticarî bir çatışma hattı yaratmaktadır. Bu çatışma, emperyalist kapitalist sistemin krizi yönetemediğini, aksine krizi daha da derinleştirdiğini göstermektedir. Çin, bu ortamda AB’ye ABD ile karşı cephede yer alma çağrısı yaparak kendi emperyalist çıkarlarını gözetmektedir. Burada hiçbir taraf halklardan yana değildir; taraflar yalnızca hangi burjuva kanatın çıkarının öne çıkacağına dair kavgadadır.
Tüm bu gelişmeler, halklar için daha fazla yoksulluk, savaş tehdidi ve baskı anlamına gelmektedir. Bu emperyalist çatışmalar arasında taraf olmak, bir burjuva kampını diğerine yeğlemek halkların çıkarına değildir. Devrimciler, emperyalist bloklar arasında denge aramaz, devrimci savaş hattını örer. Dünya halklarının ihtiyacı, emperyalist zincirin en zayıf halkasında başlayacak olan bir proleter devrim dalgasıdır. Emperyalist çelişkiler derinleşiyor, yeni krizler kapıda. Emekçi halkların üzerindeki baskılar katmerleniyor. Bu karanlık tabloyu ancak örgütlü devrimci mücadele aydınlatabilir ve örgütlü halk hareketi ortadan kaldırabilir. Dünden çok daha fazla dayanışmaya, emperyalizm hakkında bilinçlenmeye ve anti emperyalist mücadeleyi büyütmeye ihtiyaç var. Filistin’e yönelik politika ve birçok gelişmiş kapitalist ülkedeki Filistin yanlısı harekete, söyleme, akademisyene, kampanyaya karşı sergilenen aşırı sert tepkiler bu ihtiyacın hem nedenini hem de büyüklüğünü göstermiştir. Emperyalizme karşı mücadelede ezilen mazlum halkların direnişini sembolize bayrakları yükseltelim. Ezilen halkların komünist önderlerinin fikirlerini yüceltelim. Kazanan halklar olacaktır…