Sermayenin yoğunlaşması ve merkezleşmesine paralel tekellerin oluşumu; banka sermayesi ve sanayi sermayesinin kaynaşması; meta ihracatının yanında sermaye ihracatının ön plana çıkması; dünyanın bölgesel olarak paylaşımı gibi belirleyici gelişmeler kapitalizmi emperyalizm aşamasına ulaştırmıştır. Bu kapsamda emperyalist-kapitalist sistem azami kâr arzusuyla yarı-sömürgeleri talan siyasetine soyunmuştur. Sömürge politikalarından, yarı-sömürge politikalarına adım adım geçen emperyalizm, bu doğrultuda yarı-sömürgelerin kağıt üzerindeki siyasi bağımsızlığını tanımış; ama iktisadi bağımlılığını daha fazla arttırarak askeri, siyasi ve ekonomik yönden yarı-sömürgeler üzerindeki boyundurluğunu devam ettirmiştir.
Kapitalizmin emperyalizm aşamasıyla birlikte sömürü ağı genişlemiş ve derinleşmiştir. Bunun yanında başta Avrupa olmak üzere emeğin örgütlü yapısıyla büyümeye ve genişlemeye devam etmiştir. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın devam ettiği koşullarda Ekim Devriminin patlak vermesi sistemde büyük bir yara açmıştır. Akabinde ise 1929 yılında olgunlaşan büyük ekonomik buhran emperyalist-kapitalist sistemi çöküş sürecine sokmuştur. Yaşanan gelişmeler doğrultusunda emperyalist-kapitalist sistem çöküş sürecini durduracak ve nefes molası alacak şekilde Keynesyen politikalar ekseninde sistemin en belirgin adımlarının başında, sosyal politikalarının yaygınlaştırılması, mutlak yoksulluğa dönük adımlar, göreli artık-nüfusun ücretler üzerindeki baskılayıcı etkisini yumuşatma ve istihdamı arttırma eğilimleri hayata geçirilmeye başlamıştır. Bu çerçevede amaçlanan kitlelerin proleter devrimlere dönük etkisini kırmak, ekonomik kriz ile sarsılan sistemin işleyişini onarmak hedef olarak belirlenmiştir. Devletin Keynesyen politikalar ışığında başta ekonomi olmak üzere sosyal alanlara da müdahalesi ile peşinen göreli bir refah dönemi yaşanmış, 1950’li ve 1960’lı yıllar “altın çağ” yılları olarak tarihe geçmiştir. Keynesyen politikalar aynı zamanda tam istihdam fikri ile; işsizliğin ve aşırı üretim krizlerinin ortadan kalkacağını; enflasyon rakamlarının düşeceği iddiasını geliştirmiştir.
Bu süreçte emperyalizmin yarı-sömürge ülkelere dönük politikası “ithal ikamecilik” olmuştur. Buna göre yarı-sömürgeler, emperyalist-kapitalist sisteme ham madde kaynağı sağlayan, montaja dayalı sanayi üretimi ile ekstraktif vb. sanayinin geliştirilmesiyle sistemin uzantısı konumu biçilmiştir. Bu anlayışla emperyalist-kapitalist sistemin yarı-sömürgelere dönük uyguladığı politikalarının amacı; kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini ayakta tutmak; komprador kapitalizm ile ilişkileri derinleştirerek artığın büyük bölümünü dışarı taşımak olmuştur.
Emperyalist-kapitalist sistem ile yarı-sömürgeler Keynesyen ve ithal ikameci politikalar eşliğinde 20. yüzyılın son çeyreğine kadar sürgit devam etmiştir. Nitekim uygulanan politikalar kapitalizmin emperyalist karakterine uygun azami kas olgusuna ulaşmasına kısmi engeller doğurduğu gibi sistemin yasalarına çare de olmamıştır. Özelde sosyalist bloğun varlığı ve yaygınlaşan Ulusal Kurtuluş Hareketleri, sistemin sömürüsünü arttırmak için cesur adımlar atmasına mani olmuştur. Nihayetinde 1970’li yıllarda petrol krizi olarak adlandırılan bir kriz sürecine giren sistem, krizi atlatmanın ve azami kâr marjlarına ulaşmanın yollarını arayarak neoliberal politikaları geliştirmiştir. Sosyalist blokta yaşanan geri dönüşler ve kapitalist restorasyon süreci de, neoliberal politikaların pratikleşmesini hızlandırmıştır.
Neoliberal politikaların esası sermayenin önünde duran engellerin parçalanması ve devlet elinin piyasandan çektirilerek piyasanın serbestleşmesine dayanır. Bu doğrultuda yarı-sömürgelere tam entegrasyon dayatılarak; gümrük duvarlarının kaldırılması; gerçekçi kur sistemi ve faiz politikaları; başta kamu iktisadi teşekkülleri olmak üzere özelleştirmelerin önünün açılması; Dünya Ticaret Örgütü anlaşması kapsamında tarım sübvansiyonların kesilmesi ve tarımsal üretimin tasfiye edilmesi gibi başlıca adımlar atılması plan dahilindedir. Yine neoliberal politikalar ekseninde emperyalist-kapitalist merkezlerde tüketim ömrünü doldurmuş çeşitli üretim araçları ve üretim sektörleri yarı-sömürgelere kaydırılmaktadır. Temel olarak neoliberal politikalar ile amaçlanan; işçi sınıfı başta olmak üzere halk yığınlarının mücadelesi sonucu elde ettiği ekonomik, siyasi ve sosyal hakların tekrar kaldırılmasıdır. Bu oluşumun haklı yığınlaşma etkisi, emeğin ücretlerinde ucuzlama, enformel-kayıt dışı çalışma koşulları, taşeronlaşma ve yoğun sömürüyü beraberinde getirmiştir.
Neoliberalizm, hedeflediği kar marjlarına ulaşmak için emek piyasasının esnekliğini savunur ve bu minvalde adımlar atar. Bunun için emeğin örgütlü yapısı saldırı altına alınır. Diğer yandan işçi sınıfı üzerindeki tahakkümü arttırmak için, kırsal alanda yaratılan tarımın tasfiyesi ile şehirlere kitlesel göçün önü açılır. Şehirlerin yapısı sanayi ağlarla şekillendirilmediğinden, kırsaldan kitlesel olarak akan göçün büyük bölümü işsizler ordusunun saflarını doldurur. Emperyalist-kapitalist sistem yarı-sömürgelerde, neoliberal politikalar eliyle üretimi şekillendirdiği biçimin sonucu olarak; bir yandan komprador kapitalizmin daha fazla palazlanmasına yol açarken diğer yandan ise ulusal sermayenin bağımsız gelişme kat etmesini engeller. Dolayısıyla genişletilmiş yeniden üretim biçimi emperyalist-kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre olgunlaşır. Uluslararası İş Bölümü çerçevesinde dizayn edilen yarı-sömürgeler emek gücü (yoğun üretimin kabardığı ucuz emek gücü) cenneti haline gelir. Emperyalist-kapitalist sistem yarı-sömürgelerde elde ettiği artığın komprador kapitalizm eli ile dışarı transferi, yarı-sömürgelerin sermaye birikiminin nihai seviyesini belirler ve etkiler. Bu realite hem yarı-sömürgelerin tüm kaynaklarının sermayeye açılması ve metalaşmanın hızlanmasını doğururken hem de mevcut potansiyelin aksine canlı emeği kendisine çekememeyi doğurmaktadır. “Belirli bir sayıda ek işçiyi soğurabilmek, ya da eski sermayenin sürekli olarak başkalaşım geçirmekte olması nedeniyle, halen çalışmakta olan işçileri çalıştırabilmek için bile, artık, hızlı bir toplama sermaye birikimi yetmez, birikimin artış hızının giderek artması gerekir.” (Kapital Cilt -I; Karl Marx; sf. 608)
Emperyalizmin işleyiş biçimine ve hızına bağlı gelişen bir meta ilişkisinin varlığı, yarı-sömürgelerin, emperyalist-kapitalist sistemin en ufak hareketinden etkilenmesine yol açmaktadır. Sıcak para akışının kesintilere uğraması ve döviz kurunda meydana gelen dalgalanmalar, yarı-sömürgelerde enflasyonun artışı ve işsizlik gibi adımlarla karşılığını bulmaktadır. Burjuva medya literatüründe yarı-sömürge kırılgan ülkeler olarak adlandırılması mevcut gerçekliğin şekere bulanmış bir ifadesidir.
Uluslararası iş bölümü kapsamında yarı-sömürgelere biçilen misyon sonucu, bu ülkelerde istikrarlı bir şekilde artan işsizler ordusuyla karşılaşmaktayız. Neoliberal politikaların yarı-sömürgelerde uygulama hızına baktığımızda işsizlik rakamlarının tırmanışa geçtiğini görmekteyiz. Üstelik gerçek rakamlar resmi rakamlarının da üstündedir. Örneğin Türkiye’de bir kişinin işsiz olarak tanımlanması ve kayıt altına geçmesi için İŞ-KUR’a başvuru yapması gerekmektedir. Aksi takdirde işsiz olarak tanımlanmamaktadır. Resmi veriler ışığında işsizlik rakamlarına on yıllık dönemsel oranlarla bakıldığında; 1988-1998 yılları arasında %7.9’larda seyrettiği; 1999-2009 döneminde %10’a çıktığı; 2009-2018 yılları arasında %12’lere kadar yükseldiği görülecektir.
Türkiye’de neoliberal politikaların temeli 24 Ocak 1980’de atılmasına rağmen, bunun hayata geçirilmesi uzun bir süreç almıştır. Zira ilk olarak neoliberal politikaların önünde duran toplumsal muhalefeti parçalamak hedefe koyulmuştur. 12 Eylül 1980 AFC’siyle birlikte de bu süreç başlatılmıştır. Nihayetinde 1980’li yılların sonuna doğru adım adım neoliberal politikalar hayata geçirilmeye başlanmıştır. Neoliberalizmin Türkiye’de yavaş ve parçalı bir şekilde hayata geçirilmesinde, hakim sınıfların birbirleriyle olan mücadelelerinin de etkili olduğu söylenebilir. Nitekim işsizlik oranlarındaki yükselmeye bakıldığında, neoliberal politikaların uygulanış boyutuyla paralellik taşıdığı görülecektir. Tabii ki işsizlik oranlarındaki artışı bir bütün olarak neoliberalizm ile bağdaştıramayız. Fakat büyük oranda işsizlik rakamlarını etkilediği aşikardır.
Neoliberal politikaların doludizgin uygulandığı yıllar AKP’nin iktidara gelişi ile birlikte olmuştur. Aynı dönemlerde tarımsal üretimin tasfiye edilerek uluslararası tekellere peşkeş çekildiği, kırsal nüfusun şehirlere yığıldığı görülecektir. Buna göre 2002 yılında toplam çalışan nüfus 21 milyon 354 kişi iken; tarım sektöründe çalışanların sayısı 7 milyon 4538 kişi, tarımın istihdamdaki payı %35 olarak kayıtlara yansımaktadır. 2002’den 2017 yılı sonu itibariyle nüfus 17 milyon artışla 80.8 milyon iken; toplam çalışan sayısı ise 28 milyon 189 bin kişi ve tarımın toplam istihdamdaki payı ise %19.3 ve tarımda çalışan kişi sayısı da 5 milyon 464 bin kişi gözükmektedir. TÜİK 2018 verilerine göre bir yıl önceki veriler ile karşılaştırıldığında, tarım sektöründe çalışan sayısı 767 bin kişi azalarak tarımın istihdamdaki payı %18.4’e gerilemiş durumdadır. Görüldüğü üzere neoliberal politikalar çerçevesinde uygulanan politikalar tarımsal üretimi yıkıma sürüklemiştir. Ekonomik krizin gelişmesi de süreci hızlandırmaktadır.
Bunun sonucu olarak ise 1990’larda hızlanan ve 2000’li yıllarda zirveye çıkan şehirleşme artışıyla karşılaşmaktayız. Genişletilmiş yeniden üretim süreci emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleştiğinden ve artışın esası dışarı çıkarıldığından, kırdan şehirlere yığılan kitlelerin istihdamı cüzi boyutlarda olmakta ve daha çok işsizler ordusuna dahil olmaktadırlar. Saklı artık-nüfus içinde tanımlanan tarımsal üretimden kopup şehirlere yığılan bu kesimin, yarı-sömürgelerde neoliberal politikalar sonucu sayısal olarak kabardığı görülmektedir. Bunun yanında emperyalist kapitalist merkezlerden farklı olarak, yarı-sömürgelerde saklı artık-nüfusun büyük bölümü enformel, taşeron ve küçük çaplı işletmelerde düzensiz çalışmaktadır. Denilebilir ki yarı-sömürgelerde saklı ve durgun artık-nüfus iç içe geçmiştir. Marks durgun artık-nüfusu; “yaşam koşulları, işçi sınıfının ortalama düzeyinin altına düşer ve tam bu durum, onları sermayenin özel sömürü dallarının geniş temeli haline getirir. Maksimum çalışma süreci ve minimum ücret bunların ayırt edici özellikleridir.” (Kapital Cilt -I; Karl Marx; sf. 621) diye belirtir. Yarı-sömürgelerde saklı artık-nüfusun kırdan şehre akışı ile yüz yüze kaldığı gerçeklik, durgun artık-nüfusun yaşam standartlarına uymaktadır.
Türkiye’de son dönemlerdeki işsizlik rakamlarına baktığımızda; TÜİK 2018 verilerine göre işsiz sayısı 2017 yılına göre 83 bin kişi artışla 3 milyon 537 bin kişi olmuştur. DİSK-AR tarafından hesaplanan geniş tanımlı işsizlik oranına göre ise; Aralık 2018’de bir önceki yılın aynı ayına göre işsiz sayısı 963 bin artışla 7 milyon 153 bine yükseldi, işsizlik oranı ise %20.9 olarak hesaplandı. Ayrıca kadın işsizliği 2017’de %13.1’den, 2018’de %15.4’e; tarım dışı kadın işsizliği 2017’de 16.8’den, 2018’de %32.2’ye; tarım dışı genç kadın işsizliği 2017’de %28.4’den, 2018’de %32.2’ye; genç işsizliği 2017’de %19.2’den, 2018’de +24.5’e çıkmıştır. İşsizlik rakamlarında en çok dikkati ise kadın işsizliği ve genç işsizlik çekmektedir. Ekonomik krizin gelişmesiyle beraber ise kadın işsizliği daha fazla artmaktadır. “Kriz dönemlerinde kadının toplumdaki ikincil konumu ve var olan toplumsal cinsiyet rolleri daha da perçinleniyor. Zaten dünya ortalamasına göre oldukça düşük olan toplumsal üretimdeki yeri, ucuz, esnek, güvencesiz ve enformel ücretli ve ücretsiz emeğin durumu daha da ağırlaşmakta.” (8 Mart Özel Sayısı; Yeni Demokrat Kadın; sf. 35) Kadın emeği sermaye için her zaman ucuz emek gücü deposu niteliğinde olduğundan, istendiği zaman üretimin dışına bırakılması bakımından önem arz etmektedir. Yarı-sömürgelerde enformel, fason, taşeronlaşma gibi sektörlerin geliştiğini düşündüğümüzde, bu sektörlerle en uyumlu olan emeğin ise kadın emeği olduğunu söylemek gerekir. Nitekim kadın istihdamında, “formel alanda çalışan kadın oranı 1988’de %34.9 iken 1998’de %26.4’e düştüğünü, 2000 yılında %24.9’a, 2005 yılında ise %22.3’e gerilediğini” (8 Mart Özel Sayısı; Yeni Demokrat Kadın; sf. 70) görmekteyiz. Üretimin parçalara ayrılması ile birlikte enformel alanda kadın istihdamı da artmaktadır.
SONUÇ
İşsizlik burjuva politikacıların ve yazarların savunduğu gibi yanlış politikalar sonucu doğmamaktadır. İşsizler ordusu kapitalizm ile uyumlu nesnel bir gerçekliktir. Kapitalist üretim biçiminin işleyişi için bir kaldıraç görevi görmektedir. Bu nedenle kapitalizm koşullarında işsizliğin oluşması şaşırtıcı değildir. Aksine şaşırtıcı olan kapitalizmde işsizliğin olmamasıdır. Burjuva yazında işsizlik, hükümetlerin almış olduğu kararlarla bağdaştırarak gerçekliğin üstü örtülmektedir. Halk kitlelerine de bu şekilde yanlış bilinç empoze edilmektedir. Her üretim biçimi gibi kapitalist üretim tarzının işleyişine bağlı olarak da nüfus ve artık-nüfus yasası mevcuttur. Kapitalizme uyumlu olan ise boyutları gittikçe büyüyen yedek sanayi ordusudur. Bundan dolayı işsizler ordusunu sermayenin bir semptomu olarak görmek gerekir.
Sermaye birikimini tamamlayamadan emperyalizme bağımlı gelişen yarı-sömürgeler ise, kendi dinamikleri doğrultusunda gelişen bir kapitalizmin başından itibaren olmamasının getirmiş olduğu biçimle uluslararası piyasaya dahil olurlar. Bu durum yarı-sömürgelerde spesifik bir kapitalizmin doğmasına ve gelişmesine yol açar. Emperyalizmin dönemsel politikaları çerçevesinde ise sistemin ihtiyaçları kapsamında şekillenirler. Dolayısıyla yarı-sömürgelerin toplumsal formasyonuna bağlı olarak nüfus ve artık-nüfus, emperyalist-kapitalist merkezlerden özsel olmasa da biçimsel farklılık gösterir. Yarı-sömürgelerin artık- nüfusu içinde saklı ve durgun kesimlerin iç içe geçmişliği yedek ordunun karmaşık yapısı olduğunu da göstermektedir. Bunun yanında kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin tasfiye edilememesi; ama yüksek boyutlarda çözülmeye uğraması sonucu; kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin kalıntıları emperyalist-kapitalist ülkelerden farklı olarak, yarı-sömürgelerde alt ve üst yapıda çeşitli düzeylerde kapitalist üretim ilişkilerin bağrında yaşar. Bu tablo her iki toplumsal formasyonun kapitalizmi açısından, kapitalizm öncesi üretim ilişkileriyle hesaplaşma (tasfiye ve çözülme) tarzının yarattığı sonuç olarak; her iki toplumsal formasyonun kapitalist özelliklerini vermektedir. Yarı-sömürgelerin bu bakımdan alametifarikası kapitalizmin komprador niteliğe bürünmesi ve göreli artık-nüfusa rengini vermesidir.
Özcesi emperyalist-kapitalist sistem günümüzde neoliberal politikalar aracılığıyla yarı-sömürgeleri şimdiye kadar eşi görülmedik boyutlarda sömürmektedir. Sömürünün artan boyutu ve ekonomik krizleri yarı-sömürgelere yıkma stratejisi işsizler ordusunun sayısal artışına yol açmaktadır. Demokratik Halk Devrimi için bu ordunun gün geçtikçe daha fazla önem kazandığı görülmektedir. Bu minvalde örgütlenme ve politikalar inşa edilerek işsizler ordusu sınıf mücadelesine kanalize edilmelidir. Çünkü işçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedeceği bir şey yoktur.
(BİTTİ)
Yazının ilk bölümü: https://www.yenidemokrasi33.net/emperyalizmin-yari-somurgelerdeki-neoliberal-politikalari-ve-issizligin-kronik-boyutlara-tirmanisi-i.html
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesinin 22 Ağustos 2019 tarihli 42. sayısından alınmıştır.