19 Mart’ta, Ekrem İmamoğlu ve 105 kişiye yönelik geniş çaplı bir devlet operasyonu gerçekleştiğinde, CHP Genel Başkanı Özgür Özel herkesi il ve ilçe başkanlıklarında toplanmaya çağırıyordu. Ancak İstanbul Üniversitesi öğrencileri başta olmak üzere birçok üniversitede öğrenciler çoktan sokağa çıkmıştı. ‘Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam’, ‘Kurtuluş Sokakta, Sandıkta Değil’, ‘Hükümet İstifa’ ve ‘Diplomasız Erdoğan’ sloganlarıyla yürüyen öğrenciler, önlerine çıkan polis barikatlarını aşarak ilerliyordu. İnsanların sosyal paylaşım yaptığı, fikrini söylediği, röportaj verdiği için polis-yargı kıskacına alındığı ve “Silivri soğuktur” diyerek sürekli yutkunduğu, ağır bir faşist baskının hüküm sürdüğü koşullarda kıvılcım çakıldı. Kıvılcımın nedeni ile harekete dinamik katan gerçekler hem örtüşüyor hem de derin sınıfsal-sosyal-siyasal farklılıklar içeriyor. Kıvılcımın çakılmasına yol açan şey AKP-MHP blokunun “35 yıllık diplomanın” iptal edilmesi ve yolsuzluk-terör suçu gerekçesiyle “en büyük rakip” Ekrem İmamoğlu’nun derdest edilmesidir. Son yerel seçimlerde ve tüm anketlerde sistemin birinci partisi konumundaki CHP’ye yönelik bu saldırı, bir parçalama ve sindirme operasyonu olarak kurgulanmış ve toplumsal tepkinin fitilini ateşlemiştir. CHP ile AKP-MHP bloğu arasındaki giderek sertleşen mücadelede başvurulan pervasız yöntemler, kitleler nezdinde daha geniş çaplı saldırıların kendilerine de yöneleceği algısını güçlendirmiştir. Zira uzun zamandır kendi anayasa ve yasa düzenini dahi yok sayan, halkın cebinden durmaksızın çalan, tatlı vurgunlarla patronları palazlandıran, tüm ülkeyi emperyalist sermayeye peşkeş çeken, halkın tüketimine sürekli vergi koyup komprador-bürokrat burjuvaların vergilerini bir kalemde silen, belediyelere-üniversitelere kayyımlar atayan, diplomalı genç işsizler yığını oluşturan, akademik-bilimsel-parasız eğitimi mezara gömen, ekonomik krizi açlığı ve yoksulluğu artırarak çözmeye çalışan, halkı sistemleri gibi borç batağına sürükleyen, tedbir almayıp doğal afetleri, iş kazalarını bir kadere dönüştüren, devleti sadece şiddet-baskı-gözaltı-yargı-savaş makinesi haline getiren bir düzenin varlığı söz konusudur. Bugüne kadar yapılanın daha büyük ve kapsamlısının örgütlendiğine dair bir kavrayışa İmamoğlu operasyonu büyük bir yol açmıştır. Zira açık bir şekilde “seçilme” hakkının gasbedilmesi, siyasal farklılıklara sistem içinde dahi tahammülsüzlük en keskin şekilde açığa çıkmıştır. Faşist klikler arasındaki sertliğin düzeyi halkın başına ne geleceğini gösteren bir ayna gibidir. Siyasal ve temel demokratik haklardan, çalışma ve ifade özgürlüğünden yoksun kitleler, AKP-MHP ile CHP arasındaki iktidar mücadelesinde yaşananları, kendi varoluşlarına yönelik tahammül edilemez bir tehdit olarak görmüştür. Halkın ve gençliğin verdiği tepki, dayatılan köleleştirme sürecinin daha da derinleşeceği gerçeğine karşı bir reaksiyondur. İmamoğlu’na yönelik saldırı ise bu kavrayışın bir kaldıracı haline gelmiştir. Devletin kurucu partisi ve sistemin sigortalarından biri olan CHP’ye böylesine kapsamlı bir yönelim, örgütsüz ve dağınık haldeki halk için “ne verilirse onunla yetinmek” zorunda bırakılan bir kölelik dayatması anlamına gelmektedir. Halk, siyasal, ekonomik ve sosyal açılardan geleceğin bugünden daha kötü olacağını kavramış durumdadır. Bu farkındalık, birikmiş öfkeyi ve bastırılmış enerjiyi harekete geçirmiştir. Bu enerjiyi uyandıran temel etken ise AKP-MHP ile CHP arasında kıyasıya süren iktidar mücadelesi ve gücü elinde tutanların başlattığı saldırı dalgası olmuştur. Yaşanan ekonomik krizi, siyasî saldırganlığı ve bunun yarattığı yönetme krizini kullanan CHP bir süredir gücünü perçinlemekte, devletin direksiyonuna oturmak için rakibini zorlamaktaydı. CHP kendisine yönelen saldırının amacını bilmektedir. Hiç kuşkusuz bu saldırının amacı bizim açımızdan da çok nettir. Faşist diktatörlüğün krizi büyüdükçe egemen olan klikler arasında da mücadele kızışır. Hâkim olan klik diğer kliği dağıtmaya, zayıflatmaya, güçten düşürmeye, parçalamaya ve elindeki imkânları daraltmaya yönelir. Bu mücadelenin karakteri gericidir. Temelde halkı kimin ezeceği, sömüreceği, devletin olanaklarına sahip olarak sistemden nemalanacağı kavgasıdır. CHP ve Ekrem İmamoğlu da bu mücadelenin özneleridir. Ancak hak, özgürlük, demokrasi ve halkın çıkarları, onların siyasetinde yalnızca gerici emelleri için kullanılan bir dolgu malzemesinden ibarettir. Onlar için halk, güç elde etmek adına ihtiyaç duydukları bir nesne konumundadır.
Halkın özneleşmesi tüm gerici klikler için büyük bir tehlike ve tehdittir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için, halkı kendi istekleri ve çıkarları doğrultusunda hareket etmeye razı etmeye çalışıyorlar; kendilerini temsilci ve özne, halkı ise edilgen bir kitle olarak konumlandırıyorlar. Özgür Özel’in bir gençle Taksim tartışması sırasında sarf ettiği “Şimdi Saraçhane’yi koruma vakti, Taksim için zaman gelecek, ben biliyorum bu işleri” sözleri de bu anlayışın bir yansımasıdır. Verdiği mesaj açıktır: Kendileri özne, halk ise ancak yönlendirilen bir nesnedir. Bu konumlanmada, halk ile egemenlerin sürekli bir çatışma olduğundan ikiyüzlülük ve aldatma temel karakterdir. CHP, 19 Mart’tan itibaren gelişen hareketi tek bir amaca yönlendirmiştir: Kendi belirlediği çerçevede ve belirlenmiş noktalarda bir “miting” kitlesine dönüştürmek. Üniversitelerde başlayan boykotu sahiplenememiş, giderek yaygınlaşan hareketi merkezi bir eylemle sınırlamış ve kendine yakın sendikalara direnme çağrısı yapmamış, yaptırmamıştır. Tüm enerjisini, planlamasını ve yönlendirme imkânlarını “mitingler” çerçevesinde tutmaya odaklamıştır. Saraçhane onlar için bir mevzi olmuştur. Saraçhane dışına çıkılmamasına yoğunlaşmıştır. Zira Saraçhane’de bir hafta boyunca toplanacak kitlenin genişliği önemlidir. Çünkü yaşanan saldırı karşısında uyuyan halkın enerjisinin uyanmasının derdest edileceği nokta burasıdır. CHP bu açıdan bir sınavla karşı karşıya kalmıştır. Birincisi, en geniş kitleyi belirlediği istediği noktada toplayarak AKP-MHP ile pazarlık gücünü artırmayı başarmak, ikincisi ise uyanan ve harekete geçen halkın öfke ve tepkisini bir politik disiplin altına almak. CHP gelen saldırının kapsamı ve büyüklüğü karşısında İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyım atanmasını engelleme pazarlığına girişmiştir. Halkın demokrasi, özgürlük ve hak taleplerine yönelen mücadele isteği CHP eliyle saldırının kayyımla sonuçlanmaması, kayyımın engellenmesi eksenine kaydırılmıştır. Nitekim yoğun pazarlıklar ile mahkeme iki defa gerekçeli kararını değiştirmiş kayyım atanması engellenmiştir. 26 Mart’tan itibaren Saraçhane eylemlerini sonlandıran Özgür Özel, 29 Mart’ta ise Maltepe’de bir seçim mitingi gerçekleştirdi. CHP, izlediği bu yolla örgütsüz ve dağınık kitleyi, seçim çalışmalarına veya seçim baskısı oluşturan bir çizgiye yönlendirme peşindedir. Oysa halkın ve gençliğin gördüğü gerçeklik açıktır: DEM Parti’nin ve son dönemde CHP’nin seçilmiş vekilleri ile belediyeleri, yargı kararlarıyla kolayca gasbedilmektedir. Seçilme hakkı fiilen ortadan kaldırılmakta, mücadele yerine sandık işaret edildikçe bu gasplar daha da pervasızca hayata geçirilmektedir. CHP, halkın ve gençliğin demokratik kazanımlar için ortaya koyduğu mücadele ve eylem iradesini sandığa gömmeye çalışmaktadır.
Özgür Özel 24 ve 25 Mart tarihli Saraçhane konuşmalarında “Sizin sayenizde kayyım atayamadılar” diyerek dört elle sarıldıkları armağanı halka da sunmuş ve halkın da bu armağanı kabul etmesini salık vermiştir. Aynı gün Özgür Özel’in dört elle sarılmasını umduğu armağanı üniversite gençliği reddetmiş, Saraçhane yerine Maçka’dan Şişli Belediyesinin önüne büyük bir yürüyüş gerçekleştirmiştir. Hiç kuşkusuz öğrencilerin, halkın öfkeyle zapt ettiği kampüsler, sokaklar CHP’nin “kayyım” ve kendilerine yönelecek saldırılar için etkili bir pazarlık aracı olmuştur. Oysa halkı ve öğrencileri harekete geçiren ve sloganlarla dile gelen sorunlar en temel hakların çiğnenmesine yöneliktir. Kayyımın engellenmesiyle ekonomik-akademik-demokratik-siyasal haklarına yönelen boyutlu saldırılarda bir kırılma yaratılmayacağı açıktır. İBB’ye kayyım atanmaması bu saldırı dalgasında CHP’nin asıl hedefiyken kitleler yasaklı olan alanların açılması, özgürce eylem yapma hakkının kazanılması, hak arayışının polis-yargı cenderesinden kurtarılması, örgütlenme özgürlüğünün sağlanması talebine yoğunlaşmıştır. Bu taleplere CHP ise gökkubbede hoş bir seda olarak bakmış ve halkı kandırmanın retoriğini yapmıştır. Otobüsün üstünde konuşmalar yapılırken Bozdoğan Kemeri’nde polis saldırısı sadece seyredilmiştir. Binlerce insan işkenceyle gözaltına alınıp yüzlercesi tutuklanırken “mitingin güvenliği” için Valilikle pazarlık masaları kurulmuştur. Özgür Özel müdahale durumunda valiyi “alnını karışlarım” diye tehdit ederken gaz, plastik mermiyle saldırılıyor ve gözaltılar yaşanıyor, elinde mikrofon otobüsün üstünde alanı terk etmeyenleri azarlamakla uğraşıyordu. Özgür Çelik’ten Ali Mahir Başarır’a, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Ekrem İmamoğlu’na kadar halka verilen öğüt eylemin “amacı” dışına taşmaması olmuştur. Tanımladıkları amaç ise halkın yaşadığı ekonomik, siyasî ve demokratik yokluk, yoksunluk, yasaklar değildir kuşkusuz. CHP, başından itibaren kendisine rağmen gelişen öfke ve tepkinin yaygınlaşmasını engellemeye, onu merkezileştirerek yalnızca bir seçim basıncı aracı haline getirmeye çalışmıştır. Bu tutumuyla egemen sınıfların, diğer gerici ittifak güçlerinin ve hatta AKP-MHP blokunun takdirini kazanmıştır. Bunun ödülü ise şimdilik İBB’nin kendilerinde kalması olmuştur. Halkın öfkesi ve hareketine yol açan sorunun nedeninin Ekrem İmamoğlu olması CHP için bu öfkeyi dizginleme olanağı yaratmıştır. Halkın hareketi bu açıdan ona yabancı ve sınıfsal olarak düşman olan “ehil olmayan bir elin kontrolünde” şimdilik dizginlenme talihsizliği altındadır. Ancak hareketi dinamitleyen nedenler olduğu yerde durmaktadır, hatta daha da büyümüştür. CHP’nin anlattığı, elleriyle beslediği polis ve doğal olarak devlet olgusuyla bu süreçte harekete geçen on binler tanışmıştır. Devleti CHP’nin sunumundan, sunmak istediğinden değil pratiğinde öğrenmiştir. Üniversitelerde ve sokaklarda, on yıldır baskıya, zorbalığa ve sindirme politikalarına maruz kalan gençlik ve halk, örgütsüz, dağınık ve moralsiz bir halde harekete geçmiştir. Kuşkusuz, faşizmin bu harekete yönelik tehdidi yalnızca polis copu, gözaltı ve zindanla sınırlı değildir. Elindeki tüm araçlarla saldırmakta; eğitim hakkı, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, sağlık hakkı, seçme-seçilme hakkı ve hatta yaşam hakkını gasp etmeyi de bu tehditlerin bir parçası haline getirmektedir. Böylesi bir ortamda, örgütlü mücadelenin en temel suç sayıldığı, hak aramanın ise kolaylıkla “terör” kapsamına alındığı, kasıp kavuran bir gericilik hüküm sürmektedir. Oluşan hareket, en geniş toplumsal kesimlerin hak ve özgürlük mücadelesine dönüşme potansiyelini barındırmaktadır; ancak henüz bu karakteri tam olarak kazanmamıştır. Zira hareketi tetikleyen İmamoğlu’na yönelik saldırının yarattığı toz duman henüz dağılmamıştır. Faşist saldırganlığa ve baskılara karşı ayağa kalkan kitleler hâlâ örgütsüz, dağınık ve programsızdır. Ancak yedi gün boyunca deneyim biriktirmiş, devletin gerçek yüzüyle yüzleşmiş ve hareketi sınırlayan CHP içindeki klik mücadelelerine tanık olmuştur. CHP’ye rağmen ortaya çıkan bu hareket, demokratik talepler için mücadele etme bilinci kazanmış ve sorunların kaynağına dair bir yoğunlaşma geliştirmiştir. Politik karakteri, demokratik hakları kazanma yönünde şekillenme eğilimindedir ve bu doğrultuda bir güç barındırmaktadır. Bu hareket, ekonomik sorunlarla boğuşan ve gasbedilen haklarını geri alma ihtiyacı duyan diğer toplumsal kesimlere cesaret verecektir; dahası, bu cesaret bilinçli bir şekilde taşınmalıdır. Hareket, kendi çıkarlarını merkeze alan, ehil ve kararlı bir yapıya, iradi bir müdahaleyle kavuşturulmalıdır.