Dünyada, bölgede ve ülkelerde emperyalistler arasında, gerici devletler arasında, ülkelerin egemen klikleri arasında yoğun ve şiddetlenen bir güç mücadelesi sürece damgasını vuruyor. Ezilen uluslar ve halklar gündemi belirleyen, yönlendiren bu güç mücadelesi için dağınık, örgütsüz olmanın tüm olumsuzluklarına maruz kalıyor. Örgütsüzlük ve dağınıklık egemenlerin saldırılarına pervasızlık ve vahşet için güç veriyor. Herkesin göreceği ve anlayacağı şekilde yüksek kâr için alınmayan basit ve masraflı önlemlerden dolayı “lüks otellerde” insanlar cayır cayır yanıyor. Bolu Kartalkaya’da 78 insan iş yerinin almadığı önlem, devletin yapmadığı denetimler sonucu katledildi. Doğal afetlere tedbir yok, iş yerlerine tedbir yok, madenlere tedbir yok, ölümlere tedbir yok! Ancak egemenler yüksek kârlar elde etmesi için ücretlerin düşürülmesi tedbiri var. Devletin bekası için katliamlarla, tutuklamalarla, muhalif olan her şeye saldırarak tedbir var. Halkın örgütsüzlüğü ve dağınıklığı giderilmedikçe pervasızlık ve vahşet katlanarak artacak.
Halka yönelik saldırıların dozu egemenlerin hem ekonomik hem de politik krizlerin etkisiyle daha fazla artmaktadır. Bu krizler halk kitlelerine daha fazla sömürü, daha yoğun yaşamsal sorunlar, daha fazla politik baskı, daha da katmerlenmiş ideolojik-kültürel kuşatma, geleceğe dair daha fazla belirsizlik, eğitim-sağlık başta olmak üzere sosyal haklarının daha fazla gasbedilmesi, iş ve yaşam güvenliğinin daha fazla ihlali şeklinde yansıyor. Şiddetlenen gerginlik ve büyüyen krizler mücadeleye tutuşan ezilen uluslara ve halklara kan, ölüm, göz yaşı ve şiddetli askeri saldırılar yanında örgütlü güçlerinin dağıtılması, ezilmesi ve teslim alınmasını içeren kapsamlı bir sindirmeye dönüşüyor.
Emperyalist dünya sisteminin yaşadığı ekonomik kriz ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan politik yoğunlaşma, dünyada tüm ülkelerin iç ve dış siyasetini daha güçlü yönlendiren bir tablo önümüze seriyor. Emperyalist güçler arasındaki mücadelenin keskinliği, oluşmuş ve oluşan dengeleri zorlayan, değiştirmeye yönlendiren hamlelerle ilerliyor. ABD’nin dünyadaki tüm gelişmelere yön vermeye dair kışkırtıcı, provokatif saldırganlığı belirgin bir karakter kazanıyor. Orta Doğu’dan Afrika’ya ekonomik olarak Çin’i, askerî ve politik olarak Rusya’yı zayıflatmaya yönelik geliştirdiği hamleler özellikle Orta Doğu’nun çelişkiler yumağı olan gerçekliğinde kışkırtıcılığı körüklüyor. ABD, İsrail’i eksen alarak İran’ı kuşatma siyasetinde “İsrail ile Arap devletler arasında” daha güçlü ekonomik-politik ilişki geliştirme çabasına Filistin davasını kurban seçerken 7 Ekim 2023’te Filistin Direnişinin bir varoluşsal reaksiyonu ile karşılaştı. Filistin Direnişi, İbrahim Anlaşmaları ile sonsuza kadar kölelik dayatmasının Siyonizm’in işgalciliğini genişletmesiyle desteklenmesine Aksa Tufanıyla tüm dengeleri alt üst edecek bir askerî hamle yaptı. Üstüne parça parça atılan toprakla mezara gömülmeye çalışılan Filistin davasının bu parlak saldırısı, Siyonist barbarlığın ölüm makinalarını seferber etmesine yol açan saldırganlığını da başlattı. Tam 471 gün boyunca Siyonist barbarlık Gazze’de soykırıma varan saldırı kampanyası yürüttü. Gazze’de kadın, çocuk, yaşlı demeksizin 47 bin insan katledilirken Gazze yerle bir edildi ve insansızlaştırıldı. Siyonizm saldırılarını, Lübnan, Yemen, Suriye, Irak ve İran eksenine (“Şer ekseni” diye tanımladı Netanyahu) doğru bu süreç boyunca taşıdı. Bölge dengeleri ekonomik, siyasî ilişkiler açısından alt üst olurken ABD emperyalizmi “şer ekseninin” her bir halkasını parça parça koparacak adımları da atmaya yönlendirdi. ABD emperyalizmi 2024’te şiddetli bir iç klik mücadelesinden sonra dünyada “güç yoluyla barışı teşvik etme” anlayışına sahip Trump’ın egemenliğine girdi. İsrail’in Lübnan saldırganlığına bir ateşkes ile mola verilirken bu çizgi ilk icraatını Suriye’de “güç yoluyla barışçıl geçişi” sağlayarak gösterdi. ABD Rusya ile Suriye’de kurduğu statükoyu savaş olmaksızın lehine bozdu.
Bu gelişmeden hemen sonra ise İsrail ile Filistin Direnişi (özelde Hamas) arasında bir ateşkesi zorlayarak ya da dayatarak gerçekleştirdi. İşgal devleti tarafından yıkılmış, insansızlaştırılmış, harabeye dönüşmüş Gazze’de yok edilemeyen direniş ile 16 Ocak’ta ateşkes imzalandı. Hamassız bir Gazze yaratılmasıyla yola çıkan İsrail, ABD dayatmasıyla daha güçlü ve kapsamlı saldırı vaadiyle, istemeyerek de olsa bu anlaşmayı imzaladı. Trump, bu anlaşmanın İbrahim Anlaşmalarının kapsamını genişletmeye (Suudiler, Katar, Bahreyn vs.) hizmet edeceğini vurgulayarak emperyalistler arası mücadele cephesinde hâlâ ekonomik anlamda bölgeyi sarmalayacak ihtiyaçlar olduğunu vurgulamış oldu.
Yapılan ateşkes anlaşması ve esirlerin takasında 471 gündür bombardıman ablukasında olan Gazze’de direnişçiler darbeler alsa da yenilmediğini dünyaya ilan etti. Her ne kadar ateşkes ABD emperyalizminin bütünlüklü gerici emelleri için bir kaldıraç işlevi görse de aynı zamanda Filistin Direnişinin ve başarısının bir sonucudur. Gazze’de kurulan yaratıcı direniş çizgisi açlığa, yokluğa, ablukaya, son teknoloji ile gerçekleşen bombardımanlara, ölüme teslim olmamanın ve güçlü olanın zafere yazgılı olmadığının ispatlanmasını sağlamıştır. Ancak bu ateşkes ile Filistin davası Katar, Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Türkiye gibi ABD emperyalizminin uşakları tarafından daha büyük bir politik-ideolojik kuşatma altına alınmıştır. Bu güçler Filistin davasını teslimiyete yönlendirecek her türlü politik, ekonomik imkânı devreye sokacaklardır. Filistin davası şimdi çok daha büyük bir tehdit altındadır. Kişiliksizleştirilme ve kimliksizleştirilme kuşatması güçlendirilmiştir.
ABD emperyalizmi, Çin’in ekonomik ağırlığına Rusya’nın askerî-politik etkisine odaklanırken özellikle İran’ı çeviren bir yönelim inşa etmektedir. Bu yöneliminin örgütlenmesinde uşaklarını da daha fazla zorlayacaktır. “Güç yoluyla barışı tesis etme” çizgisi süreci etkileyecek çatışma çelişkileri hafifletmeye odaklıdır. İhtilaflı alanlarda hedeflediği uzlaşmaları sağlamada daha kararlı olacaktır. TC’nin Bahçeli eliyle başlattığı “yeni tasfiye” süreci ve “Kürt barışı” girişimi bu yönelime uyumlu olma hamlesidir. Bu eksende yürüyen süreç, Kürt Ulusal Hareketinin silahları TC’ye doğrultmaması karşılığında “legal siyasal alanını” genişletmeyi içermektedir. Bu Kürt Ulusal Mücadelesini zayıflatmanın, reformcu ya da ulusal haklar verilmeksizin “silahlı mücadelenin” tasfiye edilmesine odaklıdır. Kürt ulusal haklarının Türk egemenlerince inkâr edilerek Kürtlerin kendi kaderini eline alma hakkını engelleyerek Türk egemenliğinin belirlenmiş yasal çerçevesine hapsedilerek işletilmeye çalışılan bir süreçtir. Bu süreç silahlı mücadeleyi erteleyebilir, askıya almaya götürebilir; ancak bir barışa ya da TC’nin demokratikleşmesine asla yol açmayacaktır. Daha pervasız, saldırgan ve sınırlayıcı bir yaklaşımla mücadeleyi çürütme yoluna onu yönlendirecektir.
Kürt meselesinde “barış” türküleri söyleyen faşist AKP-MHP bloku diğer yandan ise “fetih marşları” eşliğinde tüm devrimci, ilerici güçlere saldırılar organize ediyor. “Barışın kaybedeni olmaz” denirken DEM Partili belediyelere kayyımlar atanıyor, her gün yurtsever-devrimci gazeteciler tutuklanıyor, Rojava’da Tişrîn barajında siviller bombalanıyor. Devrimci siyaset ve mücadele ise durmaksızın kovuşturma, soruşturma, gözaltı, tutuklama ablukası içine çekiliyor. Son olarak irili ufaklı gözaltı, tutuklamalara ESP’ye yönelik kapsamlı ve tasfiyeyi içeren bir saldırı gerçekleşti. ESP, SKM, SGDF üyelerinin evleri basıldı, 41 kişi gözaltına alındı. 34 kişi tutuklandı.
AKP-MHP bloku saldırısını bununla sınırlamadı. Milyonlarca insanın katıldığı Gezi eylemlerinin dosyası asla tozlanmayan raflardan indirildi. Eylemlere katıldığı iddiasıyla birçok sanatçı gözaltına alındı ya da ifade için savcılığa çağrıldı. Şimdi yeniden Gezi’nin en popüler kişiliklerle hedefe konulması durumu yaşanıyor.
Egemenlerin “barış türküsü” tüm toplumu sindirmek, örgütsüzleştirmek, hareketsiz kılmak, bölgede çıkarlarını gerçekleştirmek, Kürt ulusal kazanımlarının genişlemesini engellemek, devrimcileri zindana atmak, Kürt’ü katletmek olarak icra ediliyor.
TC’nin bölgede daha fazla düşman edindiği, daha derinlikli çelişkiler içine sürüklendiği Suriye politikası, içeride kliklerin güç değişim mücadelesine de ivme katmıştır. Suriye’de başarı hikâyesi, Kürt meselesinde oluşan ılıman iklim ancak büyüyen ve durdurulamayan ekonomik kriz ve küçülen pasta faşist kliklerin mücadelesinde sertliğin dozunu da artırmıştır. Tayyip Erdoğan gelişmeleri gücünü daha fazla artırmanın, kitlelerdeki memnuniyetsizliği yönetmenin bir fırsatı olarak görmektedir. Muhalefetin güçlenerek merkezileştiği CHP’ye kapsamlı bir saldırı kampanyası başlatmıştır. Belediye başkanları çeşitli gerekçelerle tutuklanmaya başlamış, daha büyük “turpların” olduğu söylenerek saldırının büyüyeceği sinyalleri verilmiştir. CHP bu şekilde zayıflatılmaya, özellikle İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanları gibi güçlü politik figürler devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Klikler arası mücadele sadece bu sınırlar içinde kalmamaktadır. Ümit Özdağ gibi halk düşmanı, şovenist unsurlar da terbiye edilecek şekilde AKP-MHP blokunun saldırı kapsamına alınmıştır. Faşist diktatörlük her gün, her saniye halka, Kürt ulusuna, ezilen inançlara, kadın kimliğine kin ve nefret kusarken Ümit Özdağ için “halkı kin ve nefrete sevk etme” iddiasında bulunmaktadır. Faşizmin klik mücadeleleri aynı zamanda kendini aklamaya dönen bir muhtevaya da bürünmektedir. Dün devletin katliamcı, faşist karakterini Ergenekon operasyonları ile yıkamaya çalışırken bugün de şovenist histerilerini Ümit Özdağ üzerinden yıkma yoluna girmektedir. Bu gelişme kliklerin yeni krizlere gebe süreçte daha fazla güçlenme hamlesinin bir parçasıdır. CHP, Zafer Partisi-Ümit Özdağ derken gerici klikler arasındaki mücadelenin şiddeti artarak sürmektedir.
Gerçekleşen saldırılar karşısında CHP’nin ve muhalif kliklerin zayıflığı ve yer yer çaresizliği, geniş kitleleri hak aramanın devlet karşısında anlamsız olduğu yanılsamasına itmektedir. Yine muhalif kesimlerin CHP etrafında kenetlenmesine, sahiplenmesine yönlendiren bir yönetme biçimine dönüşmektedir. Bir yandan kitlelerde “mücadelenin” anlamsız olduğu diğer yandan ise CHP saflarına yönlenmesine neden olan bir tablo oluşmaktadır.
Bu tablo kuşkusuz devrim mücadelesi için başka olanaklara işaret etmektedir. Sistem içi arayışların dışına doğru kitleleri çekmek, bu bilinci oluşturmanın nesnel koşulları oluşmaktadır. Kitlelerin fiili hak arayışı mücadelesinin zemini, yasalarla belirlenmiş bir sınırın ve çerçevenin olmadığı bilinci güçlenmektedir. Halkın kurtuluş davası için örgütlenmek, harekete geçmek, fiili hak arayışını yükseltmek ve meşruiyet zeminini bu hareketle anlamlandıracak bilince kavuşmasını sağlamak devrim mücadelesinin sorumluluğundadır. Komünistler bu güce dayanarak yoğunlaşmalı, seferber olmalıdır.