ABD emperyalizminin yeni başkanı Trump Hazine Bakanlığı, Pentagon başta olmak üzere tüm kurumları “aşırı harcamaya yol açan eski sistemi yıkma” vaadiyle, güvenlik-yargı bürokrasisini ayıklama, dış yardımları askıya alma, İklim Anlaşması gibi bir dizi uluslararası anlaşmayı iptal eden adımları peş peşe atıyor. Seçim süreci boyunca yoğunlaşan klik mücadelesine ivme katan ve güç değişimini en güçlü şekilde gerçekleştirecek bir süreç ABD içinde sürüyor. Diğer yandan ise Trump ABD’nin genişleme isteğini Grönland talebi, Kanada’yı eyalet görme isteği, Panama kanalı ve Meksika körfezini kontrol etme talebiyle açık şekilde dillendiriyor. ABD’nin eski caydırıcı ve etkin gücüne kavuşması için dış politikada “güç yoluyla barış” içerde ise şoven bir siyasî çizgi ve gümrük duvarlarını yükselterek üretimi artırma ekonomiyi sağlamlaştırma yönelimi oluşturuyor.
Trump durmaksızın açıklamalar yapıyor. Seçim döneminde 3. Dünya Savaşını engelleyecek “kanatsız melek” olan Trump, her gün bir ülkeyi tehdit edip, ekonomik yaptırımlardan bahsediyor. NAFTA anlaşmasıyla bağlı olduğu iki komşusu Meksika ve Kanada’ya yüzde 25 gümrük vergisi uygulayacağını, göçü ve uyuşturucu ticaretini engellemek için orduyu Meksika sınırına konuşlandıracağını ilan etti. Gümrük tehdidine karşı iki ülkede benzer bir resti çekerken bu kararın uygulanması son gün ertelendi. Trump tüm AB ülkelerini ve İngiltere’yi de kamuoyu önünde çekiştirerek onlara yönelikte ekonomik savaş açma planlarından bahsetti. Yine Güney Afrika’yı Beyazlara baskı uygulamakla, “ABD ve müttefiklerine düşmanca tavır almakla” suçlayarak hedefe koydu. ABD Dışişleri Bakanı M. Rubio’da Güney Afrika’da gerçekleşecek G-20 Zirvesine katılmayacağını anons etti. Trump bu hamleleriyle bir nevi “iç cepheyi” güç yoluyla tam bir hizaya sokma çabası içine girerken bununla sınırlı kalmadı.
Ekonomik, siyasî ve askerî olarak hegemonya mücadelesi içinde olduğu Çin sosyal emperyalizmi ve Rus emperyalizmini de hedefledi. Hiç kuşkusuz ifade ettiği ekonomik hamleler, Grönland ve Panama kanalı talepleri, BRICS üzerinden doların rezerv para olmaktan çıkarılmasına yönelik tehditleri vs. doğrudan ya da dolaylı olarak bilhassa Çin’i zayıflatmaya yönelen bütünlüklü yönelimin parçaları durumundadır. Trump Çin’e yönelik ilk etapta doğrudan hamlesini yüzde 10’luk gümrük vergisiyle hayata geçirirken bilhassa Pasifik-Asya’da Japonya, Güney Kore ve Filipinler gibi ittifak güçlerini kapsayacak ilişkileri geliştireceğinin ipuçlarını verdi. Bu adımların Çin’i zayıflatma ekseninde olduğu bir sır değildir. Yine Rusya ve Ukrayna savaşının bitmesi gerektiğini, Putin’le telefon görüşmeleri yaptığını ve bu konuya çalıştıklarını belirtti. Trump şu aşamada bu esas düşmanlarına karşı daha düşük dozlu ve “uzlaşmacı” söylem geliştirmektedir. Büyük kuşatma hamleleri için güç toplamaya, yakın güçleri hizaya sokmaya odaklanan bir yaklaşım geliştirmektedir.
Başat emperyalist güç olan ABD’nin yeni başkanının “aklına ve ağzına geleni” söyleyen “öngörülemez” bir siyasî çizgisi olduğu belirtilmektedir. Oysa Trump’ın izlediği çizgi ilk döneminde oluşturduğu doktrinin daha atak ve daha kapsamlı hayata geçirilmesini içeriyor. Emperyalist sistemin yaşadığı üretim ve birikim krizi 2008 krizinden bugüne aşılamamaktadır. Bu durum emperyalistler arası rekabeti körüklemiş, özellikle ABD için gerileyen hegemonyasını daha güçlü inşa etmeye dair arayışlara evrilmiştir. En kaba haliyle “içe kapanmacılık” diye ifade edilen yaklaşımda, ticaret savaşları da Çin ve Rusya’nın siyasî ve ekonomik hegemonya çabasına daha kapsamlı saldırmanın temellerini güçlendirmeyi içermektedir. Bu bağlamda ABD emperyalizmi Orta Doğu’nun ve Ukrayna-Rusya savaşının geleceğine odaklanmış görünmektedir. Trump, devlet başkanlığı düzeyinde ilk görüşmesini Siyonist İsrail Başbakanı Netanyahu ile gerçekleştirdi. Netanyahu görüşmenin bölge haritası üzerine çalışmayı içerdiğini ifade etti. Görüşme sonrası Trump Gazze’nin boşaltılması ve ABD kontrolüne verilmesi gerektiğini açıkladı. Filistinlilerin Mısır ve Ürdün’e sürülmesi gerektiğini ifade etti. Bu açıklamalar 7 Ekim Aksa Tufanı ve sonrasındaki Siyonist barbarlığa yol açan politikaların daha da kapsamlı hale bürünmüş biçimidir. Aksa Tufanı, ABD önderliğinde İsrail ile bölge devletlerinin daha kapsamlı ekonomik ve siyasî iş birliği (İbrahim Anlaşmaları, Akdeniz doğal gaz anlaşmaları, enerji geçiş yolları, Hindistan-Orta Doğu-Avrupa ekonomik koridoru vs.) ile Filistin’i yok sayma-yok etme girişimine karşı bir hamle olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum bölgedeki tüm dengeleri alt üst etmiş, çelişkileri keskinleştirmiş, politik saflaşmaları belirginleştirmiştir. İsrail ile Filistin direniş güçlerinin ocak ortasında ilan ettiği ateşkesin emperyalistler ve İsrail cephesinde Filistin’de bir tehcir, sürgün, soykırım için şartları oluşturmayı içerdiği belirgin hale gelmiştir. İsrail, Trump’ın bu açıklamalarından sonra Gazze’yi boşaltmaya dair bir “master plan” hazırlamanın yanında İsrail işgal atında olan Batı Şeria’nın isminin Yahuda ve Samarra olarak değiştirilmesi adımlarını da atmış bulunuyor. Kudüs’ün başkent ilan edilmesi de resmen ilan edilmişti. Trump, İsrail’in genişlemesi gerektiğini “Orta Doğu koca bir masaysa İsrail bir kalem” benzetmesi yaparak ifade etti. ABD emperyalizmi bölgesel planlarında Filistin’i Filistinlilerden arındırma olduğunu oldukça belirgin hale getirdi. Bu açıklamalara Arap devletleri, Almanya ve Fransa doğrudan karşı çıkarak tepki gösterdi. Ancak daha da önemlisi böylesi bir amacın bölgesel savaşı tetikleyecek bir nitelikte olmasıdır. Aksa Tufanı ve sonrasındaki gelişmeler bunu açık şekilde göstermiştir. Filistin sorunu ve direnişinin, tüm bölgeyi etkileyen, yönlendiren ve belirleyen bir niteliği vardır. Filistin üzerinden tehcir, soykırım ve yok etme planı tüm bölgeyi kasıp kavuracak kapsamlı bir savaş ve değişiminde koşullarını yaratacak kıyamet senaryosudur.
Emperyalist güçlerin Orta Doğu’da güç dengelerini değiştirme hamlesinde önemli gelişme Suriye’de yaşanırken, Suriye’nin geleceğine dair “master plan” oluşturma çalışmaları ise tüm hızıyla devam etmektedir. Zira Suriye’deki verili durum süreci yönetmeye dair bir gelecek vaat etmiyor. HTŞ lideri Colani bir kısım savaş ağası ile gerçekleştirdiği “zafer konferansında” bir askerî darbe biçimi ile cumhurbaşkanlığını ilan ederken Suriye’de “istikrarı” sağlayacak bir geleceği de örgütleyemeyeceğini göstermiştir. Tüm emperyalistlerin ve bölge devletlerinin Suriye’de hesabı, çıkarı ve planları Suriye’nin çok uluslu, inançlı yapısının hilafınadır. Bu durum Suriye için kanlı bir gelecek anlamına gelmektedir. Colani önderliğindeki HTŞ ise bunun temsilcisi durumundadır.
ABD emperyalist sistemi yaşanan genel krizin doğal bir sonucu olarak içerde ve dışarda bir saldırganlık hattındadır. Kendi içinde yaşanan klik mücadelesi dümenin başında olan Trump kliğini emperyalist politikalarındaki hattında etkili ve sonuç almaya odaklayacaktır. Bu bağlamda yönelimi hayata geçirmek için olabildiğince pervasız hareket edecektir. Söylemine uyumlu pratiği inşa etme çabasında olacaktır.
Türk hâkim sınıfları bağımlı olduğu ABD emperyalizminin belirlediği yönelimden, içine düştüğü krizden doğrudan etkileniyor. Özellikle Orta Doğu’da TC için Kürt meselesi şekillenme ve yönelim oluşturmada önemli bir sorundur. Bugün bu sorunu çıkarlarını zedelemeyecek şekilde uygun biçime büründürme çabasındadır. Bu durum bir iç politik kriz koşulları da oluşturmaktadır. Hem bu durumu hem de ekonominin yarattığı krizi yönetmek için AKP-MHP bloku saldırganlığın dozunu artırmıştır. Halk kitlelerini hareketsiz kılmaya odaklı ideolojik-politik hegemonyayı genişletmek için tüm diğer faşist klikleri de saldırı ablukasının içine almıştır. Yine güç dengelerinin değişimini engellemek için bu saldırganlığın dozunu yüksek tutmaktadır.
Geniş kitlelerin emperyalizme ve egemenlere karşı öfkesi ise büyümeye devam ediyor. Sistemden umudunu kesen, buradan bir gelecek görmeyen kesimlerin oranı sürekli büyüyor. Buna karşı dağınıklık ve örgütsüzlük ise bir sorun olarak halkın eylemine ve hareketine damga vuruyor. Kurtuluş için örgütlenme ve seferber olma ihtiyacı artıyor ve devrimci çalışmaların temel yönelimi olarak belirginliğini koruyor.