Beklenen DEM Parti ile A. Öcalan görüşmesi nihayet gerçekleşti. Görüşmenin detayları konusunda belli başlıklar dışında henüz kamuoyuna yansıyan detay yok. Görüşme sonrası heyet, yaptığı açıklamada, Meclis’i bu sürecin aktif parçası yapmak için muhalefetle görüşmelerin yapılacağını ve bu görüşmeler sonucunda ada ziyaretinin yeniden gerçekleştirileceğini ifade etti. Bu da başlayan görüşme sürenini somut adımlar içerdiğini, tepkilere göre yol alınmak istendiğini gösterir. Heyet, ilk görüşmesini gecikmeksizin, beklenmedik bir çıkışla süreci başlatan MHP ile gerçekleştirdi. Yerine, “terörle iltisaklı” denerek kayyım atanan Ahmet Türk’ün heyete dahil olmasıyla birlikte yapılan görüşmeden sonra yapılan açıklamalarda şaşırtıcılık dikkat çekiciydi. “Devlet Bahçeli’nin samimi yaklaşımı”na şaşıran A. Türk açıklamalarında bunu açıkça ifade etti. Beklentinin zayıflığı ile gerçekleşenin “büyüklüğü” arasındaki tezadın yansıması olan bu durum son dönem yaşananların akılları zorladığını gösteriyor. Bahçeli’nin “Öcalan Meclis’te konuşsun” demesinden beri devam eden bir zorlanma hali söz konusu… Bu şaşkınlığın dışında “Bizim tek derdimiz şudur, geçmişte bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinin yeniden inşasıdır. Türklerle Kürtlerin dost olması Orta Doğu’daki geleceğini belirler, demokratik bir geleceğe öncülük yapmış olur. Orta Doğu’nun nereye evrileceğini bilmediğimiz bir dönemde Türkler ve Kürtler yeniden kucaklaşmalı. Yeniden kardeşçe ortak bir geleceği oluşturması gerekiyor.” diyerek A. Türk kendi “gerçek samimi” duygularını da açıkladı.
Ezilen halkların kardeşçe kucaklaşmasına duyulan özlem anlaşılmaz değildir; ancak bu coğrafyada iki halkın kucaklaştığı dönemlere tanıklık henüz edilmemiştir. Bunu A. Türk de çok iyi bilmektedir; ama konjonktür ve sürecin ihtiyaçları gereği bu gerçeklik unutulmuş, tarihsel ve günümüz gelişmeleri ki bu gelişmelerin ağırlığı katliam ve zulümdür “kalıcı barış ve demokrasinin” tartışıldığı günlerde rafa kaldırılmıştır. Seçim sürecinde elinde iple idam çağrıları yaparak meydan meydan gezen, “İmralı canisini” ipte sallandırma sözü veren, “terör yuvası” DEM Parti’nin kapısına kilit vurmayı emreden Bahçeli’de yaşanan “dönüşüm” sürecinin nelere gebe olduğu konusundaki yorumları olabildiğince zorlamakta. Genel aftan Rojava’nın TC’ye katılmasına, İran’ın kuşatılmasından Öcalan’ın ev hapsine türlü yorumlara rastladık bu süreçte. Bu yorumların da ötesini barındırdığı düşünülebilen görüşmelerin periyodu henüz belirsiz ancak Newroz’da silah bırakma çağrısının yapılacağı yönlü bir beklenti söz konusu.
Suriye’de yaşananlardan sonra devletin bu hamlesi ve bu hamleyi eli kanlı olana yaptırması ilk anda beklenmedik görünse de bir devlet refleksi olarak anlaşılırdır. Ciddi yönetme krizinin yaşandığı günümüz koşullarında, sıkışmışlığı aşmak, iktidarı korumak, saltanatı sürdürmek için bu adıma ciddi ihtiyaç vardı ve Suriye’deki gelişmelerin tetiklemesiyle “beklenmedik” çöküşten faydalanma çabası, ulusal hareketin bu sahadaki kazanımlarının da tasfiye edilmesi hedefiyle eli en kanlı olanın aracılığıyla startı verilmiştir.
Bu şaşırtıcı ve geniş bir kesim için alelacele hamlenin gerisinde bölgesel gelişmelerin dışında ülkenin kendinde yaşanan gerilimler de etken. Sistem açısından işlerin istenilen düzeyde gitmediği aşikâr. Emperyalist sistemde yaşanan ekonomik krizin çeşitli sonuçlarının Türkiye gibi bağımlı ülkelere daha boğucu ve ağır biçimlerde yansıması bilinen gerçek. Krizin yükünü taşımakta zorlanan halkı baskı ve zorla kontrol altında tutma çabası son gaz devam etmektedir. Devrimci-demokratik güçlere dönük operasyon ve tutuklamalar artık rutinken, sokakta fikrini söyleyen sıradan halk, TV kanallarında sistemle aynı düşünmeyenlere, sisteme ses çıkaran demokratik kurumlara ses çıkaran tüm kesimlere ve hatta bireylere jet hızıyla soruşturma, ev hapsi ya da tutuklama kararları çıkarılmakta. Saldırıların boyutu ve kapsamı halka bir mesaj vermektedir ve korku iklimi ile halk teslim alınmak istenmektedir. Asgari ücret ve emekli maaşlarına yapılan komik zamlar halkın beklentilerine yanıt olması bir kenara, halkı sadece korku değil açlıkla da terbiye etmenin bir yolu olarak devrededir. İşçilerin hak arama mücadelesi yasaklanıyor, mevcut direnişler sendikalar aracılığıyla sürüncemede bırakılıyor.
KÜRT ULUSAL SORUNUNUN DİYALOGLA ÇÖZÜMÜ
Türk devletinin son görüşme ve diyalog adımlarının nereye evrileceği sadece ülke değil dünya kamuoyunun da gündeminde. Bunun bir nedeni Suriye’deki gelişmelerdir ve emperyalistlerin dahil olduğu süreçte Kürt sorununun yeni statüsü kritik önem taşıyor. TC, Kürt Ulusal Hareketinin tasfiyesini sadece ülke içinde değil, sınırların ötesinde, özellikle de Suriye’de istiyor. “Kobane düştü düşecek” açıklamasından bugüne yaşananlar bu isteğin çok uzağında olduklarını gösterdi. Halen bu minvalde açıklamalar gelse de SMO ortaklığında “yoğun” saldırılar düzenlense de ada kapısına vurulan tam tecrit kiliti açılmış, “umut hakkı” dile dolanmıştır.
Şam kapısı bugünlerde emperyalistler ve pastadan pay kapmaya çalışanlar tarafından sıklıkla dövülmekte, yeniden şekillendirilecek Suriye’nin atanmış “lideri” Colani ile karşılıklı temenniler ve beklentiler dile getirilmektedir. Bilindik havuç-sopa politikasıyla dizayn edilmeye çalışılan HTŞ Suriyesi belirsizlikle yol almaya devam ediyor. Suriye’de yaşayan çeşitli inanç ve milliyetlerden halka dönük katliam ve aşağılama görüntüleri tüm dünyaya servis edilirken belirsiz geleceğin en belirgin karakterini de göstermektedir. HTŞ yönetimine meşruluk kazandırma yarışında henüz kimin kazançlı çıkacağı belli değil, ancak anlaşılmaktadır ki “tek başına yönetecek bir Colani” beklentisi gerçekçi değildir. Görüşenler, “gülen yüzden” memnun ayrılsa da sürecin bu kadar kolay ilerlemeyeceği görülmektedir.
Colani Türkiye’nin SDG konusundaki hassasiyetin önemsendiğini vurgulasa da Kürt ulusal haklarının ve kazanımlarının yeni Suriye’de kayda değer bir statü ile sonuçlanacağı beklenmektedir. TC ABD ile pazarlıkta masaya Kürt sorununu koymakta, özerklik vb. statülerin tanınmaması ve SDG’nin dağıtılması için baskı yapması ve nihayet A. Öcalan’la görüşme kapılarının açılması; Bu gerçeklik baskıyı olabildiğince yoğunlaştırıp kendi “çözümüne” ikna etme siyasetine işaret etmektedir.
Bu siyaset doğrultusunda askerî hamleler yapılsa da bunlar halihazırda tıkanmış durumda. SMO’lu çetelerle planlanan kara operasyonuna ABD yeşil ışık yakmadı. SİHA’larla Kobane köylerine dönük hava saldırılarıyla güç gösterisi yapmakla sınırlı kaldı. SDG Minbic’ten çekildi ancak Qereqozaq Köprüsü ve Tişrin Barajı’nı geçilmez hale getirdi. Direniş SMO gibi besleme çetelere işin hiç kolay olmadığını gösterdi. Bir buçuk aydır bir adım ileri gidemeyen SMO ve TC aynı dönemde Öcalan’la görüşülmesine izin verdi. Adalet Bakanı’nın görüşme için “uygun zamanı bekliyoruz” dediği zaman bu açıdan önemliydi. ABD güdümünde yapılan SDG-HTŞ görüşmesinde de netleşen bir şey olmadığı anlaşıldı. Bu koşullarda Öcalan’ın sunduğu perspektifin neleri içerdiği fazlasıyla merak konusu. Bunun basit bir “uzlaşma” süreci olmayacağı açık.
Devletin “barışa” yaklaşımı nettir: “Ya silahları gömecekler ya da silahlarıyla toprağa gömülecekler.” Tüm girişimler, her saldırı bu amaç doğrultusundadır. Bununla birlikte Suriye’nin ve “çözümün” neye evrileceğini isteklerden çok gerçekler belirleyecektir. Amaç ülke içerisinde istikrar, bölge açısından ise daha aktif rol alma isteğidir. Ancak yaşanan ekonomik ve siyasî kriz, bölgede ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerin planları aranan istikrar ve etkinin sanıldığı kadar kolay olmadığını göstermektedir. A. Öcalan ile atılan adımın beklenen etki ve karşılığı yaratmama ihtimali bu çözümsüzlüğü daha da derinleştirecektir. Kürt halkının sürece dünden daha umutsuz ve temkinli yaklaşmasının nedeni edinilmiş tecrübedir ve umutlu olmak için bir neden yoktur. Umudu geliştirecek olan mücadeledir ve Kürt halkı yürütülen müzakerelerle değil, hakların sokakta kazanılacağını sürekli hatırlatmaktadır.