Son dönemde yaşanan gelişmelere ilişkin Samidoun Network tarafından kaleme alınan “İşgal Altındaki Filistin’den Özel Rapor” yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz. Bu yazıda Cenin kampında Filistin Yönetimi ve Direniş arasındaki çatışmalara ve Cenin’in Filistin kurtuluş mücadelesi içindeki konumuna ve tarihine ilişkin önemli noktalara değinmektedir. İyi okumalar…
Giriş: Sürekli Mücadele
Düşman İkinci İntifada’dan 20 yıl sonra, Haziran 2021’de Cemil El-Amuri ve yoldaşını suikastla katletmek için Cenin’e baskın düzenleyen özel kuvvetler biriminin tarihin bilinçsiz bir aracı olacağını hayal dahi edemezdi. İşte bu olay, aynı gün Batı Şeria’nın kurtuluş aşamasının başladığını ilan eden yüzlerce silahın harekete geçmesine neden oldu.
Cemil El-Amuri’nin suikastının ardından, düşman, Cenin’in kuzey Batı Şeria sokaklarını patlayıcılarla dolu bir arenaya dönüştüren yıkıcı askerî kampanyalarını ilan etme hatasını defalarca tekrarladı. Bunların en yenisi, lider Ebu Şuca’nın şehit düştüğü “Yaz Kampları” operasyonuydu. Bu operasyon, “Kampların Dehşeti” olarak adlandırılan şiddetli bir direnişle karşılaştı. Bu saldırı, 28 Ağustos 2024 Çarşamba günü sabah saat 02.00’de başladı. Şafak vakti, aralarında Cenin ve Tubaslı savaşçıların da bulunduğu 10 kişi hava bombardımanında şehit düştü. Zakariya Zubeidi, “Avcı ve Ejderha: Filistin Deneyiminde Takip 1968-2018” başlıklı yüksek lisans tezinde, düşmanın Filistin halkının moralini bozmak amacıyla askerî operasyonlarına kasıtlı olarak isim verdiğini belirtmektedir. Örneğin, İkinci İntifada döneminde Cenin’e yönelik askerî saldırılara “Çöp Toplama”, “Kara Farenin Avı”, “Kâğıt Evi”, “Piramitin Çöküşü”, “Ejderhanın Gözyaşları” ve hatta 2002’de Ramallah bombalanırken “Renkli Yolculuk” gibi isimler verilmiştir. Bu isimler, “Savunma Kalkanı” operasyonundan sonra gelmiştir. “Kampların Dehşeti”nden sadece birkaç ay sonra, Filistin Yönetimi, Cenin Mülteci Kampı’nı yok etmeye yönelik “Vatanı Koruma” adlı güvenlik kampanyasını başlatmıştır.
“Vatanı Koruma”: Kampı Yok Etmek
“Vatanı Koruma” saldırısı, 9 Aralık 2024’te başladı ve şu ana kadar gazeteci Şatha El-Sabbah, aranan direnişçi Yezid Ca’ayseh, Muhammed El-Celkamusi ve oğlu Kasım, Muhammed Ebu Labda, Mecid Zeydan, Ribhi El-Şalabi, çocuk Muhammed El-Amer ve Saide Ebu Bekr’in şehit edilmesiyle sonuçlandı. Bu bir aylık kampanya, Cenin Mülteci Kampı’na abluka uygulanması, gazetecilerin tutuklanması (Obada Tahineh ve Cerrah Halef dahil) ve güvenlik güçlerinin açıklamalarına göre Cenin’den 247 gencin gözaltına alınması üzerine kurulmuştur. Ayrıca El-Cezire’nin olayları takip etmesi ve yayın yapması yasaklanmış, keskin nişancılar çatılara konuşlandırılmış, zırhlı araçlar sokaklara yerleştirilmiş, hastaneler işgal edilmiş, halk göz yaşartıcı gazla korkutulmuş, protesto ve dayanışma hareketleri şiddetle bastırılmış, medya yoluyla karalama kampanyaları düzenlenmiş ve direnişi destekleyenler susturularak cezalandırılmıştır.
En çarpıcı ve şaşırtıcı nokta ise, bir mülteci kampına Filistinliler tarafından abluka uygulanması fikridir. Bu, Filistin tarihinde tamamen eşi benzeri görülmemiş bir durumdur. Filistin tarihi, Tel El-Zaatar, Sabra ve Şatilla, Kamplar Savaşı, 1967’den bu yana Gazze ablukası, 1980’lerde Batı Şeria kamplarına yönelik ablukalar ve İkinci İntifada’daki savaşlarla dolu trajik abluka örnekleriyle doludur. Ancak, bir mülteci kampına Filistinliler tarafından uygulanan abluka ilk kez gerçekleşmiştir. Cenin Mülteci Kampı’na yönelik bu saldırıda Filistin Yönetimi, kendi tarihini aşarak Filistin halkının düşmanlarının üstlendiği rolü devralmıştır.
Hukukun Çöküşü ve “Vatan” Söylemi
Filistin Yönetimi projesinin başlangıcından bu yana, devletleşme ve vatandaşlık söylemi Batı Şeria ve Gazze’deki Filistin toplumunda önemli bir yer kaplamıştır. 1990’ların sonlarında, insan hakları, hukuk ve demokrasi konularını öğreten üniversite programları kurulmuş; vatandaşlık, özgürlükler ve insan haklarını teşvik eden The Independent Commission for Human Rights (1993) ve The Coalition for Integrity and Accountability (AMAN) (2000) gibi kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Filistin Merkezi İstatistik Bürosu’na göre Batı Şeria’da 10 bin 637’den az olmayan sayıda aktif avukat vardır ve her yıl Filistin üniversitelerinden yüzlerce hukuk, uluslararası hukuk ve insan hakları mezunu verilmektedir.
Buna rağmen, saldırılar Filistin Yönetimi’nin hukuki çerçeveyi tamamen çökerterek vatandaşlık, yaşam hakkı, adil yargılama ve işkence, düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı tüm anlaşmaları yok saydığını göstermiştir. Saldırı, “yasadışı unsurları” hedef alma bahanesiyle başlatılmış, ancak esasen Yönetim’in kendisinin dayattığı bir kaos ve hukuksuzluk durumunu pekiştirmiştir. Yönetim, binlerce sivil mülteciyi abluka altına almış; elektrik, su, yakıt, gıda, hareket özgürlüğü, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimi kesmiştir. Keyfî cinayetler, tutuklamalar, dayaklar, aşağılama ve ev yakma gibi şiddet uygulamaları devreye sokulmuştur. Yönetim, siyasî gündemini dayatmak için başta El-Fetih hareketi üyeleri olmak üzere kendi tabanını kullanmış, An-Necah Ulusal Üniversitesi, Birzeit Üniversitesi ve birçok şehir ve köyde insanları korkutarak ve şiddet kullanarak susturmuştur.
Direnişin Karalanması ve Çelişkili Söylemler
Filistin Yönetimi’nin, işgal güçlerinin anlatısını destekler şekilde, mültecileri ve direnişi “yasadışı unsurlar” olarak nitelendirmesi, Filistin toplumunun sembollerini çarpıtmaktadır. Yönetim, direnişi bastırma çabalarını 2021’den bu yana sürdürmekte ve bu, Temmuz 2023’te İsrail saldırısının ardından Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın Cenin Mülteci Kampı’na yaptığı ziyarette zirveye ulaşmıştır. Ancak bu ziyaretler, kampın direncini güçlendirme anlamında pratik bir değer taşımamış, aksine direnişle mücadele önceliklendirilmiştir- ki bu, Amerikan ve İsrail yönetimlerinin talimatlarına uygun bir adımdır.
Filistin Yönetimi, esas olarak El Fetih hareketi üyelerinden oluşan popüler tabanına dayanarak, Cenin Mülteci Kampı’na yönelik saldırganlıkla eş zamanlı olarak siyasi gündemini zorla kabul ettirmek için şiddet ve tehditlere başvurmuştur. Bu durum, En-Necah Ulusal Üniversitesi, Birzeit Üniversitesi ve birçok şehir ve köyde halkın sindirilmesi ve şiddet gösterileri ile kendini göstermiştir. Bu tür uygulamalar, El Fetih’in yıldönümü kutlamalarında tehdit ve şiddet gösterileriyle de eşlik etmiştir.
Şehit Rabhi Al-Shalabi, mücadeleci Yazeed Ja‘aysa ve gazeteci Shatha Al-Sabagh’ın öldürülmesi-Shatha Al-Sabagh, Hamas şehidi Moatasem Billah Sabagh’ın kız kardeşidir-planlı öldürmeler ve infazların, kan dökerek kontrol dayatma hedefinin bir parçası olduğunu ortaya koymuştur. Filistin Yönetimi’nin, 2024 Ağustos’unda Gazze’ye bir heyet göndererek soykırım savaşını sona erdirmeyi planladığını açıklamasına rağmen, Gazze’ye hiçbir yardım sağlayamaması ve destek cephelerindeki değişimler, Yönetim’in Filistin halkına yönelik saldırganlığa doğrudan katılımına neden olmuş ve Gazze’ye uygulanan ablukayı kaldırmak yerine Cenin Mülteci Kampı’nı kuşatıp sakinlerini öldürmesine yol açmıştır.
Bunun yanı sıra, Filistin Yönetimi’nin söylemi, kendine ve Filistin halkına yönelik bir kendini aldatma olarak sınıflandırılabilir ve haklı çıkarılamayacak şiddeti haklı göstermeye çalışmaktadır. Yönetim, kuzeydeki direnişi bastırma çabalarını 2021’den bu yana sürdürmüş ve bu çabalar, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın Temmuz 2023’teki İsrail saldırısının ardından Cenin Mülteci Kampı’nı ziyaret edeceğini duyurmasıyla zirveye ulaşmıştır. Bu tür ziyaretler kampın direncini güçlendirme açısından pratik bir değer taşımamış olsa da Yönetim direnişle mücadeleyi öncelikli görmüş ya da Amerikan ve İsrail yönetimlerinden bu yönde talimat almıştır.
“Yasadışı unsurlar” söylemi, Filistin Yönetimi’nin kendini ve Filistin halkını aldatmasının zirvesini temsil etmektedir. Öncelikle, hangi yasadan bahsediyoruz? Köyleri yakan ve toprakları gasbeden yerleşimciler neden “yasadışı unsurlar” olarak görülmüyor ve Yönetim’in zırhlı araçları neden Ürdün Vadisi veya Masafer Yatta’daki Bedevilere koruma sağlamıyor? Dahası, kuşatma altındaki mültecilerin, ki bunların çoğu direnişçiler, şehitlerin, esirlerin ve yaralıların yakınlarıdır, “yasadışı unsurlar” olarak etiketlenmesi, direnişe karşı İsrail anlatısına tam bir uyum göstermektedir. Bu retorik, Filistin toplumunun sembollerini çarpıtmaktadır ve bu durum, özellikle 28 Ağustos’ta İsrail düşmanı tarafından şehit edilen Muhammed Cebr (Ebu Şuca) ile doruk noktasına ulaşmıştır.
Basının Susturulması ve Gazetecilerin Hedef Alınması
Gazeteciliğin baskı altına alınması ve medya özgürlüğünün ihlal edilmesi, insan haklarına aykırı bir baskıcı politikadır. Bu bağlamda, gazetecilerin Cenin’de bu dönemde neyi belgeleyebileceği sorgulanabilir hale gelmiştir. Medya sansürünün ardından birçok gazeteci şu soruyu sormuştur: “Ne çekebiliriz? Göklerde yükselen dumana rağmen bulutsuz gökyüzünü mü? Yoksa açıklanamayan nedenlerle bomboş sokakları mı?” Direnişi “yasadışı unsurlar” söylemiyle kınamak, özellikle Cenin’in Filistin bilincindeki rolü düşünüldüğünde, Filistin anlatısına aykırıdır. Zira Cenin toprakları, 1935’te İngiliz sömürgeciliğine karşı savaşırken şehit olan Suriyeli Arap devrimci İzzeddin El-Kassam ve silahlı grubunun bazı üyelerinin kanlarıyla sulanmıştır.
Taburdan Hikâyeler
Zakaria Zubeidi, “takip” kavramının Filistin mücadelesinin söz dağarcığında kalıcı bir yer tuttuğunu vurgulamaktadır. Takip, sömürgeci zaman ve mekâna karşı isyan anlamına gelir ve yaşamın kendisi üzerine bir bahis olarak görülür. Biyografiler ve tanıklıklar üzerinden yaptığı çalışmada, Zubeidi, “yaşayan şehitler” olarak kaçakların, dünya çapında devrimci hareketlerin ilerlemesinde kritik bir rol oynadığını sonucuna varmıştır. Kaçak bir direnişçi olarak bu sözleri, şehitlerin ve özgürlük savaşçılarının mirasından ilham alarak yazan Zubeidi, yalnızca birkaç yıl sonra oğlu Muhammed’in en önde gelen kaçaklardan biri olup, babasının kucağına ulaşamadan şehit düşeceğini hayal edemezdi.
Şehit Muhammed Şalabi’ye, direnişçilerin savaş alanında şehitlik pahasına savaşma azimlerinin kaynağı sorulduğunda, bu azmin düşmanın kendisinden kaynaklandığını ifade etmiştir. “Bugün direniş, tarihin en acımasız düşmanına karşı savaşmaktadır. Bu düşman, günlük olarak Gazze’deki Filistinlilere karşı eşi benzeri görülmemiş yıkıcı teknolojiler kullanmaktadır.” Silat El-Harisiye’den bir avukat olan Muhammed Şalabi, Ürdün Üniversitesinden hukuk lisansı ve Cenin Amerikan Üniversitesinden uluslararası hukuk yüksek lisansına sahipti. Ancak, bu ünvanlarını bırakıp tabura katıldı ve bu yıl 3 Mart’ta Kudüs yolunda şehit düştü.
Norveç vatandaşı olan direniş şehidi Wissam Khazem, Norveç’te on yıl yaşamış bir mühendis, evli ve çocuk sahibiydi. “Varoluş Direniştir” sloganını tüfeğine kazıyarak direnişe katılmaya karar verdi. 7 Nisan 2022’de Tel Aviv operasyonunu gerçekleştiren şehit Raad Khazem ve 16 Mart 2023’te Yusuf Şureym ile birlikte özel bir güç tarafından suikast düzenlenen Kassam Tugayları komutanı Nidal Khazem’in kuzeniydi. Wissam, 30 Ağustos 2024’te, Zababdeh kasabasında serbest bırakılmış mahkûm Meysara Muşarka ve Arafat El-Amer ile birlikteyken aracının hedef alınması sonucu şehit düştü.
Arafat El-Amer, şehitlere sadakatiyle eşsizdi. Önde gelen liderlerin ve kurucuların şehadetinden sonra (Muhammed Hawashin, Muhammed Zubeidi, İslam Khamaiseh, Ahmed Barakat gibi), birçok kişi bu yolu sürdürme konusunda korku ve tereddüt hissetmeye başlamıştı. Ancak Arafat El-Amer’in bağlılığı benzersizdi. Herhangi bir şehidi anarken gözyaşlarına boğulur ve onlara katılmak için sabırsızlanırdı.
Şehit Çocuk Lujain Musleh
Şehit çocuk Lujain Musleh’in son kez görüldüğü an, 4 Eylül’de Kafr Dan’daki evinin penceresinden dışarı baktığı sırada, düşman askerlerinin onu başından vurduğu andı. Henüz on altı yaşındaydı. Babası, Lujain’in on yaşından itibaren hep şehit olmayı arzuladığını hatırlıyor. Kafr Dan, Cenin veya Gazze’deki şehit cenazelerini her gördüğünde, “Keşke benim de böyle bir cenaze törenim olsa,” derdi.
Kırlık Alanların Destekleyici Rolü
Düşmanın etkisiz hale getirmeye çalıştığı kırlık alanlar, Cenin Kampı’ndaki tabur için destekleyici bir ortam sağladı. Bu alanlar, düşmanı o kadar yıprattı ki, düşman Laith Şavahne’yi Silat el-Harithiya köyünde hedef almak için hava araçlarını kullanmak zorunda kaldı. Tubas Taburu da en iyi savaşçılarını şehitler olarak öne sürdü. Bunlar arasında Muhammed Zubeidi, Ahmed Fawaz, Kusay Abdul-Razzak, Cenin Kampı’ndan Muhammed Ebu Zaga, Muhammed Avad ve Muhammed Ebu Zeyna bulunuyordu. Günler sonra, Sawafteh ailesinden birçok genç savaşçı şehit düştü. Bu isimler arasında Muhammed Sawafteh, Macid Sawafteh, Yasin Sawafteh ve En-Necah Üniversitesi’ndeki Kassam Tugayları savaşçılarından biri olan ve 4 Nisan 2002’de şehit düşen Kays Advan’ın adını taşıyan Kays Sawafteh vardı.
Talabah Bşarat ve Diğer Şehitler
Bir okul öğrencisi olan Talabah Bşarat, her gün patlayıcı cihazlar yapardı. Ancak 11 Eylül’de, Tubas’taki El-Tevhid Camii yakınlarında bir drone saldırısında üç gençle birlikte şehit edildi. Şehitler Muhammed Ebu Talal (Harbuş) ve Amjad El-Kanari’ye gelince, onlar Cenin Kampı’ndaki El-Damj Mahallesi’nde bir pusu kurarak işgalci bir subayı öldürdü ve “Yaz Kampları” operasyonu sırasında birkaç kişiyi yaraladı.
Sonuç
Jamal Huwail, “Cenin Kampı’nın Büyük Savaşı 2002: Yaşayan Tarih” adlı kitabında, savaşın sonunda yaşanan askerî yenilginin, kampın dışında, özellikle Filistin Yönetimi’nin ulusal projesi doktrini bağlamında yaşanan daha geniş bir yenilginin ışığında okunması gerektiğini savunmaktadır.
Başlangıçta, güvenlik aygıtının liderliği, kampı savunmak için askeri planlar hazırlamada yer almadı. Bu sorumluluk, sınırlı deneyime ve bilimsel planlama olmaksızın direniş savaşçılarına ve bazı güvenlik güçleri üyelerine bırakıldı. Silahlanma konusunda ise, Filistin Yönetimi, İkinci İntifada’nın en yoğun döneminde bile direnişi silahlandırmadı. Hatta, güvenlik birimlerinin karargâhlarında biriktirilen silahların direnişçilere ulaşmasını engelledi. Siyonistlerin kampı işgalinden bir gün önce, direnişin elinde yalnızca bir RPG mermisi vardı.
Savaş sırasında ve 13 Siyonist askerin öldüğü bir pusu sonrası direnişin zafer duygusunun zirveye ulaştığı bir anda, bazı Yönetim liderlerinden, savaşmaya devam etmenin beyhude olduğunu öne sürerek teslim olunması yönünde çağrılar geldi. Bu kişiler, psikolojik savaşa dahi katıldılar. Sonuç olarak, Abu Cendal, savaşın 12. gününde infaz edildi.
2002’deki savaş ile mevcut Cenin Taburu tecrübesi arasındaki temel fark, direnişin artık doğrudan Filistin güvenlik aygıtı tarafından kuşatılmış olmasıdır. Yönetim, sadece direnişi desteklememekle kalmamış, yıllardır aktif olarak onu kuşatma altında tutmuştur. Bu, doğrudan askerî ve siyasî bir abluka ile işaretlenen ve bir aydan fazla süren saldırganlıkla doruk noktasına ulaşmıştır.
İkinci faktör ise taburun sonuna kadar mücadele etme kararlılığıdır. Bu kararlılık, Gazze’deki direniş güçlerinden kaynaklanmakta olup, derin bir mirasa ve Yemenli silahlı güçlerin öncülük ettiği bölgesel bir güce dayanmaktadır. Yemen, dünyanın en güçlü devletleriyle yüzleşebilecek teknolojiler ve savaş teorileri geliştirmiştir.