Tüm dünyayı sarsan koronavirüs salgını ile birlikte buğday başta olmak üzere gıda ürünlerinde önemli bir ihtiyacın açığa çıktığı vurgulandı. Hatta uluslararası kuruluşların açıklamalarında dünyanın birçok bölgesinde kıtlık ve yetersiz beslenme kaynaklı ölümler yaşanabileceğine dair uyarılar yapıldı. Genel kanı, artan gıda ihtiyacına paralel tarım ürünlerine olan talebin de artması yönündeydi. Talebin artması tarımsal üreticilerin ürünlerinin de değer kazanması anlamına gelir. Ancak bu sadece teoride böyle. Gerçek hayatta ise sınıfsal ilişkilere bağlı olarak sömürünün kuralları işler; zengin daha zengin fakir ise daha fakir olmaya devam eder.
Bu durumun şu günlerdeki en önemli örneği belki de buğday üreticilerinin özellikle de küçük üreticilerin durumudur. Sorun Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO), daha doğrusu her şeyden mutlak yetkili Tayyip Erdoğan’ın taban fiyat açıklamasıyla başlıyor. Ekmeklik buğdayda 2020 yılı için ton başına 1.650 TL olarak açıklanan fiyat, dünya fiyatlarıyla uyumlu gözüküyor olsa da başka birçok etken ülkemiz koşullarında bu rakamın düşüklüğünü ortaya koyuyor. Dünyada özellikle buğday ihracatçısı ülkelerde üretim maliyetleri düşük olduğu gibi üreticilere verilen prim destekler ise yüksektir. Türkiye’de ise destekler yerlerde sürünürken maliyetler yüksektir. Desteklerden en az oranda yararlananlar da yoksul köylüler ve küçük üreticilerdir. Mazot ve gübre gibi girdilerdeki yüksek ÖTV ve KDV oranları, sulama olanaklarının kısıtlılığı, kendi yerel tohumuyla üretim yapan köylülere tohum desteği verilmemesi ve daha sayısız olumsuz koşul, ülkemizdeki üreticileri kötü koşullar altında üretmeye zorlamaktadır. Bu anlamda koşullar daha baştan eşitsizdir ve hükümetin yer yer dünya piyasasına yaptığı atıfların altı boştur.
Koronavirüs salgınının bir etkisi olarak da büyük buğday üreticisi kimi ülkelerin ihracat sınırlaması ve stoklamaya gitmesi dünya buğday fiyatlarında artışa yol açıyor. Buna bağlı olarak ülkemizde de fiyatların yükselmesi beklenirken tam da üreticinin hasat dönemi tersi bir politika izlenmektedir. Kuşkusuz Türkiye’de de fiyatlarda yükselme olacaktır fakat önce yoksul köylünün, küçük üreticinin elindeki buğday düşük fiyatlarla toplanacak daha sonra fiyatlar yükseltilecektir.
TMO ÜRETİCİYİ DEĞİL TÜCCARLARI VE ŞİRKETLERİ KORUYOR
Türkiye’de birçok kesim ya da uzman TMO’nun taban fiyat politikasının küçük üreticiler için yaşamsal önemini vurgular. Özellikle de görece olumlu bir taban fiyatı açıklanmışsa bu durumda üreticinin kazanacağını zanneder. Oysa TMO’nun kendisi, yoksul köylüler ve küçük üreticiler üzerindeki sömürü politikalarının bir parçasıdır. TMO’nun kısmen sağladığı yarar bütünde üreticinin uğratıldığı zararın yanında önemsizdir. Çünkü çoğu kez TMO’nun belirlediği taban fiyatları sadece kâğıt üstündedir; gerçekte ise tüccarların, şirketlerin ve zengin köylülerin belirlediği fiyatlar geçerlidir. Ve bu duruma karşı TMO ya da devletin hiçbir denetimi ya da yaptırım gücü yoktur. Daha doğrusu TMO ya da devletin böyle bir derdi yoktur çünkü kurulan sömürü pazarının gizli ortağı kendileridir.
Üreticiler üzerindeki fiyatlandırma oyununun bir diğer ortağı ticaret odaları bünyesinde kurulan borsalardır. Güya ürününün kalitesine ve “serbest piyasa” koşullarına göre belirlenen fiyatlar gerçekte ise tüccar ve şirketlerin kontrolü altındadır. Tüccarlar ve şirketlerden bağımsız gibi gözüken TMO ve borsayı belirleyen ilişkiler de aynı sınıfsal ilişkilerdir. Bunu anlamak için yoksul köylünün ürününü satmak istediğinde karşılaştığı ilişkiler dizinine bakmak yeterlidir.
Öncelikli olarak belirtilmelidir ki yoksul köylülerin ve küçük üreticilerin ürününü satmayıp bekletme koşulları yok denecek kadar azdır. Çünkü tüccara, devlete, bankalara vs. borçlarının hemen hepsi hasat dönemi ödemeye ayarlıdır. Dahası yaşam ve üretim ihtiyaçları gereği de nakit paraya ihtiyacı vardır. Bu durum daha en başından tüccarlar için bir avantaj küçük üretici için ise dezavantajdır. Ürününü satmak için şehre gelen küçük üreticinin karşısında TMO, tüccar ve birçoğu un ya da gıda fabrikaları sahibi olan şirket “seçenekleri” vardır. Üreticinin en garanti ve doğal tercihinin TMO olması gerekirken durum tam tersi olur. Çünkü TMO, ürün alımı için 15 gün sonrasına randevu verir, ödemeyi ise bir ay sonra yapar. Bu arada küçük üreticinin ürününü ve nakit para ihtiyacını ne yapacağının cevabı yoktur. Dahası üründen birçok vergi kesintisi yapan TMO’nun, ürün kalitesine dair ne tespit yapacağı, buna bağlı olarak ne fiyat vereceği ve aynı zamanda piyasada ürününün fiyatının ne yönde değişeceği belirsizdir. TMO, küçük üretici için güvence oluşturması gerekirken tam tersi bir belirsizlik ve güvencesizlik durumu yaratır. Genel durum bu olduğu gibi birçok yerde tüccarlar ve şirketler tarafından satın alınan, onlarla yakın ilişkiler içerisindeki TMO müdürleri küçük üreticiler için durumu daha da zorlaştırır. Üretici, tüccarlara veya fabrika sahiplerine yani şirketlere yönelmek zorundadır.
DÜŞÜK FİYAT OYUNUNUN AKTÖRLERİ: BORSA VE “GLUTEN”
Tüccarlar ve fabrikalar söz konusu olduğunda taban fiyatın bir hükmü yoktur; tüm “alıcılar” kendi aralarında anlaşarak ve tabi işin içine bir de borsa oyunu katarak fiyatı belirlerler. Fiyatla oynamak için nem ve gluten* gibi her türlü ölçüm değerini kullanırlar. Buğdayın fiyatı elden geldiğince düşük belirlenir çünkü buğday ya nemlidir ya gluten değeri düşüktür ya da tüccar veya şirket bu fiyattan daha yükseğe ürün almamaktadır. Yani buğday kalitesi yüksek de çıksa; borsa fiyatları gereği daha yüksek bir fiyat verilmesi gerekse bile tüccar bu fiyatı vermez. O an için tüccara gluteni yüksek buğday “lazım değildir” ama üretici “isterse” gluteni düşük fiyattan buğdayını tüccara satabilir (!) Her şey “kuralına uygun” ve “özgürce”dir; kimse kimseyi zorla bir şey almaya veya satmaya zorlamamaktadır (!) Geçmişte olduğu gibi tüccara çalışan ya da kendisi tüccar olan mafyatik ürün simsarları da ortada pek gözükmemektedir. Ne var ki ortada göz göre göre büyük bir dolap dönmektedir. TMO, tüccar, şirket, borsa, banka ve hatta gluteni ölçmeye olanak tanıyan “teknoloji” bile yoksul köylünün karşısında, işi kuralına göre oynayan bir ve aynı “mafya” haline gelmiştir.
Ülke tarımı dünden bugüne emperyalist tarım politikalarının ve ona bağlı olarak tüccarları ve şirketleri kollayan devletin kıskacı altındadır. Devlet, salgının yarattığı koşullarda bile üreticiyi desteklemek yerine tarımsal ürünlerde ithalata yönelmektedir. Ülkede gerçekleşen üretim ise tüccarları, şirketleri ve market zincirlerini daha da zenginleştirmenin bir aracına dönüştürülmüş durumdadır. Bu sömürü politikalarının en fazla etkilediği kesimi yoksul köylüler ve küçük üreticiler oluşturuyor. Ne var ki sesleri en az duyulan, örgütlenme düzeyi en düşük kesimler de onlardır. Yoksul köylüleri, küçük üreticileri ve bu sömürü çarkının üretemez duruma getirdiği tüm kesimleri kucaklamak, onları örgütlü mücadeleye sevk etmek de günün önemli görevlerinden biridir.
* Buğdayda un öz değerlerini en fazla içeren protein grubu.
**Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 23 Temmuz 2020 tarihli 66. sayısından alınmıştır.