Emperyalistler arası çıkar savaşları dünya halklarını etkilemeye, özellikle katliamların yolunu açmaya devam etmektedir. Bu savaşların etkisinin en fazla hissedildiği Orta Doğu’da Filistin, Lübnan, Suriye ve Yemen halkları bu katliamları doğrudan yaşamakta. Adeta Doğu ve Batı emperyalizminin arasında kanlı bir satranç tahtasına dönüşen bu coğrafyanın insanları, iki blok arasında geçen iğrenç pazarlıkların konusu olmaya devam ediyor. Özellikle “öteki” kabul edilen halk kesimleri, emperyalistlerin ve Siyonistlerin maşaları aracılığıyla daha keskin katliamlara sürüklenmektedirler. Uzun süredir anti Siyonist “direniş ekseni”nin zayıflaması için gayretini artıran ABD ve İngiliz emperyalistleri son süreçte bu cephenin destekçisi olan ülkeleri hedef almaktadır. Bir yandan Filistin halkını soykırımdan geçirirken diğer yandan Siyonizm’e biat etmiş “cihatçı” çeteleri Suriye rejimi ve Suriye halkının üzerine salmış durumdalar. Bunlar arasında rejimin devrilmesini ve devralınmasını içeren gizli anlaşmalar olduğu şüphesizdir. Bu anlaşmalarla görülüyor ki Doğu emperyalizmi her ne kadar Orta Doğu halklarının yanında görünse de koşullar değiştiğinde alanı ilk terk edenler oldular. Emperyal çıkarlarını garantiye almaktan başka, halkın çıkarlarını korumak gibi “ulvî” nedenleri olmayan bu kesimler için söz konusu sonuç olağandır. Hal böyle olunca onlara bağlı rejimler de anında devrildiler, devrilmekle de kalmadılar soluğu efendilerinin yanında almak üzere ortadan kayboldular. En basit biçimde bu gibi dikta rejimleri verilen görevler tamamlanınca, iş birliği kapasiteleri sona erince ülkelerini terk eden, halkları yüzüstü bırakan rejimlerdir. Bu gerçek onlarca kez yaşandığı, binlerce kez anlatıldığı halde bazılarımız aynı şeyi yaşayarak öğrenmekte ısrarcı olabiliyor. Esad’dan halkı için direnmesini bekleyenlerin hayal kırıklığı bu bakımdan sadece ibretlik olarak yorumlanmalıdır.
Peki şu an Suriye’de son durum nedir?
Suriye’de son süreç orada yaşayan bütün “ötekilerin” ölüm kalım savaşına sahne olmaya başladı. Suriye’de Arap Aleviler, Hıristiyanlar, Ermeniler, Kürtler ve Dürziler için güvenlik sorunu katbekat büyümüş durumda. Kendi silahlı gücü olmayan için bunu sağlamak zorunluluğu söz konusudur. Kürtler öz savunmalarını inşa ederken Dürziler Siyonist İsrail’in himayesini de kabul etmek üzere farklı seçenekleri gündemine aldığını gösterdiler, onların da bir askerî liderliği söz konusu. Büyük endişeleri olsa da Avrupa’nın desteğini almış olan Hristiyan cemaati kendini şimdilik koruma altında hissetmekte; yine de selefi terör gruplarının saldırı olasılığı her an için gündemde. Tüm bu ötekiler içinde “sahipsiz” Arap Aleviler ise her gün yeni katliam, baskı, işkence ve ağır hakaretlere maruz kalmakta. Yaşananların üstüne en önemli inanç merkezlerine yapılan son saldırılar ve o merkezlerde görevli olan Alevilerin katledilmesi bardağı taşıran damla oldu. Lazkiye, Tartus, Humus, Hama ve Şam’da başlayan kitlesel eylemlere, terör estiren genel güvenlik servisine tabi gruplar büyük saldırılar başlattı. Yolda gördükleri kişileri ya da ev baskınlarıyla aldıkları kişileri yargısız infazla katlettiler. Bunları yaparken de canlı yayın yapan cihatçı gruplar Alevileri topyekûn imha edeceklerini bildiren konuşmalar yaptılar. Buna rağmen Türkiye’de İslam’a dayanan gerici siyasal yapılanmalar ve burjuva-feodal medya yaşanan gelişmeleri “Esad yanlıları isyan ediyor” başlığı altıda yayıp katliamları meşrulaştırmanın yolunu aradılar. Türkiye’de Alevi yönelik katliamcı yönelimleri kınamak ve teşhir etmek amaçlı eylemler ise yasaklanıyor; eylemciler provoke edici, kışkırtıcı gösterilerek terörize ediliyor. Suriye’de çeşitli inanç önderleri cihatçı gruplara karşı bir direniş örgütlemeyi amaçlayan açıklamalar yapıyorken Humus vilayetinde bu içerikte bir silahlı direnişin başlatıldığı söyleniyor. Lübnan Hizbullahı’nın da savaş ilan ettiğine dair söylentiler var. Bu son günlerde ise özellikle Şam ve Humus vilayetlerinde yaşayan Alevi halk Lazkiye ve Tartus vilayetlerine tehcir ediliyor ve orada toplu kıyıma doğru itiliyorlar. Gitmek istemeyenler ise ya öldürülüyor ya da tutuklanıp türlü işkencelere maruz bırakılıyor.
HATAY’DA TEPKİ BÜYÜYOR
Bütün bu olanlara istinaden Samandağ’da Emek ve Demokrasi Güçleri bu insanlık dışı, tamamen gerici saldırıların faillerini ve destekleyenleri teşhir etmek ve olası katliamları durdurmak amacıyla bir süreç başlattılar. Bu sürecin ilk adımı olarak kitlesel bir yürüyüş planlandı. Ancak bu pratik ‘’Dikkatleri üzerimize çekmeyelim, çekersek bunu kaldıracak gücümüz yok’’ gibi saçma sapan bahanelerle yasaklandı. Biz yasağa rağmen alana gidip mitingimizi ördük. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) başta olmak üzere ve onun uğraşlarının bir sonucu olarak Avrupa’dan da birçok Alevi dernek ve federasyon başkanı, siyasî kurum temsilcileri mitingde söz alarak durumu teşhir etti ve Suriye’nin ötekilerine, ezilen çeşitli inanç ve milliyetten halka desteklerini sundular. Sürece dair mahalle toplantıları, basın açıklamaları ve yürüyüşler olmak üzere birçok pratik üzerine tartışmalar sürmektedir. Bu pratiklerdeki amaç oradaki ezilen halkın yanında saf tutmak, seslerine ses olmak ve geleceklerini güvence altına alabilecekleri bir zeminin oluşturulması için kamuoyu oluşturmaktır. Devlet kendi kurumları ile muhtarlar ve kendi tarafına çekebildiği kitle örgütleriyle halkı korkutmayı ve bir direniş ayağının oluşmaması için elinden geleni yapmaktadır. Biz ise mahallelerde toplantılar organize edebilmek için kurumların o mahallelerdeki temsilcileriyle iletişim kurmaktayız. Mahalle toplantılarından sonra kitlenin durumuna göre büyük bir yürüyüş ve mitingin örülmesi için uğraş vereceğiz. Sadece Samandağ değil Defne, Antakya ve İskenderun’daki devrimci, demokrat, ilerici kurumlar da çeşitli pratikler ortaya koymaktadır. Bugün bölgede yaşanan gelişmelere dair tüm halkın tepkisini dile getirebileceği, Antakya merkezli büyük bir yürüyüş yapabilme olanakları tartışılmaktadır.
Tüm bunlar bize, daha çok da halkımıza kendi gelecekleri için, yaşamları ve birlikleri için ilkin kendilerinin örgütlü olmaları gerektiğini göstermektedir. Sadece işgale uğrayan, yaşamanın her bakımdan risklerle dolu olduğu ülkelerde, zorbalığa dayanan iktidarların yıkıldığı anlarda değil tüm gerici iktidarlar altında halkların güvencesi kendilerinin sağlam, saldırı halinde dağılmayacak nitelikte örgütlülükler kurmuş olmalarıdır. Aksi halde tümüyle saldırmaya, imhaya dayalı biçimde donanmış, ironik biçimde geleceksiz bırakılmış ayak takımından oluşturulmuş güçlerle saldırdıklarında “örgütsüz halk” katliamla, yıkımlarla karşı karşıya kalmaktadır. Kendi çıkarlarını egemenlerden ayırt ederek örgütlenen bir halk olmak için Suriye’de yaşanmakta olanları bir tecrübeye dönüştürelim… Suriye’nin Alevi halkıyla dayanışmanın zorunluluğunu aynı zamanda bu nedenle haykırıyoruz.
Samandağ’dan Bir Partizan Okuru