Dünya gündemini en yakıcı ve sıcak bir şekilde etkileyen koronavirüs, uzun bir süre daha gündemden düşmeyecek gibi görünmektedir. Ortaya çıkış şekli, etkilediği kesimler, alınan veya alınmayan önlemler, bu süreçten kimin kazançlı çıkacağı vb. tartışmaların gölgesinde, koronavirüs hayatları etkilemeye devam ediyor.
Birinci dalganın “atlatılması”nın ardından gelen ikinci dalga, daha yıkıcı bir etki yaratmakta. Bu durum koronavirüse karşı uygulanacak tedavi yöntemlerini ve geliştirilecek aşıların etki gücü ve güvenilirliğini de tartışılır hale getirmektedir.
Özellikle ilaç sanayiinde gelişkin olan ülkeler aşı çalışmalarına ilk günden itibaren başladılar. Neredeyse her hafta TV ve gazetelerde korona aşısının bulunduğuna dair haberler çıkmaktadır. Çin, Rusya, ABD, Almanya ve İngiltere kendi ürettikleri aşıları aralık ayı itibariyle piyasaya sunmuş bulunmakta. Ancak bu aşıların ne kadar sürede, nasıl yapılacağı yönünde tartışmalar ise devam etmektedir. Virüsün mutasyona uğraması, test süreçlerinin bitmemiş olması, etki gücünün ve yan etkilerinin tam olarak tahmin edilememesi vb. sebeplerden kaynaklı, bugüne kadar hala istikrarlı bir aşılama sürecine girilmediği sık sık belirtilmekte. Bu durum doğallığında birçok tartışmaya da yol açmaktadır.
“ÇİP”Lİ AŞI MI, NÜFUS KONTROLLÜ AŞI MI?
Kovid-19 salgınının en çok tartışılan yönlerinden biri, bu virüsün bir laboratuvarda üretildiği ve dünya nüfusunu azaltmak için (özellikle yaşlı kesimi) bilinçli olarak piyasaya sürüldüğü şeklindeydi. Yine bir başka tartışma da, emperyalistlerin (özellikle Çin’in) diğer rakiplerini güçsüz, zayıf düşürmek için yaptığı bir plan şeklinde yorumlanmaktaydı.
Bu tartışmalar bugün hala güncelliğini korumaya devam etmektedir. Özellikle aşı tartışmaları, bu teorilerin çeşitlenerek gündemleşmesine ve tartışılmasına neden olmaktadır. Bu durum birçok kesimde bir anlamda güvensizliğe ve korkuya neden olmaktadır.
Bu komplo teorilerinde, genetik kodların değiştirilmesinden, milyonlarca kişinin bedenine mikroçipler yerleştirmeye kadar birçok söylenti kulaktan kulağa yayılıyor.
Bir iddiaya göre, koronavirüs salgını milyonlarca kişinin vücuduna izlenebilir mikroçip yerleştirmenin kılıfı olarak ortaya atıldı ve tüm bunların arkasında Microsoft’un kurucusu Bill Gates var. Oysa bilinen “asi mikroçipi” diye bir şey olmadığı ve Bill Gates’in gelecekte böyle bir projesi olduğuna dair bir kanıtın olmadığı şeklinde. Ancak emperyalistlerin bu çalışmayla ilgili neler yaptığı, yapacağı konusunda da net bir bilginin olmadığını söylemek durumundayız.
Diğer yandan başka bir komplo teorisine göre ise, koronavirüs aşısının DNA’mızı değiştireceğine ilişkin iddialardır. Aşıların yeterince testten geçmediği, test sonuçlarının doğru yansıtılmadığı ve bununla DNA`lar da oynamalar yapıldığı ve gelecekte bunun farklı şekilde kullanılacağı yönlü teoriler, özellikle sosyal medya da oldukça fazla dolaşmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü bu tartışmalarda, testlerin yeterince denenmeden, onay almadan piyasaya sürülemeyeceği yönünde açıklamalar yapmakta ve hatta, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Ghebreyesus aşılar için “Tünelin sonundaki aydınlık” yorumunu yapmaktadır.
AŞILARDAN KİM KAZANÇLI ÇIKACAK?
Aşıların ne gibi sonuçlar doğuracağına yönelik komplo teorilerini bir yana bırakarak, bu işten kimin kârlı çıkacağı üzerine yoğunlaşmanın daha doğru bir sonuç doğuracağını düşünmekteyiz. Marks “Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser“ diyerek, kapitalizmin aşırı kâr hırsına, acımasız rekabetine, kâr elde etmek için her türlü yola başvuracağına işaret etmektedir.
Bu salgın sürecinin başından bugüne kadar bizim de ısrarla üzerinde durduğumuz, bu işin öyle ya da böyle kapitalistlerin işine yarayacağıydı. Bir avuç azınlık dışındaki milyonlarca, milyarlarca insanın yaşamı aslında kapitalistlerin, emperyalistlerin umurunda değil aslında. Hiçbir önlem almadan işçi ve emekçilerin çalıştırılması, zorunlu ihtiyaç olmamasına rağmen birçok fabrika ve işyerinin açık tutularak işçilerin çalıştırılması, işçi ve emekçilere ekonomik yardımın yapılmaması ve işlerini kaybetmeleri, yeterli ve ücretsiz sağlık hizmeti almamaları gibi sıralanabilecek onlarca gösterge, bu sistemlerin bu süreci de karlarına daha fazla kâr katmak için kullandıklarını göstermektedir. Nitekim dünyanın birçok yerindeki tekellerin bu süreçte kârlarını katlamaları bunun göstergesidir.
Çin, Rusya, ABD, Almanya ve İngiltere gibi emperyalist ülkeler, büyük bir rekabet halinde aşı çalışmaları yapmaktadırlar. “Bulduk, buluyoruz” tartışmaları arasında, başta bu beş ülke aşılarını piyasaya sürdü. Aşıların bulunması, denenmesi ve piyasaya sürülmesi aşamasında da ciddi sorunlar olduğu görülmektedir. Özellikle bu deneme süreçlerinde bağımlı, geri kalmış ülkelerdeki yoksul halkların denek olarak kullanıldıkları basına yansıyan haberler arasında yer almaktadır. Bu iddiaların gerçek olduğunu, emperyalist-kapitalistlerin doğaya, insana, hayvana zarar verecek birçok deneme ve uygulamayı ilk olarak, bağımlı, yarı-sömürge, sömürge ve yarı-feodal ülkelerde denediklerini onlarca pratikten bilmekteyiz. Bu nedenle aşı çalışmalarıyla ortaya atılan bu iddialar bizi hiç de şaşırtmamaktadır.
Bu tartışmalar içinde merak edilen konulardan biri de, Türkiye’nin aşıyı nereden, nasıl alacağı ve nasıl bir yöntemle aşılama yapacağıdır. Daha önce aşı üzerinde çalıştıklarını, yakında bulacaklarını söyleyen yetkililer, bu kez de “Şimdilik diğer ülkelerden alıyoruz, en geç Nisan’da da kendi aşımızı piyasaya sunacağız” diyerek yine bu yarışta geri kalmadıklarını, kuyruklarının dik olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar. Ancak biz onların kuyruğunun çoktan bacaklarının arasına sıkıştığını biliyoruz.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, önce 11 Aralık’ta aşıların başlayacağını söyledi. Bu tarih daha sonra 22 Aralık’a uzatıldı. Fahrettin Koca yaptığı açıklamada, Çin menşeli Sinovaç şirketi ile 10 milyon doz CoronaVac aşısı için sözleşme imzaladığını, Pfızer ve BioNTech aşısı için ise şirketle Aralık ayında 1 milyon doz, daha sonra 25 milyon doz aşı olmak üzere görüşmelerin sürdüğü açıkladı. Koca’nın açıklamaları sürekli birbiriyle çeliştiği için, en son yaptığı açıklamayı referans alarak rakamları buraya yazıyoruz. (Zira daha önce Çin’le 50 milyon doz aşıda anlaştıklarını söylemişti.)
Pandemiyi yönetme, aşıları uygulama sürecinde de esas olanın, emperyalist-kapitalist sistemin kâr hırsı olduğunu bir kez daha görüyoruz. İşçi sınıfı ve emekçiler, bu salgın önlemlerinin dışında tutulmaya devam ediyor, edecek. İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenmekten, sisteme karşı mücadele etmekten, biz devrimci-komünistlerin de işçi sınıfı ve emekçilerin öfkesini sisteme karşı örgütlemekten başka alternatifi yoktur!
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 24 Aralık 2020 tarihli 77. sayısından alınmıştır.