[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Kuruluşundan bugüne inkâr ve asimilasyon politikalarını temel alan TC, başta Kürt ulusunun olmak üzere diğer azınlık milletlerin de dilini, kültürünü, edebiyatını, sanatını görmezden gelerek dolaylı/dolaysız yok etmeye çalışmıştır. Bugün AKP iktidarının devam ettirdiği “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” söylemi kurucu ideoloji olarak anılan Kemalist ideolojinin mirasıdır. TC tarihi boyunca, ama ondan önce de Kürt ulusunun, azınlıkların bütün değer ve haklarına inkârcı temeldeki politikalarla azgınca saldırılmıştır. “Türk ırkı diğer bütün ırklardan üstündür” düşüncesi, Güneş Dil Teorisi gibi bilimsel hiçbir dayanağı olmayan, sakat bir “akılla” gerçekleşen saldırılar özellikle Kürt halkı üzerinde derin travmalara neden olmuştur. Tipik bir faşist ideoloji olan Kemalizm’in yeminli uygulayıcısı İsmet İnönü’nün iktidarında her Kürtçe kelime için 5 kuruş para cezası bile uygulanmıştır!
20. yüzyılın başlarında devletlerin sınırları tekrardan çizilirken, Ortadoğu’da ulus-devletler şekillenirken Kürtlerin yaşadığı topraklar, her biri İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de olmak üzere dört parçaya bölündü. Bu bölünmüşlük ve söz konusu devletlerin egemen ulus anlayışları, inkâr ve zorla asimilasyon politikaları Kürt dilinin ve sanatının gelişimine engel olmuştur. Türkiye bu bakımdan diğerlerine oranla daha “başarılı” bir inkâr ve cezalandırma pratiği sergilemiştir. Eğitimden sanata kadar Türkçeyi ve Türk kültürünü merkeze alan politikalar, söylemler, programlar Kürt dilini inkâr etmekle kalmamakta dilin gelişimini, var olma hakkını yok sayarak, dilin kullanılmasını engellemek için her yola baş vurarak zor yoluyla asimile etmeye çalışmıştır. Yasalarda bir övünç kaynağı olarak “eşit vatandaşlık”tan söz edilse de söz konusu vatandaşlık “Türk vatandaşlığı”dır. Türk olana tanınan bu eşitlik Kürt olanın Türk olma hakkını içerdiği için övülmektedir. “Ne mutlu Türküm diyene” vecizesi de bu anlayışın bilindik sloganıdır. Eşitlik Kürt olmaktan vazgeçme, kendini Türk kabul etme çerçevesinde gerçekleşmektedir.
Bir bütün Kemalist ideolojisiyle bezenmiş, Türklüğü tek asli unsur ilan etmiş olan devlet pratikte Kürt sanatçılara ve Kürtçe sanatına yönelik her türlü saldırıyı, gözaltını ve engellemeyi gerçekleştirmektedir. Kendi koydukları yasalara uyulmamakta, engelleyenlere karşı işlem yapılmamakta, yasalara aykırı uygulamalar sessizlikle geçiştirilmektedir. İnkârcı zihniyetiyle çoluk çocuk demeden Kürtleri katletmiş bir devletten devam edegelen bu soruna bir demokratik çözüm beklemek en basit tabiriyle eşyanın tabiatına ters!
KÜRTÇE SANATIN YAKIN TARİHİ
Kürtler yaşadıkları topraklardaki bölünmüşlüğün, ulus olarak tanınmamanın, inkâr ve asimilasyon politikalarının yıkıcı etkilerini yaşamaktadır. TC’nin kuruluşundan ‘91 yılına kadar Kürtçe yasaklı bir dil olduğundan Kürtçe müzik, edebiyat, tiyatro, sinema vb. kültür-sanat faaliyetleri de yasaklanmıştı. Yasaklanmasının yanı sıra Kürtlere, Ermenilere, Rumlara, Araplara, Lazlara, Gürcülere, Çerkezlere ait ezgiler, masallar, oyunlar, halk hikayeleri gibi kültürel değerler Türkçeleştirilerek Türk Halk Müziği, Türk Sanat Musikisi ve Türk Halk Edebiyatı adları altında toplanmıştır. Bu tarzda gerçekleşen asimilasyon ve diğer ulusların ve azınlık ulusların anadilini yasaklama gibi şoven uygulamalar ise “ülkenin birlik ve bütünlüğünü korumak” iddiasıyla ortaya konmuştur.
Bu asimilasyona karşı özellikle son yıllarda dile getirilen ve haklı olarak eleştirilen bir kavram olarak Türk kültürü, Türk müziği, Türk edebiyatı kavramları yerine Türkiye kültürü, Türkiye edebiyatı vd. diyenler var. Böylece coğrafya tanımı üzerinden Kürt olan edebiyatın, sanatın, kültürün korunduğu sanılmaktadır. Oysa bu tanım da kültürüyle, sanatıyla, edebiyatıyla, diliyle bir bütün ezilen Kürt ulusunun varlığını reddeden bir kapsayıcılığa sahiptir. Bir tanımlama Türkiye’deki tüm ulus ve azınlık ulusları Türk adı altında toplarken diğer tanımlama ulusların varlığını silikleştirmektedir. Ulusların, azınlık milliyetlerin varlığını, kültürünü silikleştirecek tanımlamalar yerine Türk kültürü, Türk edebiyatı gibi Kürt kültürü, Kürt edebiyatı da veya Çerkez kültürü ve edebiyatı da vb. denmelidir. Kültürün, edebiyatın, sanatın vs. ulusal özellikleri vardır. Bu özellikler inkâr edilemez, yok sayılamaz. Sonuçta ulus tarihsel bir kategoridir. Dil, ortak ruhi şekillenme, toprak bütünlüğü ve pazar birliği uluslaşma sürecinin temel unsurları olarak tarihsel bir birikim içerirler. Dilin, dolayısıyla kültürün de uluslaşma sürecindeki katkısı ve ulus olma bilincinin de dilin gelişimine yaptığı katkı yadsınamaz. Adlandırmaların, tanımların bilimsel olmasına, gerçeklikle uyumuna özel önem vermek gerekir. “Türkiye edebiyatı” gibi edebiyatın ulus özelliğini yok sayan tanımlar en masum ifadeyle birer uydurmadır ve bilimsel değildir…
Benzeri biçimde Kürt edebiyatına Kürt edebiyatı, Kürtçe tiyatroya da Kürtçe tiyatro denmelidir.
‘50’li yıllardan itibaren tüm dünyada esen devrimci rüzgâr, ulusal kurtuluş mücadeleleri, Kürtlerin Irak’ta elde ettiği özerklik gibi gelişmeler karşısında Kemalist ideoloji inkâr ve asimilasyon politikalarının uygulanmasında krizler yaşamaya başladı. Dünya çapında güçlenen ulusal kurtuluş mücadeleleri ve bu mücadeleler sonucu elde edilen kazanımlar Türkiye’yi de önemli ölçüde etkiledi. Dört devletin egemenliği altında da olsa güç kazanan Kürt siyasal hareketlerine karşılık devletler de saldırılarını, baskılarını, yasaklamalarını artırmıştır. Türkiye’de devletin önünü alamadığı, her geçen gün büyüyen Türkiye Devrimci Hareketinin ve Kürtlerin ulusal mücadelesi karşısında ‘80 cuntası özel bir yerde durmaktadır. Cunta sonrası çok daha sıkı asimilasyon politikalarına gidilmiş, Türkçe dışındaki diller yasa yoluyla yasaklanmış ve Türkçe dışındaki diller “terör”le ilişkilendirilmeye başlanmıştır. “Türk devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması, yayınlanması” yasaklanmıştır. Kürt düşmanlığında sınır tanımayan TC bu yasayla Irak’ın ikinci resmi dili olan Kürtçe’yi tanımadığını bildirmiştir! “Türk vatandaşlarının anadili Türkçedir” gibi toplumun engin kültürel zenginliği karşısında sığ, faşist zihniyetli yasalar çıkartılmıştır. Fakat Kürt ulusu bütün katliamlara, saldırılara, baskılara rağmen büyütülen direniş ve mücadeleyle ulusal sorununun yasaklarla çözülemeyeceğini ortaya koymuştur.
Kürt dili üzerindeki yasak kısmi olarak ‘91 yılında kaldırılmıştır. O zamana dek Kürtçe sanat faaliyeti tamamıyla yasaktı. KUH’un uzun ve çetin mücadelesi ve dünyadaki gelişmeler sonucunda kalkan yasak ile birlikte Kürt sanatı toplumda daha çok yer etmeye, Kürt sanatçılar sanatlarını icra edecek alanlar ve olanaklar bulmaya başlamıştır. Bu sınırlı açılımın zaman içinde daha güçlü taleplerle yetersiz görülmesi esas olarak Kürt halkının engellenemeyen savaşımının bir sonucudur. Yasaklı olduğunda da engellenemeyen Kürtçe ve Kürt sanatı, kültürü mücadelenin yükseldiği zamanlarda büyük bir ilerleme göstermiştir. Bugün çok daha zengin bir dil olan Kürtçenin geçmiş tüm birikimini olabildiğince korumasında halkın diline sonuna kadar sahip çıkma tutumu hiç kuşkusuz belirleyicidir. Mücadele ilerledikçe egemenler çareyi “uzlaşı arayışında” ve nihayet çözüm için politikalar geliştirmede buldular. ‘90’lı yıllarda başlayan arayış en son 2000’lerde en üst biçimini aldı.
Egemenlerin AB ile görüşmeleri, “Açılım” ve “Çözüm Süreci” gibi gelişmeler sırasında her ne kadar Kürt sorununa dair demokratik çözümler tartışılsa da geçmişle kıyaslandığında egemenler kayda değer bir adım atmamışlardır. TC’den “demokratik” yollarla bu soruna çözüm üreteceği beklemek bir kez daha anlaşılmıştır ki nafiledir. Nitekim “Çözüm Süreci” sonrası ilan edilen OHAL ve 15 Temmuz sonrası ile birlikte kültür-sanat alanına yönelik bugüne dek süren saldırılar, baskılar, tutuklamalar çözümün tek taraftan demokratik yollarla gelişebilmesinin olanaksızlığını gözler önüne sermiş ve sermektedir.
DÜNDEN BUGÜNE KÜRT SANATI
AB üyelik süreçlerinde her ne kadar “uyum paketi” adı altında Kürtlerin haklarını tanıma yönlü adımlar atılmış olsa da bunların alabildiğine yüzeysel ve görünürlükle sınırlı kaldığına şahit olduk. Yasal düzlemde bazı haklar tanınsa da bu hakların pratikte karşılığı olmamaktadır. Örneğin Kürtçe icra edilen sanata karşı yasak kararı olmamasına rağmen Kürtçe sanata devlet desteği yoktur. Devlet desteğinin olmayışından ötürü Kürt sanatçıları sanatlarını kendilerine, Kürt halkına dayanarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Başka bir örnek olarak son süreçte Kürtçe opera yapan Pervin Çakar opera solistlik kadrosuna “sebepsizce” alınmadı. Kendisi, dolaylı biçimde bu alandaki varlığının engellendiğini vurgulayarak opera sanatçılığını bıraktığını açıkladı.
Kürtçe tiyatro yapan ve turneye çıkan bir ekibin Kürtçe oynanan oyununu Türkçe’ye çevirmesi istendi. Örneğin Amed Şehir Tiyatrosu’nun “Tartuffe” adlı Kürtçe oyunu için Adana ve Mersin belediyeleri öyle bir zorunluluk olmamasına rağmen valilik izni istediler. Adana ve Mersin valilikleri ise “güvenlik” bahanesiyle tiyatro oyununu yasakladı. Newroz gibi Kürt ulusu için değerli bir süreçte etkinliklerin yapılacağı alandan etkinliğin programına kadar devletin baskıcı faşist tutumunu görüyoruz. “Uygun” görmediği bir durum gerçekleştiğinde ise polis birtakım bahanelerle sanatçılara ve halka saldırmaktadır. Kürtçe olmasından kaynaklı film gösterimleri yasaklanmaktadır.
Bu örnekler Kürtçe sanatın gelişmesinin ve yayılmasının önündeki dolaylı/dolaysız devlet engellerini göstermektedir. Başka bir deyişle devlet, ‘80 ve ‘90’lardaki gibi Kürtçe sanatı direkt fiziki saldırılarla engellemektense “modern”, “çağdaş” devlet görünümü altında çoğu zaman dolaylı saldırılarla engellemeyi tercih etmektedir. Yine Kürtlere ve Kürtçeye ait ne varsa “hazmedemeyen” devlet, sokakta Kürtçe müzik, Kürtçe tiyatro icra eden sanatçıları keyfi olarak gözaltına almaktadır. İstiklal Caddesi’nde birçok müzisyen farklı dilde müziklerini icra ederken zabıtalar Kürtçe müzik yapan Kürt müzisyenler üzerinde baskı yaratmaktadır. Yine İstiklal Caddesi’nde Kürtçe müzikten kaynaklı gözaltına alınan müzisyenlerin durumundaki gülünçlük(!), İsmet İnönü döneminden bugüne değişmeyen Kürtçeye karşı olan sığ, sakat, faşist zihniyeti gözler önüne sermektedir.
SSCB’DE KÜRTLER
Dört parçada ve özelde Türkiye’de Kürtler dil, müzik, edebiyat, tiyatro, sinema, eğitim gibi bir dizi konuda sayısız sorunlarla karşılaşmış ve karşılaşmaktadırlar. Kürt sorunu başlığı altında ele alabileceğimiz bir dizi sorunun çözümü “imkânsız”, “içinden çıkılamaz” görünmektedir. Oysa yazının başında da saydığımız dört parçadaki Kürt nüfusunun bile olmadığı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde Kürt ulusu kültürünü, sanatını, ve edebiyatını sosyalist devletin de destekleriyle özgürce geliştirdiler.
Sovyetler Birliği Kürt kültürünün korunmasında önemli bir rol oynadı. Kürtler Sovyetler Birliği döneminde bir ulus olarak resmen tanındı. 1928-29 yılları arasında ilk Kürtçe latin alfabesi hazırlandı, eğitim kurumları ve akademiler açıldı, çok sayıda Kürtçe yayınevi kuruldu ve pek çok eser yayınlandı. 1931’de Kürt Öğretmenler Okulu, 1932’de ise Şuşa Pedagoji Okulu’nda “Kürt Fakültesi” açıldı. 1921’de Gürcistan’da Kürtçe öğretilen okullar açıldı. Latin alfabesi ile çıkarılan ilk Kürtçe gazete Riya Teze’dir. Şemo tarafından yazılan ilk Kürtçe roman olan Kürt Çoban 1935’te Erivan’da yayınlandı. 1934 yılında kadınların eğitimini konu edinen “Kadınların Selameti” adlı kitap Kürt kadınlarının gelişimini konu aldı.
Erivan Radyosu’nun Kürtçe yayınları 1955’te başladı ve Sovyetler Birliği sınırlarının ötesindeki Kürtler üzerinde de büyük bir etkisi oldu. Özellikle de Türkiye’deki Kürtler Sovyet radyosuna ulaşabildiler ve yasaklı halde bulunan anadillerini bu radyodan dinlediler. Yayınlar Kürt kimliğine dair farkındalık oluşturmak için son derecede önemliydi ve Sovyetler Birliği’nin ulusal bilinç ve sosyalizme dair söylemleri birçok Kürt grup arasında güçlü bir şekilde yankı buldu. İlk Kürt filmi olan “Zare” 1926’da Ermenistan SSC’de üretildi. İlk Kürt rock grubu, 1973 yılında Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan Gürcistan’ın Tiflis kentinde kuruldu. Koma Wetan kurulduğunda Türkiye’de Kürtçe şarkı söylemek yasaktı.
1989 yılındaki sayım sonuçlarına göre SSCB’de Kürtlerin nüfusu yalnızca 152.717 idi. Milyonlarca Kürt’ün yaşadığı Türkiye’ye kıyasla SSCB’deki Kürtlerin çok daha fazla hak elde etmiş olmaları, kültürlerine sahip çıkabilmiş ve onu özgürce geliştirebilmiş olmaları bir şey ifade etmektedir. Türkiye’de “Kürtler ulus mudur, değil midir?” tartışmaları yürütülürken SSCB’de Kürt dili ve tarihi üzerine bilimsel araştırmalar yürütülüyordu. Sovyetler Birliği’nde kısa sürede çözülmüş ve ileriye dönük hızlı adımlar atılmışken Kürt sorunu ülkemizde 100 yıldır çözülmemiştir ve çözüm yoluna da girilememektedir.
KÜRT ULUSU DEVRİMLE ÖZGÜRLEŞECEK
Kürt sorunu, böylece, Kürtlerin varlığından değil Türkçü egemen zihniyetin Kürtleri ve azınlık ulusları inkâr etmesinden kaynaklanmaktadır. Kürtler Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkına kavuştukları zamandır ki boyunduruktan kurtulup dilini, sanatını, edebiyatını kısacası bir bütün kültürünü özgürce yaşayabilecek ve geliştirebilecek. Fakat resmi ideolojisi Kemalizm olan, elde edilmiş hak kırıntılarını bile daha sonra azgınca saldırıp geri almaya çalışan, farklı dillere, kültürlere tahammülü olmayan TC’den demokratik yollarla, kendiliğinden nihai bir çözüm beklemek nafiledir. Yakın ve uzak olmak üzere güçlü bir tarihsel bilgiye sahip olmasına, yoğun bir deneyim de biriktirmesine rağmen HDP’nin bugün Kürt ulusal haklarını dar bir legal alana sıkıştırmış olması, parlamenter mücadele yoluyla ulusal özgürlük kazanılabileceğini düşünmesi onun, karşısındaki gücün asıl niteliğini “kavrayamamasıyla” doğrudan ilişkilidir. Seçim sürecinde Kürtlerin ulusal hakları açısından en ufak bir talebin bile dile getirilmemesi, ulusal hakların meşruluğunu Türkiye halkı nezdinde kayda değer biçimde savunmaması, buna rağmen eşitlikçi bir çözüme mesafeli olduğunu açıkça ifade ettiği halde koşulsuz şartsız Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi yine aynı durumla doğrudan ilişkilidir.
Varlık koşullarından bir tanesi Kürt ulusunun ve azınlık ulusların inkârı olan hâkim ideoloji Kemalizm her daim Kürtleri, Kürtçeyi ve ona ait olan her şeyi kendisinin “birlik ve bütünlüğüne” bir tehlike olarak görecek ve “terör” yaftalamalarıyla haklarının meşruluğunu gizlemeye çalışacaktır. SSCB örneğinde bütün berraklığıyla anlaşılacağı üzere Kürtlerin sanatını, edebiyatını, kültürünü özgürce gerçekleştirebilmelerinin yolu onların kendi kaderlerini tayin etme hakkının tanınmasıyla mümkündür. Bu ise hâkim ideoloji Kemalizm ve onun örgütlü gücü TC devrimle süpürülmeden gerçekleşmeyecektir.
Sahnelerinden inmek zorunda kalan Kürt sanatçıların kendi dillerinde ve kendi kültür ve sanatları kapsamında başları dik mücadele etmeleri için bu alandaki şoven politikaları teşhir edelim. Ezilen ulusların sanatını, kültürünü sahiplenelim. Dünya halkları için, işçi sınıfı için bu bir zenginliktir…