[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Metni dinle “]
17 yaşındaki Nahel adlı göçmen kökenli bir gencin polisin “dur ihtarına” uymadığı gerekçesiyle öldürüldüğü 27 Haziran Salı gününden bu yana Fransa’nın banliyölerinde sular durulmuyor. Birçok belediye, valilik, karakol yakıldı ve kullanılmaz hale getirildi. Bir gözaltı karakolu göstericiler tarafından basılmak istendi. Büyük mağazalar ve marketler yağmalandı. Eylemlerde havai fişekler, el yapımı patlayıcılar, pompalı tüfekler ve molotof kokteylleri kullanılırken, Nahel’in katili polis tutuklandı. Paris’in iki banliyö bölgesinde ise 3 Temmuz’a kadar saat 21:00 – 06:00 arası sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Nahel’in katledildiği yer, 2.1 milyon nüfuslu Paris’i çevreleyen toplam 10 milyon nüfuslu 7 banliyö bölgesinden birine bağlı Nanterre şehri. Şehrin en önemli özelliklerinden birisi, Fransa’nın en militan üniversitelerinin birini barındırması.
“İSYAN ETMEKTE HER ZAMAN HAKLIYIZ”
Paris banliyöleri başta olmak üzere, Fransa banliyöleri sömürge ülkelerinin kin dolu çocuklarına ev sahipliği yapan geniş emekçi kesimlerin yaşam alanları. Çoğu semt sakini kendi yaşam alanlarının dışına çıkmazken, binlerce kişilik konutların bulunduğu geniş beton yığınlarından Paris’e neredeyse sadece çalışmak için gidip gelen bir kesimden de bahsetmek mümkün. Paris’le bu banliyöler arası kurulan demiryolu hatları, şehrin içindeki metro hatlarına kavuştuğunda, çalışma alanlarının dışında yer altında görebileceğimiz semtliler, başka bir dilin, kültürün, yaşam dinamiğinin kurucusu halindeler.
Banliyö gençliği genelde lümpen proletarya kökene sahip. Düzensiz işlerin yanı sıra, “gayrimeşru” olarak adlandırabileceğimiz, torbacılık, silah kaçakçılığı, hırsızlık gibi alanlarda yoğunlar. Beyaz Fransız toplumunun geri kesimleri banliyö gençliğine “racaille” yani ayaktakımı, berduş, korkulacak kimse diye sesleniyor.
“Ayaktakımı”nın kendini gösterme ve tanınma gibi meşru kültürel ve sosyal çabaları kuşkusuz ki var. Bunu en yaygın şekilde, günümüz Fransa rap müziğine damgasını vuran tarzlarıyla yapıyorlar. Fason marka eşofman takımı, kendilerine has Fransızca ve rap müzik, banliyö gençliğini açığa çıkaran dinamikler. Onları bir başka özellik daha öne çıkarmış durumda: İsyan etmek.
Mao’nun “isyan etmekte her zaman haklıyız” söylemi, Fransızca’dan “isyan etmek için her zaman bir sebebimiz var” şeklinde de çevrilebiliyor ve bu durum banliyöler için iki çeviride de karşılığını buluyor. Polis müdahalesi sonucu ölüm sayısı 2018’de 17 iken, bu sayı 2021’de 37 idi. Katliamların çoğunun banliyölerde gerçekleştiğini düşünürsek, başka bir sebep aramaya gerek kalmaz. Banliyö dinamikleri ve Fransa devleti arasındaki güç dinamiklerini anlamamız için, kuşkusuz ki Fransa toplumun politik alışkanlıklarına bakmak gerekir.
Fransa bir devrimler ve isyanlar ülkesi. Tarihin ilk proletarya diktatörlüğü girişiminin yaşandığı Paris, sosyal-siyasal ve kültürel atılımların tarihi deneme tahtası rolünde. Bu gelenek halkta karşılığını bulmuş durumda. Hemen her toplumsal kesim kendi örgütlenme ağını yaratabilmiş durumda. Eylem repertuvarları hayli geniş halk kesimleri, kitlesel şiddeti bir demokratik radikalizm olarak görebiliyor. Sendikal alanda grevler, blokajlar, iş bırakmalar; üniversitelerde işgal ve boykotlar, çiftçilerin kırlardan merkezlere gelerek hayatı felç eden yol kapamaları, kağıtsız göçmenlerin işgal ve blokaj eylemleri ve banliyö isyanları. Toplumsal dinamik o kadar yoğun ki, siyasi öznelerin yıllardan beridir tartıştığı esas konulardan birisi “mücadelelerin birleştirilmesi”.
Fransa’nın özgün bir diğer noktası ise şiddete varan kitlesel eylemlerin içerisinde “sağ” olarak adlandırılan kesimlerin de olması. Bunun en yakın ve yalın örneği Sarı Yelekliler eylemleriydi. Öyle ki eylemlere sol-anti faşist kesimler, ne yazık ki, sağın önderliğini görünce katılma gereği hissettiler. Bir diğer özgün nokta, bu kesimlerin kendi alanlarını tutup o otonomide politikalarına devam etmeleri. Her sektör kendi mücadele kolunda, kendi talepleri doğrultusunda ve muazzam bir inisiyatifle hareket ediyor, fakat mücadele dinamiğini bir üst örgütte, örneğin bir komünist partide, hiç değilse sol-demokratik bir yığın hareketinde ortaklaştırmıyor. Bu bağlamda halk inisiyatif almayı gelenek haline getirmiş, öz örgütlülükleriyle kendini var eden fakat bir “kopuş hareketine” sokulmayan karakterde.
İSYANIN MERKEZİ BANLİYÖLER
Banliyö siyaseti için durum çok farklı değil. Fransa’nın iç dinamiklerine paralel olarak, banliyö gençliği de Fransız devleti ile zımni bir diyalog halinde. Buna göre polisin “orantısız müdahelesi”ne son günlerde tanık olduğumuz şekilleriyle cevap verilebiliyor. “İş”te kullanılan silahlar, eylemlerde ortaya çıkıyor. Polisten ve devletten hesap soruluyor, devletin resmi değerlerine, bayrağına, resmi kurumlarına ve kolluk güçlerine doğrudan saldıran, koşulunu yakaladığında yağma eylemleriyle “evine ekmek götüren” bütün bu pratikler, hiç şüphesiz ki muazzam bir devrimci dinamik taşıyor. Bu örgütsüz, otonom yapılanmayı seven barbar pratikler bütünü, hayata geçtiği oranda ülkenin sol-sosyalist güçlerinin fersah fersah önüne geçebiliyor. Bu dinamik ortaya çıktığı an, Fransız solu beyaz ve düzen içi kalıyor. Gerçekten de Avrupa aydınlanmacılığından kopamayan, en militanı işçicilikte demirleyen sol hareket, Avrupa burjuva demokrasisine ve özelde de Fransız “sosyal devlet” esprisine mahkûm bir siyasi yörünge izliyor.
Ülkeyi kasıp kavuran Sarı Yelekliler gibi sokak çatışmalarında yer yer en ön saflarda, otonom yapılar halinde gördüğümüz banliyö gençliği ile tabanı ve örgütleriyle Fransa solu arasında aracılık yapan tek kolektif yapılanma “adalet platformları”. Adama Traore için Adalet, Lamine Dieng için Adalet gibi, polis katliamları sonucunda öldürülen insanların yakınları, mücadeleyi daha “bilindik” bir aşamaya çekip, kurumsal kimliklerini legal-militan alan üzerinden sürdürmeyi yeğlediler. Konjonktürün ironik yanı, her yıl platformlara bir yenisi ekleniyor ve her yıl düzenlenen yürüyüşlerle Fransa siyasetinin en bilindik demokratik eylemi, siyasi haber niteliği taşımaktan uzak kitlesel anmalar gerçekleştiriliyor.
Avrupa solu ve özelde de Fransa solu, kuşkusuz ki bizim de bir ölçüde etkilendiğimiz şekliyle, bu barbar yıkıcılığı sahiplenemiyor. Hasbelkader örneğin Fransa Komünist Partisi gençliğinde örgütlenen bir kısım banliyö gençliğinin duvarlara yapıştırdığı anti emperyalist afişler dışında kendini otonom antifaşist yapılarda ifade eden banliyölüler için isyanın kurumsallaşması, örgütlü bir karşı koyuşun moda haline gelmesi, kültürel bir kendini var etme biçimi olarak dayatması ve Fransa solunu sarsması gerekiyor.
Bugün banliyölerde yaşananlar bir eylem geleneğinin yansıması. Mecliste milletvekiline “Afrika’ya dön” denebilen, “yere yat yoksa öldürürüm” söyleminin yoğunlaştığı ve emperyalistler arası çelişkinin yoğunlaşmasıyla birlikte kendine çeki düzen veren devletin hıncını banliyölerden aldığı bir dönemdeyiz. Bu eylemler kopuşu müjdeliyor mu meçhul fakat kopuşu tetikleyecek birçok etmenin objektif olarak Fransa’da var olduğunu söylemek mümkün.
Fransa’dan Yeni Demokrasi Okuru