ABD başkanlık seçimlerinden galip çıkan Trump, seçim vaatleri arasında yer alan birçok tartışmalı politikayı hızlı biçimde hayata geçirmeye başladı. Özellikle Paris İklim Anlaşması, göçmenlere yönelik saldırgan ve şovenizmi körükleyecek yasalar, vergi düzenlemeleri, gümrük değişiklikleri, cinsiyet ayrımcılığını körükleyecek düzenlemeler ve ABD emperyalizminin uluslararası alanda daha saldırgan bir yöne dönüşü olarak görülebilecek birçok başlıkta adımlar atılmaya başlandı.
Trump’ın daha önceki başkanlık döneminde temelleri atılmış olan bu politikaların bir kısmı, Joe Biden iktidarında geri çekilmişti. Paris İklim Anlaşmasından 2015 yılında Trump liderliğinde çekilen ABD, Biden ile birlikte yeniden anlaşmaya katılım sağlamıştı. Trump’ın ise yeni dönemine başlarken yemin töreninin ardından ilk icraatlarından biri iklim anlaşmasından yeniden çekilmek oldu. Bu durum, ABD emperyalizmi ve Çin sosyal emperyalizmi arasındaki ekonomik savaşımın tırmanacağı ve genel olarak emperyalistler arası çelişkilerin derinleşeceğine dair görüngüyü de kuvvetlendirdi.
İklim anlaşmasının bu denli önemli hale getirilmesinin altında yatan temel olgu, ekonomik büyüme ve üretim faaliyetlerinin temelinde yatan enerji kaynaklarının kullanımını ve kapasitesini tartışmalı hale getiriyor oluşudur.
İKLİM ANLAŞMASINDAN ÇEKİLMEK NE ANLAMA GELİYOR?
İklim anlaşmaları üzerinden yürüyen bir ekonomik çekişme mevcuttur. Bugün ABD emperyalizminin politikasında gerçekleşen sert dönüşlerin de gerçek sebebi budur. Çin sosyal emperyalizmi, dünya sera gazı salınımının 4’te birinden daha fazlasından sorumlu durumdadır. Büyük nüfusu, geniş üretim kapasitesi ve sürekli büyüme hedefi ile karbon emisyonlarının dünya sıralamasında zirveye oturmasına yol açan Çin, belirlenen emisyon azaltma uygulamalarında ise beklenen adımları henüz atmıyor. Kömür ve diğer fosil yakıtların elektrik üretimine kaynak olarak kullanılmasına devam edilirken üretim alanlarında diğer enerji kaynaklarına dönüşün onlarca yıl alması bekleniyor, en erken dönüşüm tarihi olarak 2050 yılı sonrası işaret ediliyor. Her ne kadar fosil yakıtlar yerine elektriğin enerji kaynağı olarak kullanımı birçok sektörde yaygınlaşsa da elektriğin üretimi için de fosil yakıtlar kullanılmaya devam ediliyor. Şu an için bu santrallerin kapatılması gündemde olmamakla birlikte Çin, 60 kadar kömürden elektrik üretimi gerçekleştirecek santral yapımını planlıyor. Bu santrallerin yenilenmesi ve karbon salınımının azaltılması mümkün ise de bunun için ağır bir maliyet ve teknoloji gerekmektedir. Bu sebeple bu biçimde bir dönüşüm opsiyonu henüz devre dışı görünmektedir. Onlarca yıl boyunca yüksek ve istikrarlı ekonomik büyüme ivmesi yakalamış, ancak son yıllarda bu ivmeyi kaybetmiş ve büyük ekonomik riskler biriktirmiş olan Çin’in iklim sorunlarını öncelemediği görünmektedir. Çin, üretim alanlarında daha ölçekli sorunlara yol açacak enerji kaynaklarının daraltılmasına ve kısıtlanmasına yönelik her türlü çabadan uzak durmaktadır. Ancak bu durum yalnızca Çin’e özgü değildir.
En çok karbon emisyonu bulunan ülkelerin ikinci sırasında ise ABD bulunmakta. ABD, enerji üretiminin büyük bir kısmını doğal gaz ve petrol üzerinden sağlıyor. ABD’nin özgün olarak yalnızca ordusunun karbon emisyonu, onlarca ülkenin karbon emisyonundan daha fazla durumdadır. ABD emperyalizmi de esasen yapısal olarak bu durumu öncelikli sorunlar arasında görmüyor, Çin’e yönelik oluşturduğu baskının temelinde de Çin’in karbon salınımı yatmıyor. Esas sorun, ekonomik bozulma işaretleri gösteren Çin ekonomisinin dizginlenemez ihracat gücünü kırmak, cari dengesini negatif yönlü olarak daha fazla bozmak, enerji kapasitesini yani üretim kapasitesini azaltmasını sağlamak olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD iklim anlaşmasından çekilerek hem Çin üzerindeki uluslararası baskıyı artırmayı hem de kendi enerji kaynaklarını kısıtlamaktan vazgeçerek yarışta kalmayı hedeflemektedir.
Üretim ve savunma kapasitesini toparlamak maliyetleri ise azaltma uğraşında olan Çin’in enerji kaynaklarına yönelik bir dönüşümü ağırdan alması, ABD’nin de bu yönlü bir politika izlemesine ve böylece diğer ülkeler üzerinde bir baskı oluşturmasına yol açıyor. Atmosferi canlı yaşamı için olumsuz hale getirecek ağır gazların salınımının yarısına yakın bir oranından sorumlu olan iki ülkenin bu biçimde bir dönüşüme girmemesi ise, iklim anlaşmasının hedeflerini gerçekleştirmesini olanaksız hale getiriyor.
ÇİN’İN YAPAY ZEKÂ HAMLESİ: PİYASALAR SARSILIYOR
Karbon emisyonlarında büyük artış kaynaklarından bir diğerini, günümüz teknolojisinin ihtiyaçları oluşturmaktadır. Veri madenciliği ve yapay zekâ (AI) faaliyetleri, büyük teknoloji şirketlerinin enerji ihtiyaçlarını büyük oranda artırırken Google ve Microsoft gibi şirketlerin karbon emisyonları yüzde 40’ın üzerinde artış gösterdi. Özellikle son dönemde yapay zekânın gelişimi ve yaygınlaşması ile birlikte, teknoloji şirketlerinin enerji ihtiyacının gelecekte artarak ilerlemesi ve büyük bir enerji arzının gelişmesi beklenmekteydi. Bu sebeple özellikle enerji şirketlerinin hisseleri değer kazanırken aynı zamanda yapay zekâ şirketleri de önemli yatırımlar alıyor ve bu iki sektöre yönelik yatırımcıların yoğun iştigalleri mevcut. Ancak Çin tarafından geçtiğimiz günlerde açıklanan DeepSeek projesi, Batılı yapay zekâ ve enerji şirketlerinde büyük bir sarsıntıya yol açtı. DeepSeek projesini duyuran Çin, bu yapay zekâ projesinin oldukça düşük bir enerji ihtiyacı bulunduğunu duyurdu. Yani, yapay zekâ kaynaklı veri işlemcilerine daha az ihtiyaç duyulacağı, azalan donanım ihtiyacı ise enerji arzında büyük bir düşüşü beraberinde getireceği iddia edilmektedir. Ayrıca yapay zekâ çipi gereksiniminin de azalacağı belirtilmektedir. Yapay zekâ çipleri, yapay zekânın öğrenme faaliyetinde bilgi-işlem yükünü azaltan donanımlar olarak görev yapmaktadır. Bu çipleri üreten Nvidia gibi şirketler, son yıllarda milyarlarca dolarlık ekonomik hacme sahip şirketlere dönüşmüş durumdalar. DeepSeek ile birlikte bu çiplere duyulan ihtiyacın azalmasının esasta enerji ihtiyacını düşüreceği belirtiliyor. Kıyaslamak gerekirse DeepSeek’in muadillerine göre 40 kat daha az enerji tüketebileceği, yalnızca 2 bin adet çip ile faaliyet gösterebileceği açıklanmıştır.
Bu durum, orta ve büyük ölçekli yatırımcıların çok kısa süre içinde yapay zekâ şirketlerinden, enerji şirketlerinden ve yapay zekâ çipi üreten şirketlerden kaçışına sebep oldu. Nvidia’nın birkaç gün içerisinde piyasa değeri 600 milyar dolar azaldı, tek bir günde bir şirketin yaşadığı en büyük değer kaybı olarak tarihe geçti. Büyük veri merkezlerinin oluşturulacağı iddiası ile büyük alımlar yapılan Teksas arazilerinin fiyatları yeniden düştü, petrol, doğal gaz, uranyum madenciliği yapan şirketlerde yüzde 7-yüzde 20 arası değer kayıpları gözlendi. Bu durum, gelişen teknolojinin diğer sektörler ile ne derece bağımlı ve iç içe olduğunu, bu alandaki rekabetin ve çekişmenin diğer alanlarda ne ölçüde karşılık bulduğunu net biçimde göstermektedir. Artık yapay zekâ alanında, enerji-verimlilik açısından da kuvvetli bir rekabetin başladığı görünmektedir. Bu rekabetin merkezi de yine esas olarak ABD-Çin arasında olmaktadır. Çin’in bu devasa hamlesine karşılık ABD’nin kısa süre içinde yeni bir projeyle cevap vermesi zor görünürken büyük ölçekli enerji altyapı projelerinin ve çalışmalarının askıya alınacağı beklentiler arasında yer alıyor. ABD’nin ilk etapta DeepSeek üzerinde bir yasal sınırlama çalışması başlattığı görülürken devlet birimlerinde bu altyapı ile çalışan programların yasaklanmasına dair hazırlıklar mevcut. Gerekçe olarak DeepSeek’in gizli bilgilere erişiminin bulunduğunun tespit edildiği ve bunun engellenmesi adına kullanımının yasaklanacağı belirtilirken ileride daha büyük ölçekli sınırlamaların geliştirileceğinin de sinyallerini veriyor. Ayrıca Kanada kaynaklı bir siber güvenlik şirketi, DeepSeek’in kullanıcı bilgilerini edinerek bu bilgileri Çin telekomünikasyon şirketi China Mobile’a iletecek kodların varlığını bildirmişti. Açıklamalar, ABD’nin kısa süre içinde enerji verimliliği konusunda Çin ile rekabet edecek bir proje geliştirmesinin uzak bir ihtimal olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu yönlü çalışmalar başlatılsa dahi, bunun oldukça büyük maliyetleri olacağı belirtiliyor. Şu an için DeepSeek, ChatGPT’yi geride bırakarak uygulama mağazalarından en çok indirilen yapay zekâ uygulaması haline geldi.
ABD, ÇİN İLE KÖPRÜLERİ ATACAK MI?
ABD’nin Trump ile birlikte, Çin ile dişe diş bir çekişmeye gireceği, önceki dönem politikalarını sürdüreceği beklenmektedir. Ancak bu durumun elbette yalnızca Çin ve ABD arasında yansımaları olmayacak, geniş ölçekte emperyalistler arası çelişkilerin derinleşmesini de beraberinde getirecektir. Uygulanması planlanan politikalar, yalnızca Çin’i hedefleyen bir yerde durmamaktadır. Geniş çaplı, ABD emperyalizminin rekabet koşullarını sertleştirecek, aynı zamanda bağımlı ülkeleri daha da bağımlı hale getirecek, diğer emperyalistleri ise daha fazla ABD emperyalizminin tutumuna yaklaşmak zorunda bırakacak hamleler hazırlanmaktadır. Yani hedef yalnızca Çin değildir, ABD emperyalizminin konumunu güçlendireceği düşünülen “şahin politikalar” hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bunun için ilk adımlar, diğer emperyalistlerin rekabet gücünü zayıflatacak gümrük vergileri, yaptırımlar ve kaynakların sınırlandırılmasına yoğunlaşmaktadır. Böylece özellikle mal üretiminde ABD’nin önünün açılması, neredeyse durağan haldeki ekonominin büyümesi, bunu yaparken ise Çin gibi ülkelerin üretim gücünün kırılması ve ihracat olanaklarının kısıtlanması hedeflenmektedir. ABD ile ittifak haldeki emperyalistlerin ise ABD politikalarına daha fazla endekslenmesinin önünü açacak biçimde tehdit ve sınırlamalara maruz kalacaklarına dair açıklamalar peş peşe gelmektedir. Bir diğer yandan bağımlı ülkelerin ekonomik görünümü ve likidite olanaklarında bozulmalar yaratarak, sıcak para akışı için emperyalistlerin çıkarlarına daha uygun koşulların yaratılmasının önü açılıyor.
Trump yönetimi, bu politikaların duyurusunu seçim öncesinden yoğun biçimde gerçekleştirmiş ve göreve başladığı ilk günlerde bir kısmını hayata geçirmiştir.
Öncelikle uzun zamandır uygulanan ve bağımlı ülkelere üretim alanlarının taşınmasını içeren politikanın sınırlandırılması için dış yatırımların bir süreliğine askıya alınması kararlaştırıldı. Bu karara göre, Uluslararası Kalkınma Ajansının binlerce çalışanı zorunlu izne çıkarıldı. Böylece, ABD ekonomisinin üretim yatırımlarını içeri çekerek ekonomik büyümeyi tetiklemesi ve istihdam artırması hedeflenmektedir. Bunu yaparken de bağımlı ülkelerdeki ekonomik bozulma pekiştirilmekte ve uluslararası kredilenme ve fon olanakları sınırlandırılarak uşak ülkelerin birbiri ile rekabeti artırması tetiklenmekte, emperyalist talan için daha fazla taviz vermeleri sağlanmaktadır. Kanada ve Meksika gibi ülkelere, yine kendi politikalarına daha uygun tutum almaları dikte edilerek gümrük vergisi tehditleri iletildi. Yüzde 25 oranında vergi artırımı tehdidinde bulunan ABD, peşi sıra özellikle göçmenlere yönelik kendisi ile daha uyumlu politikalar izleme kaydı ile bu artırımı ertelediğini duyurdu. Böylece ABD’nin yeni dönem politikalarının alacağı seyir de kısa vadede görülmüş oldu. Çin’den alınan mallara yönelik ise yüzde 10’luk vergi artışı gerçekleştirilerek ilk elden ekonomik savaşımın adımları atılmış oldu.
GERİCİ SÖYLEMLER ARTIYOR, TALAN POLİTİKALARI HAYATA GEÇİRİLİYOR
Göçmenlere yönelik ise oldukça barbar ve şoven uygulamalar hayata geçirilmeye başlandı. Meksika sınırının güçlendirilmesi ve asker takviyesinin yanı sıra, ülkeye iltica eden binlerce göçmenin Guantanamo gibi ülkelere gönderilmesine başlandı. ABD savunma bakanı, Guantanamo’nun mülteciler için oldukça uygun bir yer olduğunu savunurken bu uygulamanın devam edeceği belirtildi. Bir diğer yandan kadınlara yönelik uluslararası kürtaj hizmetlerinde bulunan bir kuruma finansman yasağı düzenlenerek saldırılar gerçekleştirilirken diğer yandan ise ordu ve spor müsabakalarında trans bireylere yönelik kısıtlamalar hayata geçirilmeye başlandı. Böylece cinsiyet ayrımcılığı körüklenmeye ve daha boyutlu saldırıların zemini oluşturuldu.
Rus işgalinin sürdüğü Ukrayna ile nadir maden anlaşmaları yapan Trump hükümeti, böylece teknoloji alanında kullanılan bu madenlerin teminini garanti altına aldı. Ukrayna’ya yönelik seçim sürecinde görece mesafeli açıklamalarda bulanan Trump’ın bu yol ile Ukrayna üzerinden daha fazla çıkar elde etme girişimlerinde bulunacağı görülmüş oldu. Ayrıca Rus emperyalizmine yönelik de Ukrayna ile anlaşma yoluna gidilmesi için yeni yaptırım sinyalleri veriliyor. Daha önce savaşı kısa süre içinde sona erdirecek politikalar izleyeceğini söyleyen Trump, henüz bu konuda yaptırım tehditlerini aşan bir yönelim inşa etmiş görünmüyor.
Bir diğer yandan Orta Doğu’da benzer biçimde talancı ve katliamcı politikalarını derinleştirerek ilerlemeye devam edileceğine dair açıklamalar gerçekleştiriliyor. Bölgesel bir savaşı inşa etmeye yönelik Biden döneminden devralınan politikalar derinleştirilerek Siyonist İsrail’e daha geniş alan açmaya yönelik kararnameler oluşturuluyor. İran’ı daha fazla kuşatma hamlelerinin yanı sıra, ABD emperyalizmine bağımlı devletlerin hareket alanı genişletiliyor. Silah ve savunma alanında iş birliğinin derinleştirilmesi ve ekonomik yardımların sürdürülmesinin yanında, siyasal ve hukukî altyapı da buna uygun olarak dönüştürülmeye çalışılıyor. Geçtiğimiz günlerde, İsrail’in Filistin’e yönelik işgaline tutum takınıldığı gerekçesi ile Uluslararası Ceza Mahkemesine yaptırım uygulanması kararlaştırılmıştı. Yani yalnızca ekonomik ve askerî destek değil, siyasî ve hukukî destek de geniş biçimde sürdürülmeye çalışılıyor. Ateşkes sağlanmış olsa da Filistin üzerindeki işgalin güçlendirilmesi desteğin bir diğer yönünü oluşturmaktadır. Buna paralel olarak Trump tarafından “Gazze’nin yeniden inşası için Filistinlilerin başka ülkelere yerleştirilmesine” yönelik söylem, Grönland ve Panama kanalının ABD’ye devredilmesi gibi uç pazarlık söylemlerinden daha çok Filistin meselesinin kendileri cephesinden henüz oldukça uzak olduğunu da göstermektedir. Her ne kadar daha sonra ABD tarafından çeşitli düzeylerde bu açıklamanın yanlış anlaşıldığına dair açıklamalar yapılmış olsa da benzer söylemlerin daha önce de yapılmış olması belirli planlama olasılıklarının mevcut olduğunu göstermektedir.
Elbette Trump’ın her söylemi veya her politikası karşılık bulmayabilir. Filistin meselesine dair söylemin hemen ardından AB dahil olmak üzere ABD’nin ittifaklarından dahi tepki alıyor olması, bu konuda ABD’nin bu söylemi üstü kapalı biçimde kabul edilen bir politika olmadığına dair bir açıklama yapılmasını beraberinde getirmektedir. Göçmenlere ilişkin düzenlenen kararnamelerin bir kısmı anayasa engeline takılarak iptal edilebiliyor olması da buna örnektir. Bu sebeple, söylemlerin kendisinden çok sistemlerinin zorunlulukları üzerinden bir çıkarımda bulunmak mümkündür. Kısa süre içerisinde oldukça uç politik istekler ile sahaya çıkılmış olsa da bunların bir kısmı geri çevrilmiş, Kanada ve Meksika’ya yönelik vergi artırımı gibi hususlarda da erteleme getirilmiştir.
Ancak her ne kadar “şahin politikalar ve söylemler” üzerinden bir sürece girilmiş olsa da bu süreç tek taraflı gelişmemektedir. Zamanla bu söylemlerin yumuşaması veya dönüşmesi de mümkündür. Emperyalist-kapitalist sistemin bugün çözümsüz duran sorunlarının ne olduğu ve ne ölçüde riskler barındırdığının saptanması gelecekteki politikaların şekillenmesini sağlayacaktır. Bu açıdan, yapılabilecek öngörü ve saptamalar, belirli ihtimaller aralığını kapsamaktadır. Ancak emperyalist-kapitalist sistem, kendi çıkarlarını korumak adına dünya halkları üzerindeki sömürüyü derinleştirmek, talanı büyütmek ve katliamları artırmak yönünde adımlar atmaya devam edecektir.