2 Nisan’da Trump, “Kurtuluş Günü” olarak tanımladığı vergi tarifelerindeki değişiklik ile Çin’e “ticarî savaş” başlattıklarını duyurdu. Bu cüretli çıkış vergi tarifelerinde “görülmedik” artışlara neden oldu. ABD, Çin’e yönelik vergi tarifelerini yüzde 245’e çıkardı. Çin ise karşılık vererek yüzde 125’e yükseltti. Bu el yükseltme 2 Nisan’dan itibaren devam etti. Sürekli değişen tarifelerin etkileri ve nereye varacağı hakkında net bir şey diyemiyoruz, çünkü hareket durmadan sonuçlar da belirsizliğini koruyor!
Gene de bu tarife artışları üzerinde yoğunlaşmamız ve nedenleri anlamamız gerekiyor. Emperyalistlerin bu atışmasını, “yüzde 245” gibi büyük tarife artışlarının arka planını konuşmak gerekiyor. Büyük bir sorun olduğu algısına neden olan bu büyük artışlar finansal piyasada büyük çalkantılara neden olmakta, büyük meblağlar bir yerden bir yere taşınmaktadır. Evet, sözü edilen sayılar büyüktür ve bir soruna işaret etmektedir. Fakat doğru soru bütün bu “büyük oyunda” dünya halklarını ve işçi sınıfını neyin beklediğidir. Tarife değişiklikleri emperyalist mali sermaye için kısa ve orta vadeli krizleri, reel üretimde durağanlığı, iflasları ve dolayısıyla el değiştirmeleri getiriyor. Bütün bunlar halk için daha fazla yoksulluk, çaresizlik, güvencesizlik demektir. Ezenler için bu bir güç gösterisi ve rekabetken ezilenler için zincirin kısalması, hareket kabiliyetinin azalması demektir.
PAZARDA “KURTULUŞ GÜNÜ”
Trump’ın yeniden başkan seçilmesinin ardından Çin’e yönelik ek tarifeler sürekli gündemdeydi. “Yeniden Büyük Amerika” mottosuyla hareket eden Trump, ülke içinde ve dünyada milliyetçiliği körükleyen bir yol izledi. Çin ürünlerinin ABD pazarındaki varlığına sürekli dikkat çeken Trump, buna yönelik bir adım atmak zorunda olduklarını açıkça ifade ediyordu. Seçim vaatlerinde Rusya-Ukrayna ateşkesi, Filistin’de kesin çözüm ve “yerlilik” öne çıkıyordu. Trump önce Rusya görüşmelerinde, ardından Beyaz Saray’daki Zelenski tiyatrosunda ve sonra da “Gazze’yi insansızlaştırma” girişimiyle bu vaatlere “sadakatini” ispat çabasında oldu. Trump’la temsil edilen kesim için söz konusu vaatlerin genel bir gelecek perspektifinin ürünü olduğunu açık. Sırada milliyetçiliği, özellikle ABD halkında karşılık bulan Çin’e ve göçmenlere karşı politikaları güçlü bir biçimde hayata geçirmek var. Trump ilk başkanlık döneminde de Çin karşıtı söylemleriyle gündem olmuştu.
2 Nisan’da açıklanan vergi tariflerindeki artış dikkat çekiciydi. Bu artışların ardından 3 Nisan’da tüm dünyada borsa düşüşe geçti ve ciddi kayıplar yaşandı. Altın yatırımları arttı ve fiyatları yükselişe geçti. Emperyalist ekonomide “belirsizlikleri” ile çokça gündem olan serbest piyasa ekonomisinin büyük açmazı, yani borçlandırma usulü ticaretin sürdürülebilirliği hakkındaki kuşku şimdiki “tedirginliğin” temelidir.
Yakın dönem içinde borçlanmaya bağlı krizler daha sık yaşanmaktadır. Borçlanma yoluyla dolar hâkimiyetini sürdüren ABD üretimde Çin ve büyük tekeller için üretim merkezlerine dönüştürülmüş yarı sömürge ülkelere karşı konum kaybettikçe dolar tartışmalı bir para birimi haline gelmektedir.
ABD’nin gümrük vergilerini artırdığı ülkeler arasında Meksika, Vietnam ve Hindistan gibi bağımlı ülkeler öne çıkmaktadır. Bu ülkeler, dünya emek piyasasında ucuz iş gücünün yoğunlaştığı yerler olarak ABD emperyalizminin teknoloji ve gıda gibi stratejik sektörlerde düşük maliyetli üretim gerçekleştirdiği ve ithalat yaptığı başlıca yarı sömürge bölgelerdir. ABD, bu ülkelerden görece düşük maliyetle ürün temin etse de söz konusu malların tüketileceği merkez kapitalist ülkelerdeki borçlanma düzeyi, artık bu ucuzluğu dahi işlevsiz kılacak ölçüde daralmaktadır. Zira merkez pazarlar derinleşen borç kriziyle karşı karşıyadır ve bu durum, sermayenin dolaşımı ile tüketim ilişkilerinde ciddi bir tıkanma yaratmaktadır. Kendi pazarlarını ucuz maliyetli üretim merkezlerinin insafına bırakmış gibi görünen gelişmiş emperyalist devletler bu sürecin sonuna gelindiğinin farkına varmış durumdalar. Öte yandan, bağımlı ülkelerde de enflasyon ve borçlanma sarmalı giderek derinleşmekte; bu durum, dünya kapitalist sisteminin hem üretim hem de tüketim aşamalarında kırılganlık yaratmaktadır. Enflasyonla mücadele edildiğinin ileri sürüldüğü bu ülkelerin bütününde enflasyon varlığını korumaktadır. Elbette kimisinde daha yüksek kimisinde daha alçak seviyelerde. Enflasyon bu ülkeler için hem kaçınılmazdır hem de bir politik seçenektir. Görece canlı bir ekonomik ortam egemenlerin yönetimde istikrar sağlamaları için gereklidir. Enflasyonun varlığı yabancı sermaye için “servet transferinin” olanaklı olmasıdır. Dolayısıyla yabancı “yatırım” yani borçlanmaya dayalı parasal girişler için enflasyon esasta bir problem değildir. Bu ülkelerde esas problem her zaman için yabancı sermayenin ülkeden ayağını çekmesidir. Ekonomik durgunluğun esas kaynağı bu sorundur. Rezerv para olarak dolar karşısında ülke parasının görece değersiz kalması da bunun bir aracıdır. ABD bu durumu lehine kullanmak konusunda en avantajlı ülke konumundadır.
ABD’nin bu alandaki avantajı sadece bu ülkelere karşı değil, aynı zamanda emperyalist diğer ülkelere karşı da bir avantajdır.
Dolara bağımlı ekonomilerde ülkelerin parası değer kaybetmeye devam ederken Rusya ve Çin’in dolara alternatif sistemlere eğilim göstermesi de ABD’nin hegemonik gücüne karşı bir hamleydi. Bu yüzden gümrük vergisi artışı savaşında Çin’i ayrı bir yerde değerlendirmek gerekiyor. ABD’nin en fazla ihracat-ithalat yaptığı ülke Çin. ABD’nin iç pazarında da Çin malları rağbet görüyor. Ucuz, sürdürülebilir ve inovatif ürünler olmaları bunun temel nedeni. Çin’in özellikle teknoloji alanındaki hammadde kaynakları ve hammaddeyi işleme birikimi ABD’nin sanayisini baltalıyor. Trump’ın özellikle “Çin malları tüketmeyin” söylemleri bundan hareketledir. Elbette sadece teknoloji değil. Aynı zamanda ABD’nin gıda alanında ciddi bir alımı var. Yine Meksika da bunun arasında. Zaten gümrük vergilerindeki artışın ardından Çin’in ilk misillemesi gıda ürünlerindeki gümrük vergilerini artırmaktı.
ABD’NİN HAMLELERİ NEDEN RADİKAL DURUYOR?
Trump’ın açıklamalarının ardından kurda dalgalanmalar ve borsada kayıplar yaşandı. Gümrük vergilerindeki atışma devam etse de Çin hariç diğer ülkeler için gümrük tarifeleri 90 günlüğüne durduruldu. Bu 90 günde onların sunmak zorunda oldukları tavizlerle birlikte ülkelerle uzlaşma sağlanacak. Birçok kişi Trump’ın 2 Nisan adımından sonra “Trump deli”, “geri adım attı”, “saçma girişimler” gibi yorumlarda bulundu. Bu adımlar delilik midir? Açıklamalara, ifadelere bakılırsa Trump gerçekten de öyle duruyor. Ama emperyalizmin temsilcisini “delilik” etiketiyle anamayız. Bu adım ABD’nin yukarıda da bahsettiğimiz gibi hegemonyasını test eden bir hamledir aynı zamanda. Emperyalist ekonomi sisteminin dayanağı hâlâ dolar. Fakat borç birikiyor, kâr oranları düşüyor. ABD emperyalizmi aleyhine gelişen süreci dolar gücüyle, hegemonyasıyla baskılamak istiyor. “Kazan-kazan” sistemiyle Çin’in daha fazla büyüdüğünü kabullenen ABD, “benim istediğim kadar kazan” diyor. ABD hâlâ dünyada en büyük alıcı ve satıcı konumunda. Bunun kendi lehine kazanç dengesini sağlamak adına da bu hamleleri yapıyor. Hem askerî gücünü hem de ekonomik gücünü baskı olarak kullanıyor. Elbette Çin’e yönelik hamlelerde bu bağın tamamen sökülüp atılmasına olanak verilmek istenmiyor. ABD, Çin’i özellikle kendi pazarı içinde ve bir ölçüde dışarıda da sınırlamak istiyor; ama bu sınırlamanın bir ölçütü olmak zorunda. Çin olmaksızın bir dünya ekonomisi tahayyül edilemez! ABD’nin hâlâ büyük kârlar sağlayan üretimleri Çin’de. Bunların çoğu teknoloji sahasında üretim yapan fabrikalar. Apple, NVIDIA buna iki örnektir. Yarı iletken çip üretimi ve parça üretimi Çin’de yoğunlaşıyor. ABD’nin ilk hamlesinin ardından gümrük vergileri yüzde 245’e çıksa da teknoloji hammaddeleri bu vergilerden muaf tutuldu. Çin basınında ve devletin açıklamalarında “ABD de kaybedecek” açıklamaları yapıldı. 2 Nisan’dan sonra Çin, iç piyasaya yöneleceğini ve farklı ticarî ilişkilere yöneleceğini açıklayarak “ABD’ye mecbur değiliz” dedi. Bu yönde kapsamlı ve yoğun kampanyalar da içeren çalışmalar gerçekleştirilmekte. Buna karşın gümrük vergilerinin ardından Çinli şirketlerin iç piyasada yatırımcıları gezerek üretimi ve dağıtımı denetlemeleri ve güvenceleri yineleme çabaları dikkate değer bir bilgi olarak ihmal edilmemeli. Gene de bu ticarî saldırının sonuçları oldu. Bazı şirketlerin 2 Nisan’dan sonra üretime ara verdiği belirtiliyor. Emperyalist ekonominin temel sorunu olan “güvenilir yatırım” şu an için rafa kalktı. Zaten son yıllarda “belirsizlik” hâkim. Artan yoksulluk bunun en büyük örneği. Trump’ın hamleleri “delice” gözükebilir. Fakat zaten emperyalizmin doğasında delilik, olağan dışılık vardır. Emperyalist merkezlerde de ABD dahil enflasyon artış riski var. Bu da hayat pahalılığına yansıyor. İçteki siyasî krizi körükleyen yoksullaşma, “delice” hamlelere ve popülizme dönüşüyor. Trump başından beri sert ve onun “Önce Amerika” tanımlamaları tam da bu hegemonik gücün yeniden inşasını ya da sürekliliğini içeriyor. Emperyalist tüm ticaretin bağlı olduğu dolar tahvilleri sarsılıyor. Bu sarsılmaya karşı ABD sürekli hamle yapmak zorunda. Düşük büyüme oranları, enflasyon artışı ve resesyon riski de cabası. Yani Trump delirmek zorunda çünkü emperyalist sistemin çöküşü için koşullar olgunlaşıyor.
FIRSAT DEĞİL BAĞIMLILIK
Bu süreçte Türkiye’de neler olacağına da bakmamız gerekiyor. Bazı burjuva-feodal medya kalemşorları vergi tarifelerindeki bu artıştan TC’nin muaf tutulmasını olumluyor. Bu olumlamanın ardında ABD’nin Türkiye iç piyasasına yöneleceği ve ticaret hacmini artıracağı iddiası var. Yani ABD-Türkiye ticareti artacak ve TC dolar kazanacak… Elbette bu da başka bir delinin saçmalığıdır. Bunun imkânsız olduğu birkaç nedenle açıklanabilir: Türkiye zaten üretim yapabilen bir ülke değil, tam tersi dışa bağımlı. Ne yarı iletken çip üretimi var ne de endüstriyel tarım alanları. Yani bu kalemşorlar “bizi kıskanıyorlar” propagandasında öteyi göremeyecek hık deyici takımından ibarettir. Elbette Türkiye’nin bazı “yatırım” alanlarında görece hareketlilik mümkündür. Ne var ki bunun bir dünden farklı bir getirisi olacağı inancı temelden yanlıştır. Türkiye’nin daha fazla bağımlı hale geleceği bir durum oluşacaktır. Ambargo zincirinin kırılabilmesi için kullanılabilir bir gölge alandır Türkiye. Bu yüzden bir fırsattır demek, halkı kandırmaktan öte bir şey değildir.
Bununla birlikte gümrük vergi artışlarının bir faturası olacaktır. Bütün dünyada yaşanan derin bunalımın bağımlı karakteriyle Türkiye’yi “es geçmesi” mümkün değildir. Bütün dünya krizlerinin unsurlarını kendinde barındıran Türkiye’den bu dönemde istikrar beklemek samanlıkta iğne aramaktır. Şimşek’in ülke ülke gezip dolar araması devam edecek gibi duruyor.
Bu aynı şekilde bizimki gibi yarı feodal, yarı sömürge bağımlı tüm ülkeleri kapsayan bir sorun. Çin’in uzun zamandır hem BRICS hem Bir Kuşak Bir Yol politikalarıyla dolar dışı, pazar arayışı var. Bu henüz güçlü değil fakat büyüyor. Ticaret savaşının başladığı ilk andan itibaren Çin “iç-dış pazarda büyümeye devam edeceğiz” dedi. Ardından Malezya ve Vietnam ile ortaklık anlaşmaları yapıldı. Bu iki ülke de ABD’nin vergi tarifelerinden mustariptir. Vietnam, tedarikte önemli rol oynarken Malezya yine yarı iletkenlerin üretiminde rol oynuyor. Emperyalist bölüşüm masasında Çin, ABD’nin hegemonyası sarsmak zorundadır.
Özellikle Çin sosyal emperyalizmi, sosyalizmden miras kalan propaganda araçlarını kullanıyor! Zaten Çin halkı, ABD emperyalizmine karşı güçlü bir direniş tarihine sahip. Özellikle Başkan Mao önderliğinde Çin Komünist Partisi tarihsel, güçlü bir anti emperyalist geleneğe sahip. Bugünkü revizyonist iş birlikçi Şi Cinpin, bu mirası burjuvazinin lehine kullanıyor. Çin’de “Büyük İleri Atılım”ın, “Uzun Yürüyüş”ün sloganlarıyla ABD karşıtı propaganda izleniyor. Birçok şehirde de ABD mallarına karşı boykot hareketi başladı. Tabii bunlar belirleyici değil. Çünkü iş birlikçi Şi Cinpin iktidarı nihayet uzlaşma arayışındadır. Söz konusu olan iki ayrı sistemin çatışması değildir, aynı dünya sistemi içindeki farklı çıkar çevrelerinin çatışmasıdır yaşanan…
Emperyalist mali sermayenin kriz yaşadığı bir gerçektir. Bu durum Rusya-Çin gibi ABD hegemonyasını zayıflatmak isteyen emperyalistler için de bir fırsat. Bu Ukrayna savaşı ile uzun zaman önce göründü. Rusya’da altın rezervi 2000’den beri artış halinde ve özellikle Ukrayna’nın işgali öncesinde bu rezervin görüntülerinin yayınlanması dolar hegemonyasına karşı bir meydan okumaydı. Çin’in SWIFT sistemine karşı alternatif dijital Yuan (e-CNY) sistemi hayata geçirmesi de benzer bir meydan okumaydı. “Tek kutuplu” davranış biçimine meydan okunmuştu.
Enerji emtialarının petrodolar sistemine dayalı olmasına karşı alternatif arayışı devam ediyor. Gelecekteki süreç bu “çoklu rezerv”, “kutuplaşma” gündemlerini daha sık tartıştıracak. Gümrük vergilerindeki artış hamlesi de bunun bir parçasıdır. Peki dünya halkları ve işçi sınıfını ne bekliyor? Tekrar ve tekrar edeceğiz: Yoğun sömürü ile beslenen bir yoksulluk. Emperyalist pazar rekabetinin kızıştığı her koşul bunu içeriyor. Dünyada milliyetçiliğin körüklenmesi de bu yüzdendir. Daha fazla emperyalist haydutlar göreceğiz ve daha da fazla dönek! Bu nedenle yolumuzun aydınlığı ve tutarlı hareket belirleyici derecede önemlidir. Yüzün halklara dönük olması kadar kızıl bayrağın lekesizliği de önümüzdeki sürecin belirleyici öğeleri olacaktır. Çünkü emperyalist saldırı her biçimde devam edecektir…