Faşist diktatörlüğünün dümenindeki AKP/MHP faşist blokunun krizden ötürü yaşadığı derin iç sıkıntılara ve artık gizlenemez durumdaki kan kaybına çare bulmak için hamle üzerine hamle yaptığına tanıklık ediyoruz. Bu hamlelerin başlıcalarından biri Kürt ulusal mücadelesine dönük saldırılardır. Faşist diktatörlüğün şoven kampanyalarla sürdürdüğü bu saldırılar verili durumda sınırların ötesine taşınmış Kürt ulusal mücadelesinin bulunduğu her alan bu saldırıların hedefi haline gelmiştir.
Saldırılar son üç yıldır Rojava ve Başûr’da yoğunlaşırken 17 Nisan’da Zap ve Avaşin bölgelerine yönelik başlatılan operasyon sürüyor. TC’nin sonuç alma hesapları yaptığı bu operasyonun adı dahi “bitireceğiz” yaygarasına uygun olarak kondu. Zap savaşıyla devreye konan saldırı konsepti faşist diktatörlüğün çok yönlü bir saldırı politikası olarak hayata geçirildi/geçiriliyor. Faşist diktatörlüğün Kürt ulusal mücadelesine dönük politikalarında yeni bir evrenin başladığını söylemek mümkün. Bu evrede faşizmin bölge gerici güçleriyle kurduğu ittifakların hangi zeminde yükseldiğini incelemek ve “KDP ihanet mi ediyor?” sorusunu tartışmak önemlidir.
Bu anlamıyla Zap ve Avaşin savaşının arka planı Başur’daki gelişmelerle ve PKK’ye karşı TC ile ittifak temelinde geliştirilen tarihsel iş birliği üzerinden anlaşılabilir. Bu savaş iş birlikçi ve ulusal düzlemde hainlik içinde olan KDP’nin ulusal karakterin güçlenmesinden hoşnut değildir. Söz konusu yeni durumu kavramak için Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelere ve tarihsel arka plana değinmek gerekmektedir. Kuşkusuz bahsettiğimiz arka planda incelenmesi gereken en önemli olgu KDP ve TC ilişkisidir. Bu ilişki sürdürülen savaşta belirleyici bir düzeydedir. Bilindiği gibi Irak Kürdistanı’ndaki özerk yönetim, emperyalistlerin ve bölge gericilerinin güdümünde bir özerkliktir. Barzani ve Talabani ailelerinin feodal egemenliğine dayalı Irak Kürdistanı’nda KDP’nin esas olan egemenliğini tartışılmaz kılmak istemektedir. İki güçlü aileden tek süper güçlü aile yönetimine geçiş tanımını yapmak niyeti açıklamak bakımından yanlış olmayacaktır.
KDP’nin esas güç olarak egemenliğini sürdürdüğü Irak Kürdistanı yönetiminin TC ile tarihsel olarak sıkı ekonomik, askeri, siyasi ve istihbarî ilişkileri Türk ve Başûr egemen sınıflarının çıkarları bağlamında teşkil edilmiştir. “Güney Savaşı” olarak ifade edilen çatışmalarda peşmerge güçlerinin PKK güçleri ile Türk subaylarının emrinde çatışması gibi özellikler bahse konu ilişkinin boyutunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu ilişkilerin günümüzde de sürdüğü ve derinleştiği bizzat Erdoğan tarafından da ifade ediliyor. Erdoğan, “Neçirvan Barzani’yle olan dostluğumuz bizim çok çok farklıdır ve aramızdaki hukuk ileri derecededir. Her konuda hemfikiriz, görüş ayrılığımız yoktur. O da bu konuda elinden geleni yapacağını söyledi…” sözleriyle söz konusu ittifakı reddetmediklerini göstermiş oldu.
Zap ve Avaşin’e dönük saldırılar başlamadan önce KDP güçlerini adım adım gerilla bölgelerini kuşatacak bir şekilde konuşlandırdı. TC güçleri kuzeyde üslenim faaliyetlerini yoğunlaştırırken KDP güçleri güneyden Zini Werte’den başlattığı gerilla alanlarını kuşatma hamlelerini sürdürdü. Özellikle Metina alanı olmak üzere Heftanin ve Şêladizê hatlarına yoğun askeri yığınaklar yapmaya başladı. Bu yığınakların KDP’li değil Irak ordusu bünyesinde kurulmuş olan sınır koruma birlikleri olduğu ileri sürülse de bunların Barzanilere bağlı Zerevani güçleri olduğu ortaya çıktı. Buna paralel Behdinan başta olmak üzere HPG gerillalarının stratejik geçiş noktalarına Türk tipi karakollar inşa edilmeye başlandı. Bu süreçte TC ile doğrudan yapılan istihbarat paylaşımları sonucu onlarca bombardımanın gerçekleşmesine ön ayak olundu. KDP basını ve kalemşorları “PKK Kürdistan bölgesinin varlığına tehdit” söylemlerini yoğun bir biçimde işledi. KDP’nin son saldırılar öncesinde aldığı pozisyon ve söylemleri “Güney Savaşları” süreci ile çok fazla paralellik taşıyor. ’90’lardaki savaş öncesinde de KDP ve YNK’nin başını çektiği Kürdistani Cephe, PKK’nin Irak Kürdistanı’ndaki varlığını tehdit olarak görüyor, TC’nin bombardımanları sonucu katledilen yüzlerce Başûrlu Kürdün ölümünü görmezden geliyordu.
Bu noktada öne çıkarılması gereken nokta, esas olarak bölgede demokratik ve halkçı karakterli başka bir gücün olmasının KDP’nin sınıf çıkarlarıyla örtüşmediği gerçeğidir. Sömürü, yolsuzluk ve talana dayalı feodal egemenliği eleştiren, bu tür bir egemenliğe karşı çıkan her güç bu düzen için tehdittir. Dolayısıyla KDP de bu tehdidi görmüş ve ona göre bir pozisyon almıştır. Bu aşamada KDP, başka ülkenin aynı karaktere sahip egemen sınıfları ile ittifak kurmakta bir beis görmemektedir. Tarih bu ittifakları doğrulayan örneklerle doludur. Dönemin Başbakanı N. Erbakan “Barzani bu bölgenin önemli sorumlularından biri ve buraları kayıp etmek istemiyor. Barzani, PKK’nin faaliyetlerini önlemek için Türkiye’den yardım istedi ve bizler de uluslararası anlaşmalar çerçevesinde bu talebe karşılık verdik” sözleriyle bu gerçekliği bir kez daha vurgulamıştı.
Bu ittifakın yanı sıra iktidar ortağı YNK ile de Irak seçimleri üzerinden başlayan bir anlaşmazlık KDP’yi YNK’siz bir egemenlik tesis etmeye sevk etmiştir. Seçim krizinde Başûr egemen sınıflarının pastadan pay kapmaya dönük bir iç dalaş yaşadıklarını anlamak mümkün. KDP’nin mevcut konjonktürde emperyalistlerle ve bölge gericileriyle (esas olarak TC ile) geliştirdiği ilişkiler ekonomik düzeyi artarak devam ederken tek başına bağımlı bir ekonominin sahibi, bu anlamda kompradoru olma hedefini de sürdürüyor. 2014’te TC ile yaptığı, Ceyhan boru hattı üzerinden gerçekleştirilecek petrol anlaşması bağımlı ekonomide tek sözcü olma niyeti bakımından stratejik bir önem taşıyor. Petrollerden her yıl elde edilen milyar dolarları bulan petrol ihracının gelirlerinin eşit dağıtıldığı ifadeleri Barzanilerin yurtdışındaki servetinin ortaya çıkmasıyla tuzla buz oldu. The American Prospect, Irak Kürdistan Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ve Başbakanı Mesrur Barzani’nin başında yer aldığı Barzani ailesinin yüzlerce milyon dolarlık “gizli serveti”nin belgelerini geçtiğimiz günlerde yayımladı. Bu belgelerde Barzani ailesinin ABD ve Dubai’deki yaklaşık 300 milyon dolarlık gayrimenkullerinin paravan emlak şirketleri ve hukuk büroları üzerinden nasıl “görünmez” kılınıp hukuki dokunulmazlık kazandıkları ortaya çıkmış oldu.
Bu gelişmeler bir kez daha Irak Kürdistanı yönetiminin sınıfsal gerçekliğini ve bu gerçekliğin şekillendirdiği ittifakları kavramak bakımından önemliydi. Bu noktadan hareketle Barzanilerin ve diğer Başûrlu egemen sınıf temsilcilerinin TC gibi bölgesel gerici güçlerle kurdukları ilişkilerin sınıf karakterleri bakımından ihanet olmadığını; ama sınıf çıkarlarına uygun bir “ulusal ihanet” olduğunu görürüz. Bu bağlamda KDP’nin kendi niteliğine ihanet etmediğini, varlığıyla zaten ulusa ihanet ettiğini söyleyebiliriz. KDP, 2017 bağımsızlık referandumunda olduğu gibi Kürt halkının ulusal bağımsızlık özlemini dahi kendi bağımsız pazarını oluşturmak için değil, bağımlı bir ekonominin çanak yalayıcısı olmak için ve enerji kaynaklarından çanak yalayıcısı olarak faydalanmak adına kullanmaktan geri durmadı. Bu da onun “Kürt davası”nı kendi feodal egemenliğini güçlendirme temelinde ele aldığını net olarak gösterdi.
Her açıklamalarında “Kürdistanilik”, “Kürdistan davası” söylemlerini dillendiren, Kürtlerin ulusal birliği için mücadele yürüttüklerini söyleyen KDP’nin Kürdistan’ın birçok parçasında mücadele yürüten bir güç olarak PKK’nin karşısında TC’nin yanında yer alması ulusal bakımından bir iş birlikçi ve ihanetçi çizgide olduğunu göstermektedir.
TC’nin KDP iş birliği ile Zap ve Avaşin’e dönük 17 Nisan’da başlattığı saldırılar aralıksız sürerken gerillanın direnişi ve mücadelesi tüm iş birlikçi ve ihanetçi hesapları boşa düşürecek bir görkemle sürüyor. Bu direnişe karşı Kürt halkının Rojava, Başur ve Bakur’da KDP ve TC ittifakını teşhir eden protestoları da direnişe güç vermiştir. Halkın meşru isyanı ve direnişi TC ve Başur egemenlerinin heveslerini boşa düşürecek bir öze sahiptir. Bu öz yine üzerinden yükseleceğimiz zemindir. Bimre îxanet, bijî berxwedan!