CHP’nin siyasal çizgisine uygun, onun propagandasının yürütüldüğü Halk TV’de geçtiğimiz günlerde işkenceci Mehmet Eymür’ün katıldığı bir yayın yapıldı. Yayında Eymür’e “Devletin işkence yapan bir yapılanmaya sahip olması gerekir mi?”, “Kızıldere’de Mahir Çayanların katledilmesi planlanmış mıydı?”, “Nasıl pişmanlık duymuyorsunuz?” gibi sorular soruldu. Eymür, “Başka türlü konuşma imkanı yoksa işkence olabilir” sözleriyle soğukkanlılıkla işkenceyi savundu. Programın sonunda ise “Bir savcının soruşturma başlatmasından çekinmiyor musunuz?” sorusuna çekinmediğini, her zaman soruşturmaya açık olduğunu söyledi.
Yayından bir hafta sonra Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün “İşkenceler, faili meçhuller dönemi mevzubahis olmaktan çıkmıştır” dedi. Bundan 4 yıl önce, eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da “Türkiye’de işkence ve kötü muamele yoktur” diye bir açıklama yapmıştı. Yani bir Adalet Bakanı için bu açıklama ilk değildi. Elbette bu açıklamalardan anladığımız işkencenin olmadığı değildi, işkencenin Adalet Bakanları tarafından reddedildiğiydi.
Bu tartışmaların ardından Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) işkencenin olduğu yönünde raporlar yayınladı. Söylenenin doğru olmadığı ispat edildi. Aleni olan bir kez daha söylenmiş oldu: Türkiye Cumhuriyeti’nde işkence vardır.
İnsan hakları dernekleri işkencenin devam etmesini devletin cezasızlık politikalarıyla ilişkilendiriyor. “Cezasızlık varsa işkence vardır” deniliyor. Yani bu “suçu” işleyenlerin “yargı” karşısına çıkartılması ve “yargının” da onları cezalandırması, işkenceyi önleyecektir. İşkence yapan bir kişi cezalandırılırsa diğeri bunu yapmayacaktır yani. Peki ama zaten kendi yasalarını reddederek işkenceyi uygulayan da devlet değil midir?
Faşizmin temel özelliklerinden bir tanesi, kendi koyduğu yasa ve kuralları tanımamasıdır. Örneğin, kabul ettiği “insan hakları evrensel bildirgesini” reddetmesidir. İşkencenin yasalara göre suç olmasına rağmen uygulamasıdır. Bakanların açıklamalarında, Türkiye’de işkencenin olmadığını söylemesi bu açıdan anlamlıdır. İşkence yoktur, demokratik bir ülkede demokrasinin kuralları işlemektedir, yasama, yürütme ve yargı bağımsızdır.
TÜRKİYE’DE İŞKENCE UYGULAMALARI AKP İLE GELMEDİ, AKP İLE GİTMEYECEK
Türkiye Cumhuriyeti’nde yasama, yürütme ve yargının yanında bir de işkence bulunmaktadır (!) Eğer işkence varsa, -ki bu artık reddedilemez bir gerçekliktir- bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin bir gerçekliği olarak görmek gerekir. Bu gerçekliğe uygun tutum geliştirilmelidir. Ülkenin faşizmle yönetildiği gerçekliği kendini yeniden ve yeniden gün yüzüne çıkarmaktadır.
Bugün işkenceden sorumlu tutulan AKP’nin 2000’lerin başında “Geçmişle yüzleşme”, “İşkencecilerin, faili meçhullerin sanıklarının cezalandırılması” söylemiyle iktidar olduğu hatırlanmalı. Bugün işkence ve infazlar sadece AKP ile sınırlı olsaydı, 1921’de Mustafa Suphilerin katledilmesinden bugüne kadar gelen işkence ve infazları nasıl açıklayabilirdik. İşkenceyi AKP ile sınırlamanın yanında, AKP öncesinde dönem dönem olduğunu kabul edenler ise işkenceyi derin devlet ya da JİTEM gibi (hâlâ bazılarınca devletin denetiminde kurulmadığı iddia edilen) başka güçlerin uyguladığı yönünde bir ön kabule sahip. Örneğin ‘90’larda işkencenin devletin içerisindeki MİT’e bağlı “kontrterör”, JİTEM isimli yapılanmalar tarafından yapıldığı bilinir. Fakat devlet işkenceyi ve işkencecileri “resmî” olarak tanımaz. Bununla da yeni bir argüman üretilir: İşkenceyi derin devlet uygulamaktadır. Bu anlayışa göre “derin devlet”, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının içerisine sızmıştır.
Türkiye’de işkence bazı dönemlerde yoğunlaşırken bazı dönemlerde azalmıştır. Bugün yasaklanan işçi grevleri, sokak eylemleri, yapılan ev baskınları, gözaltılar, tutuklamalar bir siyasi krizin sonuçlarıdır. Birçok devrimci, demokrat ve yurtseverin son dönemde sıklıkla kaçırılması, işkence görmesi, ajanlık dayatmaları, yıldırma politikaları da AKP’nin krizlerinin ifadesidir. AKP’nin saldırgan politikalarına paralel olarak işkence ve kötü muamele artarken CHP’nin “siyasi cinayetler” duyumları da bu gündemin parçası olmakta. AKP’nin saldırıları karşısında, demokrat kimliğine sarılan CHP, “geçmişle yüzleşme” sloganlarına hazırlığını da yapmakta denilebilir. Halk TV’nin yaptığı yayın, Eymür’ün soğukkanlı ifadeleri ve gazetecilerin hararetli (!) soruları, bilenin yani işkencenin yeniden aleni şekilde ifade edilmesi bunun da bir göstergesi. Kimsenin bilmediği bir şey değildir çünkü Türkiye’de işkence. Bilinir fakat bazı dönemlerde ifade edilir, bu da CHP için o dönemlerden bir tanesidir. İşkence suçluları yargılansın, faili meçhul cinayetler aydınlatılsın denilecektir fakat faşist bir devlette bunların sadece göstermelik olacağı çoktan kanıtlandı.
Bütün bunlara karşın faşist devletin, hak, hukuk tanımaz saldırılarına karşı siyasal talepler etrafında örgütlenmek önümüzde durmaktadır. Ev baskınları, gözaltılar, insan kaçırmalara karşı devrimci, örgütlü mücadele güçlendirilmelidir. İşkenceyi “devletin içerisindeki bir yapılanmanın” değil devletin kendisinin ezilen sınıfları sindirmenin amacıyla kullandığını görmek gerekir. Halkın siyasi iktidarı bu saldırıları sonlandıracak yegâne motivasyonumuz olmalıdır.