Sistemin her koldan sürdürdüğü yozlaştırma politikalarının “mihenk taşı” olan uyuşturucu; Türkiye’de alışkın olunan bir kelime. Özelde ise durum bu alışıklığın da ötesinde anlamlar içeriyor. Farklı farklı bölgelerde uyuşturucu ile her mahalle, neredeyse her ev iç içe yaşıyor. Özellikle işçilerin, yoksulların, emekçilerin yoğun yaşadığı bölgelerde bu madde ile tanışma 13-14 yaşlara kadar iniyor. Çünkü devlete göre bu maddelerin yayılması için en gerekli en “zorunlu” yer bu mahalleler. Okulda, sokakta herhangi bir yerde daima kimliksizleştirilmeye, apolitikleştirilmeye, sistem içine çekilmeye çalışılan gençler, kötü bir eğitim sisteminin içinde yoksullukla baş ederek; emekçi ailelerin çocukları olarak hayatını idame ettirmeye çalışıyorlar. Okula giden gençler ya da okumayan, lümpen veya işçi gençler ise günlerinin belli saatlerini yaşıtlarıyla ya da kendi mahallelerinde “idol” olarak gördükleri “mahalle abileri”nin yanlarında geçiriyor. Bu bahsi geçen “mahalle abileri” bazen bilinçli bir şekilde bazen de kendi varlıklarıyla bile halk gençliğine genel olarak halk dilinde “serserilik” kategorisine giren tüm alışkanlıkları empoze ediyor. “Ne gelirse arkadaştan gelir” diye halkımız arasında çok da yaygın kullanılan kalıplaşmış bir cümle vardır. Bu cümle bu konu özgülünde doğruluk payı taşıyor. Arkadaş çevrelerinden ya da başka birinden gelen uyuşturucu hakkındaki bilgi, gençlerin aklında belli bir süre sonra akla-uygun bilgiye evriliyor ve uyuşturucuyla tanışılıyor. Tabii ki başka koşullarda, başka şartlarda bu tanışma evresi kesinlikle değişkenlik gösterebiliyor. Bahsettiğimiz “serserilik” kategorisine giren bütün seçenekler gençler için ilgi çekici olabiliyor. Bu seçenekler zincirleme halinde birbirini teşvik edebiliyor.
Egemenler tarafından üretimi teşvik edilen ya da görmezden gelinen, tonları bulan uyuşturucu; uyuşturucu kaçakçıları tarafından alt kademelerdeki torbacılara ulaştırılıyor, daha sonrasında ise halk gençliğinin ulaşabileceği bölgelerde satışa sunuluyor. Kullanımı 15 günde bir, haftada bir şeklinde başlayıp daha sonrasında günlük kullanıma kadar düşen uyuşturucu, türlerine göre az ya da çok bağımlılık seviyesinde tüketiliyor. Bir tarafta tek dozda bağımlı eden eroin diğer tarafta “ottur zararı yoktur” gibi söylemlerle kullanımı meşrulaştırılan bağımlılık seviyesi “kısmen” düşük olan esrar. Bu maddelerin kullanıcılarının çoğunluğunu oluşturan gençler bağımlı olmaya başlarken okuldan, işten ya da herhangi bir sosyal aktiviteden “zevk” almamaya başlıyor. Ardından uyuşturucu üzerine kurulu olan ilişkilerinin pragmatik olduğunu fark ediyor. Bunun sonucunda sadece uyuşturucuyla yatıp uyuşturucuyla kalkan, bunun her bakımdan zarar olduğunu idrak eden fakat kullanmaya devam edip sorgulamayan, düşünmeyen bireyler haline dönüşmeye başlıyor. Bu kullanıcılar belli bir süre-yi aştıktan sonra maddi gücüyle karşılayamadığı uyuşturucuya ulaşmak için ilk önce evden daha sonrasında ise ev dışında herhangi bir kişiden veya herhangi bir yerden para, en kötü ihtimalle para edecek şeyler çalmaya başlıyor. Uyuşturucu kullanıcılarının ailelerinin bu kullanıcının uyuşturucu kullandığına dair şüpheleri bu süreçte devreye giriyor. Çocuklarına bu olayı “yakıştıramayan” aileler belli bir süreyi sadece şüphelenmekle sınırlı tutuyor. Tam farkındalık yaşandığında ise çoğu aile bu olayı fiziki ya da psikolojik şiddetle karşılıyor. İlk iş olarak AMATEM’e (Alkol ve Madde Tedavi Merkezi) veya ÇEMATEM’e (Çocuk ve Ergen Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi) götürülen uyuşturucu kullanıcıları kesin bir çözüm olarak gördükleri bu yerden gerektiğinden fazla medet umuyor ve sonuç hüsran oluyor. Kullanıcılarla haftada bir ya da 10 günde bir yapılan seanslarla ailenin isteğine göre tahlil yapılıyor ve aileler verilen anti-depresanlarla uyuşturucu madde kullanıcılarını “topluma geri kazandıracaklarına” inandırılıyorlar. Verilen anti-depresanlar kullanıcının beynindeki günlük salgılanan mutluluk hormonlarını (dopamin, endorfin, serotonin) normal bir seviyeye getiriyor, uyku sorunu yaşayan kullanıcılarda ise uyku saatlerini düzenlemeye yarıyor fakat bunun elle tutulur bir değeri ya da faydası olmuyor. Uyuşturucu madde kullanımıyla birlikte gelişen anksiyete, çeşitli obsesyonlar, değişik psikolojik sorunlara da aynı anti-depresanlar veriliyor ve sadece ilaç kullanımının bir çözüm olacağı zannediliyor. “Türkiye’nin en köklü ve en eski kurumu” argümanına dayanıp yaptıkları her tedavinin, koydukları her kuralın doğru olduğunu savunan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’nin AMATEM ve ÇEMATEM bölümlerinin bahçesinde uyuşturucu tedariği yapılıyor, gözle görülür bir şekilde kullanımı gerçekleşiyor. Verilen örnekteki hastanenin “uyuşturucuyla mücadele” bölümlerinin faydası ne kadar az ise genelde diğer kurumların faydası da aynı oranda daha azdır. Anlatılan süreç baştan aşağı sistemin ve devletin istediği gibi gerçekleşiyor. Uyuşturucunun alttan üste doğru olan kâr-zarar marjında her zaman zarara giren halk gençliği her zaman kâra geçen ise burjuva-feodal sistem ve onun besleyip palazlandırdığı mafya-çeteler oluyor.
KURTULUŞ ÖRGÜTLENMEDE, GELECEK ELLERİMİZDE!
Yazıda ele aldığımız konu her alanda sistemin bize dayattığı egemenliği kabul etmemiz için oluşturulan ön koşullardan sadece bir tanesi. İki sene boyunca uyuşturucunun her türüyle tanışıp günlük çok yüksek dozlarda kullanımı olmuş olan biri olarak yazıyorum; iki sene boyunca yukarıda bahsettiğim kurumlarda ilaç ve yatılı tedavi görerek kurtulmaya çalıştım, başaramadım. Sonrasında ise örgütlendim. Küçük yaştan beri aralarında olduğum “devrimcilerin” üstüne düşen görevlerden biriydi beni bu bataklıktan çıkarmak. Başarılı da oldular. Yaşamımın her alanını, günümün her saatini mücadeleyle doldurdum. Bir zamanlar sokaklarında uyuşturucu kullandığım, sınıf çelişkisinin en keskin olduğu mahalleleri devrimci pratiklerle, kendimi ise ideolojik-politik anlamda donatmaya başladım.
Devlet eliyle sokaklarımızda “mafyacılık” oynayan çetelere, uyuşturucu tacirlerine ve onları yaşam alanlarımıza sokan sisteme karşı kendimi baştan yarattım. Biz devrimciler olarak buradayız ve burada olmaya da devam edeceğiz.
Belirli kısmına temas ettiğimiz ve gerekli koşullarda ulaşamadığımız ülkenin çoğunluğunu oluşturan halk gençliği yaşama dair zorlaşan koşullar içerisinde boğulup kalıyor, çelişkileri büyüyor; bunalım içerisinde sorgulama, eleştirme, yargılama mekanizmaları gelişiyor. Bu bir yaşam ya da başarı öyküsü değildir. Daha fazla vakit kaybetmemenin, örgütlenmenin ve yaşamını pamuk ipliğinden kurtararak sıkı sıkıya mücadele ile örme isteği ve deneyimidir. Bu köhne ve kokuşmuş sömürü düzeninde bir genç olarak her gün her dakika bizi nasıl bir gelecek bekliyor diye düşünelim, sorgulayalım.
Uyuşturucuyu üretme, yayma; gerektiği yerlerde üretene ve yayana da göz yumma sistemin azgınca saldırılarından sadece bir tanesidir. Bu politika açık savaşım halinde değildir, sinsi ve gizlidir. Bu politikayı üreten sistem sorgulamanı, eleştirmeni, öğrenmeni istemez. Bu süreçte üzerimize düşen ise yaşamımız boyunca hem öğrenmek hem de öğretmektir. Parça parça örgütlenerek bu gibi genç kitlelere nüfuz etmek bizlerin yani devrimcilerin başlıca görevleri arasında gelmektedir. Kuşkusuz ki bütün sorunlarınızın çözümü devrimle gelecektir. Bunun için ayağa kalkalım ve devrimci mücadeleye tüm benliğimizle atılalım. Kurtuluş ve gelecek mücadelededir, örgütlenmektedir.