Sonbaharın huzursuz yellerinin esmeye başladığı bir mevsim bu… Sonbahar bir fırtına kopararak çıkageldi. Gökyüzünün tüm sessizliği ve sakinliği bozuldu. Gece ve gündüz tozu dumana katarak, sesleri gökyüzünü parlatarak ve parçalayarak yırtıldı. 3 gün sonra toz bulutları yalpalayarak indi yeryüzüne, aldırış etmeden toprağa karıştı. Sonra dağların eteklerinden bir haykırış yükseldi; dört bir yana yayıldı o tozun dumanın, çayırın ve çimenin keskin kokusuyla… Dumanı üzerinde iki kor, ellerimize düştü. Sıkı sıkı sardık yüreğimiz ile…
Yaşama dair bazı dönüm noktaları vardır hayatta. Nerden geldiği, nasıl geldiği belli olmayan bazı ‘an’lar. Bu anlar öngörülemez bir çerçevenin dışına taşırır hayatını. Ve birden bakarsın ki o iki an arasında uçurumlar oluşur. Benliğin şekil değiştirir, bazı formlara evrilir istemsizce. Yaşadığın o zaman zarfı içerisinde sen anlayamasan da kazandırdığı pek çok şey kâr kalır sana. O kor elime düştükten sonra daha açık bir şekilde, gerçek önüme serildi. Büyümenin fiziksel bir olaydan daha fazlası olduğunu görüyorum artık ve hissediyorum tüm gücümle… Adım atmanın ne olduğunu ve atılan o adımların ne kadar değerli ve önemli olduğunu anlıyorum. Bilincimize işlenen olgu ve düşüncelerin hareket etmesinin gerekliliğini, her birimizin sırtına birer yükten ziyade harmanlanmış, işlenmiş değerli bir taş misali eklendiğini hissediyorum. Öğrendiğimiz gibi bu çetin kararlılığımızdan yılmadan devam etmeliyiz yola. Bu yol her ne kadar hengameli olsa da düşe kalka, bata çıka çıkacağız sıyrılacağız prangalarımızdan. Bu devranın dönüp dolaşıp ellerimizden tutacağı o ışıl ışıl bahara ulaşacağız. Selamlayacağız sersemleşmiş kızgın güneşi yoldaşlarımızla.
ROSA’M…
Kulaklarım adını ilk defa işitti o anda. İlk defa göz göze geldim resmin ile. İlk defa dokundu sözlerin sözlerime. Ve şimdi aynı yolda yürümenin verdiği tanışmayla, tüm benliğimde yaşıyorum o kor parçasının içimi yakan acısını.
İlk defa bir mevsime böylesine küskün, kinli ve öfkeliyim. Yere düşen her bir kuru yaprağa isyan edecek kadar öfke duyuyor, esen rüzgarlara hesap soruyorum. Sitem ediyorum dünyaya ve akıp giden zamana… Öyle bir fırtına koparmak istiyorum ki yeri göğü inletsin kavgamızla…
Şimdi coşkun bir fırtınanın ortasında kalmış çulsuz biriyim sanki. Çaresizliğe çene çalacak gücüm yok. Varmak istediğim yolun en başındayım. Yanıma aldığım pazenden bir bohçanın içine yüklüyorum bugünü ve yarını. Gelecek sırtıma yüklediğim bir ağırlık. O ağırlığın altında kalmaktan korku ve endişe duyuyorum sadece. Galip geldiğim her geceye nokta koymaktan çekiniyorum. Gözümün görmez olduğu bir mesafeyi aşındırırken ayaklarım, dar patikalardan cesaretli adımları yoldaş seçiyorum. İzleri, izlerimi yüreklendiriyor. Dağıtıyor yükseklerden inen puslu sisleri. Birlikte aralıyoruz yolumuzu. Yol yol ilerleyen adımlarım, adımlara karışıyor. Görmezlikten gelmiyorum artık yolumuzu. Bin bir göz ile görüyorum.
…
Bekle kar altında kalan buğday tanesi
Yine onun sularıyla yeşereceksin
Gözyaşların çare değil
Ağlama büyü
Başını dik tutabilirsen boy vereceksin
…
Unutma demişsin bu şarkıyı, yoldaşlarına bir mektubunda. Şimdi zihnime kazınmış, daha da biçimlenmiş bir şekilde önüme seriliyor. Sözleri daha bir anlam kazanarak işliyor zihnime. Yoldaşım… Oysa beraber selamlayacaktık yeni doğmuş günün ilk ışıklarını. Gözlerimizde uyku mahmurluğu selam edecektik ürkek kuşlara, çekimser papatyalara. Çelimsiz kekliklerle koyu bir sohbete girişip selam salacaktık bulutlardan. Dağlardan yankılanan bir türkü tutturacaktık dilimize, dönüp duracaktı sazımızın tellerinde. Şimdi elden ele taşınan o güç ile sıkı sıkı sarılıyorum düşlerine. Omuz veriyorum yüklediğin geleceğe… İçinde büyüdüğün bu kavgada adımların aydınlatacak yolumuzu. Adım adım büyüyeceğiz birlikte.
Bir Partizan Okuru