HDP’li belediyeler bir kez daha kayyum saldırısı ile karşı karşıya kaldı. Erciş, Nusaybin, Kocaköy, Hakkari ve Yüksekova belediye başkanlarının gözaltına alınmasının ardından bu belediyelere bakanlık tarafından kayyum atandı. Kürt ulusu bu kayyum saldırısı ile ilk defa karşı karşıya kalmıyor. Devlet, çözüm sürecini bitirdikten sonra devrimci, demokrat ve yurtseverlere yönelik giriştiği imha, inkar, asimilasyon politikası, gözaltı ve tutuklama terörünü Kürt halkı üzerinde yoğunlaştırarak demokratik bir kazanım olan belediyeleri de gasp etti. Ardından geçtiğimiz yerel seçim sürecinde açıkça faşist TC devleti tarafından belediyelerin gasp edileceği açıklanmış ve bu tehditler, saldırıların yoğunlaştığı her saldırı sürecinde hayata geçirilmiştir.
Son kayyum saldırısı da bu çerçevede gerçekleşmiş; Rojava’ya dönük işgal girişimiyle eş güdümlü olarak sınır hattındaki belediyelere ardından da diğer belediyelere el konulmuştur. Gasp edilen belediyelerin HDP’li belediye başkanları uydurma gizli tanık ifadeleri ile ‘ısmarlama’ bir şekilde tutuklanmışlardır. HDP bu saldırılara yabancı değil, bu saldırıların daha ağırını yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Her hafta onlarca üyesi, yöneticisi gözaltına alınıyor, ev baskınlarında katlediliyor ve HDP’liler yüzlerce yıllık hapis cezalarıyla yıldırılmaya, boyun eğdirilmeye çalışılıyor.
Devlet bu saldırılarını Irak Kürdistanı’nı ve Suriye Kürdistanı’nı işgale girişerek ülkemizde ise Kürt ulusunun tüm kazanımlarını yok etme planları üzerine inşa ediyor. Rojava’ya yönelik işgal girişimini başlatan ve Gre Spi ile Serêkaniyê kentlerini işgal eden TC devleti ile emperyalistler arasında pazarlıklar sürüyor. Erdoğan, Rojava’yı işgal harekatının amacını katıldığı bir TV programında şöyle aktarıyor; “Suriye’nin kuzeyinde yaşamaya en uygun Araplar’dır. Buralar adeta çöl, Kürtler burada yaşayamaz.” Bu absürt bahanenin tek açıklaması “herkes devlet kurabilir ama Kürtler asla!” şovenizmden ibarettir. Erdoğan’ın bu sözleri şu hikayeyi aklımıza getiriyor; “Bir Laz, bir Kürt ve bir Türk idam sehpasında sıralarını bekliyor. Son istekleri soruluyor. Laz, her zamanki çelebiliğiyle, ‘bu da bana ders olsun’ diyor. Kürt ne yapsın, aklına anası geliyor ve ölmeden önce son kez anasını görmek istediğini söylüyor. Sıra Türk’e geldiğinde ise hiç tereddütsüz son isteğini söylüyor: ‘Kürt, anasını görmesin!’” Aslında mesele bundan ibaret, ekonomik ve siyasi krizle boğuşan TC devletinin son isteği sorulsa cevap “Kürtler devlet kurmasın” olabilir.
Kürt ulusunun kazanımlarını yok etmenin, TC devletinin temel güdüsü olduğunu söyleyebiliriz. Böylesi bir ekonomik ve siyasi kriz sürecinde bu iştah daha da kabarmaktadır. Bir yandan bu işgali sürdüren TC devleti bir yandan da HDP’ye, devrimcilere ve demokratlara yönelik saldırılarını artırmaktadır. Yani işgal saldırısıyla, kitleleri bir nebze daha susturmaya çalışan TC devleti krizi fırsata çevirerek “iştah kabartan” belediyeleri gasp etmiştir. Bir yanda “seçim, sandık, demokrasi” yalanları bir yanda “gasp, işgal ve kayyum”; devletin iki yüzlü sahtekarlığını teşhir etmek için anlamlı bir denklem.
Bu saldırıların doğrudan hedefi olan HDP ise eylemliliklerle bu ablukayı dağıtmaya çalışsa da liberal söylemleriyle ise bu saldırılar karşısında kitlelerde gerçekleşmesi ihtimal direniş tavrını köreltmek istemektedir. İşgal saldırısına gerekli tepkiyi ortaya koyamayan HDP, bu saldırıların hedefinin Kürt ulusunun kazanımları, devlet kurma hakkının gasp edilmesi olarak açıkça devlet tarafından ilan edilmesine rağmen, konuyu başka noktalarda somutlamıştır. Örneğin HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç bir konuşmasında şu sözlere yer veriyor: “Bütün dünya ajansları, gazeteleri, televizyonları istisnasız dünyanın her yerinde Türkiye’nin imajını yaralayan birçok olayı ya görüntüleriyle ya manşetleriyle kamuoyuna yansıttılar. Türkiye’nin imajını yaraladınız. Dünya kamuoyunda Türkiye, maalesef iktidar böyle olmasına rağmen bütün ülke Kürtlere saldıran, Kürtleri öldüren bir devlet olduğu algısını yarattı. Bu algı doğru bir algı mı? Doğru bir algı olmaması gerekirken. Bu iktidar bu algıyı yaratmış oldu.” TC devletinin “imajını” düzeltmek HDP’ye düşmese gerek. HDP, sadece Kürt olduğu için saldırıya uğrayan, katledilen, gözaltına alınan, tutuklanan insanların bir devlet politikası olarak buna maruz kaldığını, bu saldırılardan beslenen devlet gerçeğini neden görmezden gelmeye çalışmaktadır? Bu siyaset tarzı HDP’ye kaybettirmekedir ve kaybettirecektir.
Rojava’da can bedeli kazanılmış ulusal-demokratik kazanımlara ve ülkemizde ulusal harekete dönük topyekûn saldırı dalgasına karşı tek seçeneğin direniş olduğu aşikârdır. Rojava’da kazanımları yaratan YPG/YPJ güçlerinin direnişidir ve kazanımları koruyacak olan da yine direniş olacaktır. Ülkemizde de faşist TC devleti, belediyeleri gasp edip, belediye başkanlarını tutukluyor, HDP’yi adeta siyasi soykırım operasyonlarına tabi tutarak, “partiyi kapatmıyorum ama parti çalışmasını da yaptırmıyorum” diyerek bir gözaltı, tutuklama terörü uyguluyor. Üç büyükşehir belediyesine kayyum atanmasının ardından geliştirilen pasif ve gittikçe darlaşan, sadece milletvekillerinin katıldığı eylemlilikler Kürt halkının tepkisini sokağa taşıyamamıştır. Son kayyum saldırısından sonra ise HDP, meclisi üç gün boykot etme ve Diyarbakır’da basın açıklamaları düzenleme kararı almıştır. Arkası gelmeyen bu refleksif eylemleri süreklileştirmek ve kitlelerin sokakla bağını koparmamak HDP ve devrimciler açısından önemli bir görev olarak önümüzde duruyor.
HDP kendisine neyin kazandıracağını tarihinden öğrenmelidir. HDP ve ulusal hareket uzun erimli bir direniş tarihine sahiptir. Kitlesel başkaldırıları, serhildanları yaratan Kürt halkı, tarihinden öğrenmeyi sürdürecektir ve bu serhildanları gerçekleştirme dinamiklerini içerisinde barındırmaktadır. HDP bu noktada içerisinde boy veren liberal düşüncelere değil içerisinde direnişi ve isyanı barındıran Kürt halkına yaslanmalıdır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 31 Ekim 2019 tarihli 47. sayısından alınmıştır.