Türkiye 1 Mayıs 2025’e ekonomik krizin, faşist baskıların ve bölgesel savaşların gölgesinde giriyor. Açlık sınırının asgari ücreti aştığı, yoksulluk sınırının 80 bin TL’ye dayandığı, eylem hakkının, ifade özgürlüğünün gasbedildiği bir süreçte 1 Mayıs’ı karşılıyoruz.
Bu seneki 1 Mayıs tüm baskılara rağmen direniş ve mücadele içinden çıkacak. Senenin başından itibaren Antep’teki Başpınar OSB ve İzmir’deki Aliağa OSB’de binlerce tekstil işçisi, yüzde 20’lik zam teklifini reddederek üretimi durdurdu. Kocaeli’de metal işçileri düşük ücret zammına karşı fabrika işgalleri gerçekleştirdiler. 19 Mart’ta başlayan kitle hareketiyle birlikte sokak eylemleri ve kitlesel protestolar bu sürece damgasını vurdu. Milyonlarca kişi sokakları doldurdu, demokrasi ve özgürlük içeren sloganlarla taleplerini haykırdı. Devletin bu beklenmedik halk hareketine tepkisi olağan biçimde saldırmak oldu. Polis işkencesi, gözaltı ve tutuklamalarla hareket geriletilmek ve sonlandırılmak istense de bu durum kitlelerde bir umutsuzluk yaratmadı. Tam aksine halkın büyük bir çoğunluğunda devletin faşist karakteri bilince çıktı ve faşizme karşı mücadelenin meşruluğu bir kez daha kanıtlandı. Yıkılan barikatlar, atılan sloganlar, söylenen marşlar, yükseltilen talepler bunun en iyi örnekleridir. İşte 1 Mayıs’a bu coşkuyla gidiyoruz.
İşçiler, sendikalar, devrimci-demokrat kurumlar biriken öfkelerini ve taleplerini haykırmak için 1 Mayıs’ı bir fırsat olarak görüyor. Sömürünün ağır yükü altında ezilen işçi ve emekçiler 2025 1 Mayıs’ında özgürlük, demokrasi, insanca yaşam için sokaklara çıkacak. Son yıllarda artan ekonomik ve siyasî baskılar 1 Mayıs’ta dile getirilecek talepleri şekillendirecek.
ONURLU BİR YAŞAM İÇİN MÜCADELE
Yoksulluk ve ekonomik kriz bu sorunların başında geliyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “sosyal yardımlar” için 2025 yılında 219 milyar 723 milyon 130 bin TL’lik kaynak ayırdı. Bu, bakanlığın yıllık bütçesinin yüzde 54’ü anlamına geliyor. Yani 3,6 milyonu aşkın hane “aşırı yoksul.” Nefes aldığı her an yoksulluğu iliklerine kadar yaşayan bir halk var. Öyle ki devlet yardımlarıyla dahi ayda sadece 166 simit alabiliyor. Belediyelerin yardım kolileriyle, askıda faturalarla ayakta durmaya çalışıyor. Öğrenciler okurken çalışmak zorunda bırakılıyor. Çalışanlar yalnızca üniversite öğrencileri de değil. MESEM kapsamında çocuk emeği patronlara sunuluyor. Çocuk işçi cinayetleri devlet eliyle had safhaya ulaştı.
Ne canı ne malı! Halkın yıllarca emek vererek aldığı, geçim kaynağı haline getirdiği toprakları gasbediliyor.
Yüzyıllardır bölge halkına zeytin veren ağaçlar kamulaştırma yoluyla gasbedilip bir daha yeşermesin diyerek kökünden sökülüyor! Zorla göçe benzetebiliriz bunu, “Başka yere dikeceğiz” diyorlar. Bölgede geçim kaynağı bulamayan halkı da başka yere mi dikecekler?
Düşük ücretli, esnek ve güvencesiz çalışma işçilerin normali haline getirildi. Halkımızı böyle yaşamaya mecbur bırakan, muhtaç hale getiren devlet kendisini yıkacak olan yoksullar ordusunu büyütmeye devam ediyor. Öyle ki ülkemizde iş gücünün yarısı asgari ücretle çalışıyor. Asgari ücretin üzerinde ücret alanlara gıpta ediliyor. İşçilerin yüzde 60’ı haftada 50 saatten fazla çalışıyor. Tekstil ve hizmet sektörlerinde bu süre 70 saate ulaşabiliyor. Ek mesai ücreti ise lütuf! Taşeronlaşma ve güvencesiz istihdam işçilerin yüzde 40’ını etkiliyor. Bu işçiler, işten çıkarılma korkusuyla hak talep edemiyor. Kadın işçiler, gece vardiyalarında güvenlik eksikliği ve cinsel taciz riskiyle karşı karşıya. Tuvalet molalarının bile kısıtlandığı, yemek aralarının 15 dakikaya indirildiği bir sömürü var. Sömürü düzenleri böyle: Ya canını alıyor ya malını. Bu yılın başından itibaren en az 500 işçi patronların kâr hırsı ve denetimsizlik sonucu iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Patronlar ya ceza almadı ya da ödül gibi cezalarla salıverildi. Yakılarak katledilen Afgan işçi Nourtani’nin faillerine yapıldığı gibi. Bu 1 Mayıs’ta iş cinayetlerinde kaybettiğimiz işçiler için de yürüyeceğiz!
SENDİKALAŞMA SORUNU
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2024 Temmuz verilerine göre 16 milyon işçiden yalnızca 2,3 milyonu (yüzde 14,8) sendikalı. Toplu sözleşme kapsamındaki işçi oranı ise yüzde 10’un altında. Evet, işçilerin sendikalaşma oranı oldukça düşük; ama sendikaların sesi de duyulabilecek kadar yüksek çıkmıyor. İşçilerin, halkın sorunlarını anlamayan ve yanıtlayamayan sendikalara güvensizlik günbegün büyüyor. Bunu sendikaların çağrılarına kulak asmayan işçilerden de anlayabiliriz. 1 Mayısların “gösteri” biçimde geçmesi, katılımın düşük olması, çağrı yapılan eylemlere işçilerin katılmaması gibi yığınla örnek sıralayabiliriz. 1 Mayıslara ülke genelinde 300 bini geçmeyen bir katılım var. Bunun tek nedeni faşizm değil! Sendikalar işçi ve emekçilerin taleplerini dillendirmiyor, sistemle uyumlu bir biçimde hareket ediyor. Bu nedenle işçi ve emekçilerin bu seneki 1 Mayıs’ta sınıf tavrını sendikalarına dayatmaları elzemdir. Sendikalaşmanın bu kadar zayıf olmasının sebeplerinden biri de devletin işçi düşmanı politikaları. İş Kanunu’ndaki engelleyici hükümler, yetki itirazı gibi yasa maddeleri, sendikal barajlar ve bürokratik engeller işçilerin sendikalaşması önündeki engellerden bazıları. Sendikalı olmak isteyen işçiler, işten çıkarma, mobbing ve hatta fiziksel şiddet tehdidiyle karşılaşıyor. Hak gaspları, işçi sınıfının en yakıcı sorunlarından biri. Patronlar, ekonomik krizi bahane ederek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti ve sosyal hakları gasbediyor. Pandemiden bu yana devam eden “ücretsiz izin” uygulamaları, binlerce işçiyi gelir kaybına uğrattı. İş Kanunu’nun esnetilmesi, SGK 40’lı kodlar, meşhur Kod-29 gibi keyfî işten çıkarma maddeleri patronların elinde bir sopaya dönüştü. İşten çıkarma baskısı, özellikle hak talep eden işçilere karşı bir silah olarak kullanılıyor. Bu 1 Mayıs’ta güvenceli çalışma hakkımız için de alanlarda olacağız!
KADIN EMEĞİNİN ÇİFTE SÖMÜRÜSÜ
Sömürünün çok katmanlı halini yaşayan kadın işçiler ücretli ve ücretsiz emeğiyle bu sömürü zincirinin en önemli parçalarından biri. Kadın işçilerin sendikalaşma oranı yalnızca yüzde 5. DİSK Kadın Komisyonunun 2025 raporuna göre kadınlar erkeklerden yüzde 20 daha az kazanıyor ve iş gücünün yalnızca yüzde 30’unu oluşturuyor. Devlet kadın istihdamını “esnek çalışma modeli” ile sağlamaya girişti. Kadınların ücretli emeği ile ücretsiz (görünmeyen) emeği daha karmaşık hale getiriliyor. Peki kadınların çalışma hakkı nasıl gasbediliyor? Feodal yargıların sürekli bir biçimde beslenerek kadın aile kurmaya, “evinin kadını” olmaya sevk ediliyor. Kreş hakkı, eşit işe eşit ücret, 8 saatlik iş günü hakları tanınmayarak kadının çalışma hakkı elinden alınıyor. Kadın iş yerinde tacize, mobbinge maruz kalınca yalnız bırakılıyor; hatta suçlanıyor. Çalışan kadının çocuğuna bakmadığı, eşine hizmette kusur ettiği söyleniyor. Halbuki ülkemizde kadınlar hem ev işlerinin angaryasını omuzluyor hem de emeğini satmaya çalışıyor. Bu bazen merdiven silerek, bazen günlük AVM, ev temizliğine giderek, bazen de evde boncuk dizerek. Güvenceli çalışma kadın için lüks! İş bu yüzden 1 Mayıs’ta çalışma, 8 saatlik iş günü, eşit işe eşit ücret, kreş haklarımız için alanlarda olacağız!
Bu yıl, uzun bir aradan sonra ilk kez işçi sınıfının, gençliğin ve toplumun diğer kesimlerinin taleplerinin ortaklaştığı bir 1 Mayıs olacak. Son aylarda yaşanan siyasal gelişmeler, yalnızca ekonomik taleplerle sınırlı bir mücadelenin yetersiz olduğunu açıkça gösteriyor. Bu nedenle 1 Mayıs’ın ülkenin her yerinde kitlesel ve yaygın biçimde kutlanması, mücadelenin güçlenmesi açısından çok önemli. 2025 1 Mayıs’ını işçi ve emekçilerin, kadın ve gençlerin bayramı yapalım.