İstanbul’un düzenle pek uyumlu ve “seçilmiş” belediye başkanının düzmece olduğu açık yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alınıp tutuklanması en temel haklardan mahrum kitlelerin öfkeli bir şekilde ayağa kalkmasına neden oldu. Ayağa kalkan, sistemi sorgulayan, ifade özgürlüğünü “izinsiz” eylemle gerçekleştiren kitlenin bu hareketi özel olarak değerlendirilmelidir.
Konuya dair genel yorumu ve sürecin temel özellikleri hakkındaki fikirlerimizi açıklamış bulunuyoruz. Hangi kitlelerin neden ve nasıl ayağa kalktığı üzerinde bundan sonra durulabilir ve durulacaktır. Bununla birlikte bir kitle hareketi olduğu ölçüde “kitle çizgimizin” bu süreçteki karşılığına bakmak ve kendimizi özel olarak bu noktada değerlendirmek ve eleştirmek gerekir. Tüm dünya devrimci hareketinin temel özelliklerinden biridir bu. Paris Komünü’nü üreten hareket karşısında Marks’ın incelemesi ve çıkardığı dersler, 1905 Devrimi karşısında Lenin’in incelemesi ve çıkardığı dersler, Hunan’daki köylü hareketi karşısında Mao’nun incelemesi ve çıkardığı dersler ve İbo’nun 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi incelemesi ve çıkardığı dersler bu gereğin en ileri seviyede ve tam hakkıyla sergilendiği pratiklerdir. Kuşkusuz bugünkü kitle hareketi bu örneklerle kıyaslanamaz derecede geri ve zayıftır. Bir devrimden, iktidar için halkın bir hareketinden söz etmiyoruz. Ne var ki kitle hareketi kitle hareketidir. Kitle çizgimizin sorgulanması ve eleştirilmesi bakımından bu deneyim bize en yakın, en pratik, en dokunulabilir deneyimdir. Somut olarak bugünkü bu kitle hareketi bizim deneyimimizdir. Bu önderlik pratiğini söz konusu deneyimde biz gerçekleştirmeliyiz.
Kitle çizgimizi geri olanları tarafsızlaştırmak, tarafsız olanları ileri saflara çekmek ve ileri saflarda olanları örgütlemek olarak tarif ediyoruz. Nispeten uzun sürecek bir dönemde esas politikamız ileri saflarda olanları örgütlemektir. Tarafsız olanları ileri saflara çekmek ve geri olanı tarafsızlaştırmak bu esas politikanın kaçınılmaz devamıdır. İleri saflarda olanları örgütlemek birinci olarak kitlelerin devrimdeki rolünü doğru kavramakla ilgilidir. Çünkü ancak kitlelerin doğrudan içinde yer aldıkları bir devrim hareketinin başarıya ulaşabileceğini savunuyoruz. Kitlelere rağmen, onların çıkarlarına dayanmayan, onların bilgisini içermeyen bir devrim hareketi olsa olsa bir “dar öncü pratiğidir” ve içinde güçlü fedakârlıklar, cüretli eylemler taşısa da sadece nasıl savaşılmayacağını öğrenmek için iyi, devrimci bir deneyim olabilir. Kitlelerin devrimdeki rolünü “özne” düzeyinde kavramak ile ileri saflarda olanların devrim saflarında örgütlemek birbirini üreten ya da koşullayan yaklaşımlardır. Komünistleri tüm diğer devrimci hareketlerden özellikle ayıran temel niteliklerden biridir. Elbette devrimin kitlelerin eseri olduğu görüşünü komünistler dışında da savunanlar olmuştur. Elbette kitlelere dayanmayı temel anlayış olarak savunan bir dizi devrimci ve hatta ulusal hareket olmuştur. Komünistleri onlardan ayıran şey bu özelliğin başından sonuna kadar taşınması, her an veya durumda yeniden üretilmesidir. Bu anlayış her önemli dönemeçte yeniden üretilmek zorundadır. Bu bir zorunluluktur, çünkü kitlelerin devrim süreçlerinden dışlanması tüm burjuva anlayışın temel ilkesidir ve burjuva anlayışlarla mücadele komünistlerin “sürekli” konusudur. Bir kez ihmal edilmesi burjuva anlayışa verilen taviz, komünist çizginin sürekli devrimci tutum gerektiren üretiminin gerçekleşmemesi anlamına gelir.
EGEMEN SINIFLAR ARASI ÇATIŞMADAN KİTLE ÖFKESİNE
İstanbul Belediye Başkanına yönelik üniversite diplomasının iptal edilmesiyle başlayan ve yargı müdahalesi ile devam eden “egemenler içi klik dalaşı” bir anda kitlelerin, özel olarak üniversite öğrencilerinin “varlığına” saldırı olarak algılanıp genişledi. Klik dalaşı olarak devam eden süreç kitlelerin uzun zamandır biriken öfkesinin patlamasıyla başka bir boyut kazandı. Bu aşamadan sonra kitlelerin talepleri, eylemi, öfkesi, hareketi gündemin esası oldu. Bizim de süreci kavrayışımız bu gelişmeyle birlikte yeni bir biçim aldı. Genel olarak klikler arası, AKP-MHP ortaklığından beri ise bloklar arası dalaş olarak değerlendirdiğimiz bu sürecin kitlelerin öfkesiyle birleşmesi bizim için yeni bir durumdu. Kitlelerin dahil olduğu bu süreçte “herhangi bir egemen kliğin tarafında” olmamak adına sürecin dışında kalmak kitlelere rağmen bir tavır anlamına geleceğinden hızla bu tutum terk edildi. Saraçhane’de büyüyen kitle eylemine bu anlayışla katıldık. Bir kez daha açık ve net bir biçimde klikler arası dalaştan halk lehine bir sonuç çıkmayacağını, yalnızca halkın çıkarlarını içeren ve halkın yöneliminin devrimci özünden beslenen hareketin sonuç verici olabileceğini bu tavrımızla savunmuş olduk. Bunun bizim için özel önemde olduğunu sıklıkla vurguluyoruz. Çünkü halk kitlelerinin devrimci eğilimi karşısında tüm egemenler ve oportünistler özellikle bu noktayı manipüle ederler. Halkların devrime gebe çıkarları ve hareketi egemenler tarafından sınırlandırılır ve genel olarak ezilir.
Tam da bu nedenle çok seyrek de olsa kitleler sınırlı zamanlar içinde “bağımsız” bir hat yaratabilirler. Saraçhane’de somutlaşan bu “sınırlı zaman içinde bağımsız hat” bizim için özel önemdedir. Kitleleri anlamak ve kitlelerle ilişki biçimimizi ve düzeyimizi elden geçirmek için bu süreç dikkate değerdir. Aksi halde bilindik geçici coşkunluk ve yargılarla esas olarak “bir şey değiştirmeden” yürümeye devam ederiz. Bu durumda dünden farklı bir şey üretemeyeceğimiz de açıktır.
Bu sürecin ilk getirisi kitlelere güvensizliğin yersiz ve yanlış olduğu düşüncesinin yayılmasıdır.
Kitlelerin yoğun öfkesine ve ısrarlı eylemine rastladığımız her tarihsel anda devrimin de mümkün olduğuna dair inancın güçlendiğine tanıklık ediyoruz. Kitlelerin kendiliğinden hareketinin durağan, umut vermekte pek cimri doğal yapısında yer yer tanıklık ettiğimiz patlamalar bugün de gördüğümüz gibi büyük heyecanlara, beklentilere yol açıyor. Hemen belirtelim ki bu hiç de yersiz bir heyecan ve beklenti değildir. Haklıdır, yerindedir. Bununla birlikte eksiktir, eksik olduğu ölçüde problemlidir. Biz kitlelerin zorbalığa, gericiliğe, azınlığın çıkarlarına dayalı her türden ekonomi modeline, sömürüye karşı öfkesinin sonuna kadar arkasındayız, devrimci hareketimizin de temeli budur. Bu kesin bir olgudur. Ne var ki bu temel özellikle derinleşmelidir. Kendi başına kitlelerin kendiliğinden hareketine dayanan bir tarihsel devinim yoktur; bu olmakla birlikte gene bu devinimden beslenen güçlü bir bilinç öğesi de tarihsel devinime eşlik eder. Günümüzde burjuvazinin tüm güçlü teknolojisiyle gerçekleştirdiği temel saldırıları bu bilinç öğesini olanaksızlaştırmak üzerinedir. Dolayısıyla devrime yol açacak bilinç öğesini burjuvazi karşısında diri ve etkin kılmak özel önemdedir.
Uzun ve zorlu bir kavganın içinde olduğumuzu her zaman bildik ve söylüyoruz. Mevcut hareketi hâlâ yükselerek devam eden bu kitle seferberliğini daha fazla kente yaymak, eylemlerin sürekliliğini sağlamak, sonuç alıcı fiili mücadeleye yönelik militan potansiyeli öne çıkarmak için bulunduğumuz her yerde inisiyatif almalı, barikatın en önünde durmalıyız. Sokağa çıkmak isteyene bunun yolunu, kavga etmek isteyene de yalnız olmadığını, faşizme karşı direnilebileceğini göstermeliyiz.
GENÇLİK, SEMBOLLER VE YANILGILAR
Kitleler kendi duygu, bilgi ve olanaklarıyla harekete geçtiklerinde devrimci olandan fazlasıyla farklıdırlar. Bunu Gezi İsyanında da yaşamıştık. Bir örgütlenme, belirlenmiş ilkeler ve eylem biçimleriyle, dolayısıyla baştan belli davranış ve örgütlenmelerle hareket edilmediğinde kitleler olabildiğince çeşitli ve hatta “aykırı” görünürler. Bu özelliğe bu eylemlerde de rastladık. Ne yapacağını, nereye yöneleceğini bilmemekle birlikte kitleler duygularına, bilgilerine dayanarak hareket ettiler. Bundan ötürü onlar hakkında değişmez yargılar oluşturmak yanılgılar içerir. Örneğin bu eylemlerde Türk bayrağı taşıyan birini baştan “devletçi” olarak değerlendirmek ilk bakışta doğru; ama derin bir sorgulamada yanlış olabilir. Türk bayrağı “bağımsızlık” duygusuyla da taşınan bir bayrak olabilir. Gençlerin önemli bir kesimi bağımsızlığı bayrakta sembolize etmektedir. Öğretilen Kurtuluş Savaşı tarihi geniş bir gençlik kesimi için emperyalizme karşı kazanılmış bir savaş olarak anılmaktadır. Gene M. Kemal’de laik ve modern yaşam tanımlanmaktadır. Gericiliğe ve uşaklığa karşı Türk bayrağı ilericiliği, bağımsızlığı savunmak üzere taşınıyor. Bu duygu ve bilgiler azımsanmayacak derecede geniş bir gençlik kesiminin duygusu ve düşüncesi. Manipüle edilmiş bu kesimlerin ilerici saflarda da yer aldığını ve gene pek de azınlık olmadıklarını bilmek gerekir. Kemalizm’in faşizm olduğu ve Kurtuluş Savaşı’nın emperyalizmle iş birliğiyle sonuçlandığı bilgisi bu kesimlerin yabancısı olduğu gerçeklerdir. Dolayısıyla bu kesimin elbette bütününü değil, ama önemli kısmını devrim için örgütlemek söz konusu gerçekleri onlara apaçık ve ısrarla sunmakla mümkündür. Günümüzün egemenleriyle M. Kemal döneminin egemenlerinin aynı sınıflardan olduklarını, aynı ilişkilerden geldiklerini ve beslendiklerini anlatmak ve göstermekle mümkündür. Bu, içinde olduğumuz dönemin “devletinin” baştan kurulmuş aynı devlet olduğunun bilinmesi bakımından ve mücadelenin egemen sınıflardan belli bir kliğe ya da bloka karşı değil tüm egemen sınıflara, onların çıkarlarına karşı gelişmesi için zorunlu bir gerekliliktir. Kitlelerle kurduğumuz ya da kuracağımız ilişkide bu “Türk bayrağı” örneği öğreticidir. Bunun bir örnek olduğunu özellikle vurgulayalım. Kuşkusuz başka örnekler de değerlendirilebilir. Sadece “sembole” bakıp değişmez yargılar oluşturmaktansa sembolün ortaya konduğu somutta ne ifade ettiğine bakmak gerekir. Aynı sonucu şu örnekle de açıklamak mümkün: Kitleler Saraçhane’de toplandılar. Saraçhane, tutuklanan belediye başkanının sahiplenildiği yer olarak tercih edildi ve özel olarak CHP orada toplanılmasını istedi. Buna karşın Saraçhane’de toplananların duyguları ve tepkileri bu arka planın çok daha fazlasıydı. Bu nedenle Saraçhane’deki kalabalık sadece iktidardaki zorbaları değil muhalefetteki zorbaları da ürküttü. Özgür Özel sıklıkla polis nezdinde devleti sahiplenen bir üslup kullandı. Kitlelerin şiddetini güçlü biçimde aşağıladı ve reddetti. Yargıyı olabildiğince “devletin yargısı” olarak değil iktidarın yargısı olarak tanımlayıp küçümsedi. Oysa iktidardakiler sadece belli bir partinin bürokratları değildi. Bu yargının dayandığı yasaları en başından beri aynı sınıflardan milletvekilleri çıkarmaktalar. Meydanlarda sık sık “bağımsız ve halkın çıkarlarına dayanarak hazırlanmadığı” herkesçe kabul edilen Anayasa’dan söz edildi. İfade özgürlüğü dahi bu Anayasa’dan hareketle talep edildi. Oysa bu Anayasa bir darbe anayasası olarak uzun bir süredir mahkûm ediliyor! İçerdiği tüm burjuva devrimlerine dayanan değerlerin ve modern dönem haklarının düzmece olduğunu en başından beri biliyor ve söylüyoruz. Neden düzmece diyoruz? Çünkü bu hakların güvence altında olmasının temel şartı hak sahiplerinin örgütlenmesidir. Halkımız örgütlü bir halk mıdır? Devlet halkın tüm örgütlü güçlerine defalarca saldırmıştır, yargı ve yasalar halk örgütlenmelerini her defasında dağıtmışlardır. Örgütlü bir halk olmadığında hakların, en temel ve rahat kullanılabilir seçme hakkının dahi özgürce kullanılamadığını bütün seçimlerde yaşıyoruz. Hangi seçimin sonuçlarını halk tayin edebilmiştir? Ya da bugüne kadar halkın hangi örgütlülüğünün özgürce ajitasyon ve propaganda yapabildiğini söyleyebiliriz ki? Partilerin temel görüşlerinin dahi baştan belirlendiği ve asla gerçek anlamda iktidar olamayacakları açıkken halkın seçim yoluyla “örgütlenerek” iktidara gelebileceği iddia edilebilir mi?
Özetle Saraçhane’de toplananlar ne Türk bayrağının sembolize ettiği egemen sınıfların çıkarlarını sahiplenenlerdi ne de CHP iktidarında her şeyin daha güzel olacağına inananlardı. Onların önemli bir çoğunluğu başından beri hapsedildikleri üniversitelerden “ifade özgürlüğü” için çıkmaya yeltenmiş, özgürlük ve demokrasi aslında kendileri için talep eden ve çoğunluğu genç olan halktan kitlelerdi.
Ne barikat önünde şınav çeken ne semah dönen gençler ne Pikachu ne döviz yazılarındaki “absürtlükler” kendi başına tartışılabilir olgulardır. Bunların hepsinde vücut bulan gerçeklik daha çok da gençlerin baskıcı ve zorba iktidara karşı kendileri için demokrasi ve ifade özgürlüğü arayışıdır. Tüm zorba devletlerin tarihinde, iyi bir öğretici olması bakımından ise burjuva devrimlerinden önce halkların eyleminde göze çarpan taleplerdir bunlar.
Yukarıda Rusya’daki 1905 Devrimi’nden bahsetmiştik. Bu devrim o dönemin anlaşılması bakımından özel önemdedir. Çünkü aynı içerikte; ama asla bu devrim kadar gelişmemiş de olsa Osmanlı’da, İran’da ve Çin’de de devrimler gelişmeye yüz tutmuştur. Rusya’daki 1905 Devrimi, yenilgiye uğrasa da 1917 Şubat ve Ekim Devrimi için büyük bir deneyim olmakla diğer ülkelerdeki devrimlerden ayrılmıştır. Emperyalizmin cenderesine girmeden Rusya “kendi burjuva devrimini” tamamlamış ve ilerlemiştir. Lenin bu devrimde özellikle köylülerde somutlaşan naiflikten ve harekete önderlik eden Rahip Gapon’dan söz eder. Hem köylülerin Çar’a sadakati hem de Gapon’un iş birlikçiliği Lenin için belirleyici unsurlar olmamıştır. O doğrudan kitlelerin harekete geçiren nesnel dinamikleri ve tarihsel koşulları konu eder. Köylülerde ve tabii Gapon’da da tanımladığı devrimci karakter onların bireysel gerçekliğine rağmen oluşmuş karakterdedirler. Günümüzün kitle hareketini de bu yaklaşımla değerlendirmeli ve tanımlamalıyız.
KİTLELERE GÜVEN VE DEVRİMCİ ÖNDERLİK
Kitle çizgimizin somutlaşması bakımından bu ve diğer örnekler birçok bakımdan ufuk açıcıdır. Özellikle sosyalizmin veya komünizmin ya da pek sevilen ve tercih edilen biçimde söylersek sosyalist veya komünist devletlerin kitlelerin iktidarını yaratmak bakımından başarılı olamadığı, sosyalizmin de bir “dikta” rejimi ürettiği ve başarısızlıkla sonuçlandığı iddialarının propagandan edildiği koşullarda bu örnekler eşsiz değerdedir. Kitleler tüm devrimlerde belirleyici rol oynarlar; fakat gene kitleler devrim bilincini taşımak konusunda esas olarak edilgendirler. Devrim için ayağa kalkana kadar onlar devrimi sabırla biriktirirler. Bu birikimi ancak önderler görebilir ve harekete geçirilebilir seviyeye getirirler. Komünistlerin temel dürtüsü kitlelerdeki bu birikimdir. “Kitlelere güvenin” şiarının kaynağı da bu engellenemez birikimdir. Kitleleri harekete geçiren dinamiklerin ve nesnel koşulların bilincinde olmak kitlelere güven duygumuzun gelişmesi için elzemdir. Diyebiliriz ki bu olmadan ilerlemek, örgütlenmek, başarmak mümkün değildir. Kitleler kendiliğinden bir şekilde ayağa kalktıklarında korkacak, kaybedecek bir şeyleri kalmamıştır. Saraçhane süreci bunun esas olarak üniversite öğrencilerinde gerçekleştiğini göstermektedir. Polis barikatını yıkma çabasında somutlaşan cüret, CHP yönetimine kafa tutan Taksim ısrarı, dersleri boykot eylemi, ODTÜ öğrencilerinin eylem coşkusu, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin polis engelini dağıtma pratiği ve devam eden “eylemde, boykotta ısrar,” kapanmış yolların ortasında bir yol açma arayışı bu özelliğin dışa vurumudur. Biz elbette öğrencilerle sınırlı bir hareketin geleceğine güvenemeyiz. Asla bu harekete dayanarak ilerlemeyi savunmuyoruz. Ne var ki bu hareket geleceğe dair öngörülerimiz için bir ışık yakmıştır. Geleceğe dair öngörülerimiz derinleşen kriz koşullarında dünya halklarının omzuna daha fazla yükün bineceği, yoksulluğun her bakımdan artacağı, emperyalist zorbaların kitleleri haksız savaşlara sürükleyeceği şeklindedir. Görevlerimizin ağırlığını anlamak için bu öngörülerin gerçekleşme sürecine olduğumuzun altını çizmemiz gerekiyor.
Görevlerin ağırlığını kitle çizgimizin gereği olan örgütlenme anlayışımızın gerçekleştirilmesi sorununda somutlaştırmalıyız. Hareketin ileri saflarında yer alanların örgütlenmesinde ilk sorunumuz onlarla buluşabilmektir. Hemen her düzeyde halk örgütlenmelerinin zayıflatılmış, ezilmiş ve parçalanmış olması bu sorunun temelidir. Demokratik kitle örgütleri kitlelerin öz örgütlenmeleri olmaları itibarıyla devrimci bilinçle kitlelerin temel buluşma alanlarıdır. Uzun bir zamandır ve bugün de bu örgütlerin çokça zayıfladığı gerçeği ile yüzleşmekteyiz. Kitleler meydanlarda, eylemlerde bir araya gelebilmekte, örgütlenme pratiğinin adımlarını bu koşullarda atmaktadırlar. Dolayısıyla kitlelerle buluşmanın en önemli aracı söz konusu eylemlerdir. Bu eylemlerde sözümüzle, hedeflerimizle, sembollerimizle bulunmak buluşmanın temel biçimi olarak değerlendirilmeli. İleri saflarda bulunan kitlenin devrimci fikirlerle buluşması bu fikirlerin taşıyıcılarının cüretine bağlıdır. En doğru biçimlerde ve fikirlerimizin en açık ve anlaşılır halleriyle cüretimizi eylemlere, meydanlara taşımak için yaratıcı olmalıyız. Süreç yenilikler gerektiriyor, özellikle de işçi ve köylü kitlelere ulaşmanın yolları bakımından…