*Bu yazı 15 Nisan 1995 tarihinde ölümsüzleşen Proletarya Partisi üyesi Halil Çakıroğlu’nun notlarının yer aldığı defterinden alınmıştır. Çakıroğlu tarafından 1994 yılında, Proletarya Partisinde yaşanan darbenin ardından tasfiyeciliğin kol gezdiği bir süreçte kaleme alınan bu yazıyı Çakıroğlu’nun ölümsüzlüğünün 30. yılında okurlarımızla paylaşıyoruz.
Üzerinde Yükseldiğimiz Zemin…*
Çelişkiler yumağının orta yerinde duruyoruz. Ancak, bu tevekkeli (olumsuz, rasgele) bir duruştur. Yani, bizi çevreleyen, doğru bir tarzda çözümlenemediği durumda ayaklarımızı yerden kesecek olan bu çelişkileri çözme ve bu doğrultuda yaşama/kavgaya yön verme; bu yönelim içinde sınıfımıza uygun olan her şeyi ateşe verme ve bu ateşin görkemli kızıllığıyla bütünleşme özelliklerini taşıyan bir duruş değil henüz.
İçinde bulunduğumuz süreç, Parti tarihimizde önemli bir dönemeç olma özelliğini taşıyor olmasına rağmen henüz sürecin omuzlarımıza yüklediği görevlerin ciddiyeti ve bilinci uzağımızda, erişilmezliğini çeşitli boyutlarda korumaktadır. Kişisel ya da grupsal çıkarlar esas olma özelliğini halen koruyor. Yaşadığımız olumsuzluklar karşısında hiçbir kaygıya kapılmadan bir iç muhasebeye girişmek bir zorunluluk iken herkes “zemzem suyu” ile yıkanmış olduğuna inanır bir kibirlilikle dış muhasebeye girmiş durumda. Ve iç muhasebe o kadar uzağımızda bir durum ki belli oranda bu yönelim içine girmiş olanların bu yönelim içinde dışa yansıyan bazı durumları derin bir proleter sorumluluk ile saldırı malzemesi olarak kullanılabilmekte. Ve bazıları bizi burun kılları olmadığına inandırma çabasındalar.
Öylesine bir yabancılaşma içindeyiz ki kendi gerçekliğimize karşı, düne kadar üzerinde yükseldiğimiz zemin bugün hedef tahtası durumuna getirilebilmektedir. Düne kadar geçmişten beri bu zeminde hareket ettiğini büyük bir gururla ifade edenler, bugün özeleştiri yapmadan başka bir zeminde olduğunu ifşa etmenin büyük sıkıntıları içinde “ısıracak elma” bulma uğraşındalar.
Yaldızlı sözler ardında burjuva yönü gururla okşamak ve bu sözlerin gücü etrafında siyaset edinmek, bulunması bir nimet olarak sahiplenilmiş durumda.
“Doğru yol, artık pislik ve sis içinde bulunamaz. Her parti akımı, her grup, partinin içinde bulunduğu durum hakkında ne düşündüğünü ve hangi çıkış yolunu arzu ettiğini açık seçik söylemek zorundadır. Bu öneriyi tüm yoldaşlara, partideki bütün farklı görüşlerin temsilcilerine yöneltiyoruz.” Lenin
Tartışma belgelerinin açılması ile birlikte, yapımızda bir süreden beri alttan alta gelişen ve güçlenen hoşnutsuzluk ve bazı menfaat tutkuları kendini yazınsal alanda ve günlük yaşamın çeşitli kesitlerinde dışa yansıtır oldu.
İlk süreçte bunlardan özellikle parti içi mücadeleyi doğru bulmayan, içinde ciddi demagojik yönler barındıran yazılara ve tavırlara cevap vermeyi bir gereklilik olarak gördük. Kendimizce doğruları sahiplenmeye çalıştık. Bunu ne kadar başarabildik bilemiyoruz. Süreç olumluluğumuzu ya da olumsuzluğumuzu ortaya çıkacaktır. Bu tartışma biçiminin esas hale gelmesi durumunda, yoğunlaşılması gereken konulardan giderek bir uzaklaşma ve bununla birlikte sürecin gerekliliklerini yerine getirememe olumsuzluğuyla karşı karşıya kalacağız. Buna bir son vermek, en azından tali yöne indirmek bir zorunluluktur.
Açık tartışma. Evet, istediğimiz budur; parti iradesi temel alınarak belirlenen konferans gündemleri üzerinde açık bir tartışma. Her yoldaş bilincini, kaleminin gücünü bu alana kaydırmak zorundadır. Partimizi yıllardır içinde bulunduğu apolitiklikten kurtaracak, suni ve istenilmeyen saflardan köklü bir şekilde koparacak yol budur. Bu yol daha sağlam birlikteliklerin de ayrışımlarının da belirleyicisidir.
Bu nasıl olacak?
Elbette ki, kimi yoldaşların yaptığı gibi bir yandan böylesi bir tartışma isteminde bulunurken diğer yandan bu istem içinde en bayağısında saldırılarla olmayacaktır.
Ya da kimi yoldaşların yaptığı gibi düşüncelerini, yönelimini, isteğini açık bir şekilde dile getirmeyip dışındaki gerçekliği olumsuzlayarak dolaylı yaklaşımlar sunmakla da bu olmayacaktır.
Halka, sınıfa ve partiye gerçekten bir şeyler kazandırmayı amaçlıyor isek mutlaka ama mutlaka kendimizi açık bir biçimde ifade etme yolunu benimsemeliyiz. Bu o kadar açıktır ki gizemliliğin köküne kibrit çakılmadıkça bilimselliğe erişilemez.
Yoldaşlar, kendi gerçekliğimize karşı ciddi bir yabancılaşma sinyali veriyoruz. Dün söylediklerimiz, amaçladıklarımız bugün uzağımızdaki olgular gibi. Bu iyi değil. Denilebilinir ki “Yönetici kademede bulunan siz, gerçekliğimizle bütünleşme ve bu bütünleşmeyi yapıya özümsetme noktasında ne yaptınız ki bugün bunu söylüyorsunuz.” Elbette ki bu, değerlendirilmesi ve üzerine düşünülmesi gereken bir meseledir. O kadar ki genel irade doğrultusunda, bilimsel bir şekillendirme içine giremeyen bir önderlik, her ne kadar “büyük başarılar” kaydederse etsin o başarıları yapıya özümsetmedikçe dirayetsizdir. Bu dirayetsizlik yakınlığımızın ne olduğu, dahası bunun temelleri bilimsel bir analiz ile açığa çıkarılmak zorundadır. Ancak, bu değerlendirmenin sonucu bütünlüklü bir dirayetsizlik olsa da bu gerçekliğimize yabancılaşmanın savunusu olarak görülemez/ görülmemelidir. Aksi durumda, kızıl ordunun kızıl neferleri olma durumumuzun savunusunu yapamayız.
İşte, tam da bu noktada tasfiyeci-darbeci hizip ile ayrıştığımız süreçte yaşadığımız coşkunun ifadesi olarak bildirilere yansıyan şu istem ve beklentileri bir kez daha hatırlatmayı gerekli görüyoruz:
“Yoldaşlar
“Siz, burjuva karargâhlarını salvo ateşine tutarak, partimizin komünist niteliğine gölge düşüren/ düşürmek isteyen her türlü girişim sahibinin korkulu rüyası oldunuz.
“Siz, enternasyonal proletaryanın ve Marksizm’in üçüncü kılıcı Mao’nun iktidarı ele geçiren burjuvaziyi hedef göstererek, ‘Burjuva karargâhları bombalayın’ öğretisini hayata uygulayıp, partimizin kızıl geleneğini sahiplendiniz.
“Siz, Önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın formüle ettiği parti programının ve çizgisinin kızıl muhafızları olmanın en güzel örneğini verdiniz.
“Siz, yanlışlara karşı çıkmanın, doğruları sahiplenmenin bir ilke meselesi olarak ele alınması ve kurulmasının teminatı olduğunu pratiğinizde tanıtladınız.
“Siz, devrimci coşkunun, devrimci atılımların önünde hiçbir iradenin duramayacağının en güzel örneğini oluşturdunuz.
“Bu ayağa kalkışınızı sürdüreceğinize, partimizin programatik görüşlerinin ve çizgisinin kızıl muhafızlığına devam edeceğinize, kızıl siyasî iktidarlar için, köylü gerilla savaşımızın geliştirilmesi doğrultusunda coşku ile can bedeli kavgaya atılacağınıza olan inancımız tamdır.” (Savaş Ağası Karargâhlarını Bombala, Proleter Saflarda Yerini Al bildirisinden)
Evet, yoldaşlar! Ayağa kalkışı gerekli kılan şeylerin bütünü tasfiyeci-darbeci hizip saflarında kalmadı; çeşitli boyut ve çaplarda bu şeyler kendi içimizdedir de. Elbette ki farklı çelişkiler farklı yöntemlerle çözülecektir. Ama çelişkilerin çözülmesi ileriye doğru arayış için gereklidir/zorunludur.
Partimiz, tarihi boyunca belki de hiçbir dönem böylesine ciddi bir güven bunalımı, böylesine ciddi bir inançsızlık, böylesine ciddi bir dejenerasyon yaşamadı. Bunu başka yerlerde aramaya hiç mi hiç gerek yok. Her şeyden önce bir dönüp kendimize bakmalıyız. Bunların ne kadar uzağındayız? Hemen belirtelim ki çok uzağında değiliz. Bunu görmek istemeyen yoldaşlar var. Bu yoldaşlara göre her kötülük, dışarıdan birkaç kendini bilmez tarafından getirilmiştir. Ve bu yoldaşlarımız hiç ama hiç aynayı karşısına kayıp, kendini bir inceleme cesareti bulamıyor. Bir de bunlar çok “bilimsel” takılmaktadırlar. Kalemlerinden, dillerinden bu kelime (bilimsellik) eksik olmaz. İyi de kendi gerçekliğini ortaya koymaktan vebadan kaçarcasına uzak duranların bilim ile yakınlığı ne kadar olabilir ki?
S. Demirel’in deyimiyle önümüzde bir enkaz var. Elbette ki önümüzde duran bu olgunun yaşanmasında sorgulanması öncelikli yerler var. Ancak bunda hepimizin çeşitli boyutlarda payı olduğunu unutmamalıyız. Aksi yaklaşımlar gerçekçi olmayacaktır.
İşte, kendi gerçekliğimize yabancılaşma tam da buralarda aranmalı, bu arayış içinde olmayanlara fazla itibar edilmemelidir.