Kürt Ulusal Hareketinin 26 yıldır tutsak olan önderi Abdullah Öcalan yaptığı açıklama ile Kürt ulusal sorununda yeni bir süreci başlatmıştır. DEM Parti parlamenterlerinin Abdullah Öcalan’la İmralı Hapishanesinde yaptıkları görüşme sonrası Abdullah Öcalan tarafından hazırlanan bir “çağrı metni” kamuoyuna sunuldu. Açıklamada, PKK’ye silah bırakma, kendini feshetme çağrısı ve Türk devleti ile uzlaşma temelinde “barış” süreci önerilmektedir. Bu çağrı, taktiksel bir hamle değil, uzun yıllardır sistematik olarak inşa edilen uzlaşmacı, reformist çizginin mantıksal sonucudur.
Türk devletinin “iç cepheyi tahkim etme” söylemiyle geliştirdiği stratejiye uygun bu çağrı, emperyalist projeler ve bölgesel güç dengeleri açısından da önemlidir ve tartışılmalıdır.
Silah bırakma ve kendini lağvetme çağrısı yapılan PKK önderliği ve genel olarak da Kürt Ulusal Hareketi, tavrını bir kongreyle netleştirecek. PKK adına yapılan ilk açıklamada ise Öcalan’ın çağrısına uyulacağı söylendi ve ateşkes ilan edildi. DEM Parti heyetinden Öcalan’la görüşen ve açıklamayı kamuoyuna sunan parlamenterlerin “Kürt sorunu çözüldü” imajı “barış gerçekleşiyor” algısı biçiminde ilerlerken Türk devleti gerillalara yönelik saldırılarını devam ettirdi. Erdoğan başta olmak üzere tüm asker-istihbarat ve sivil bürokrasinin önde gelenleri de Kürt ulusal güçlerine yönelik tehditlere devam ettiler.
DEVLETİN “İÇ CEPHEYİ” SAĞLAMA ALMA STRATEJİSİ
Öcalan’ın açıklamasını yalnızca PKK içindeki bir tartışma süreci olarak ele almak, meseleyi sınırlı bir zemine hapsetmektir. Açıklama belirli devletlerin bölge stratejilerini konu etmeyi gerektirmektedir.
Çağrının hemen öncesi ve sonrasındaki gelişmelerle şekillenen siyasal atmosfer, bu çağrının Türk devletinin yeni stratejik hamlesinin bir parçası olduğunu göstermektedir. Türk devletinin “iç cephenin tahkimi” söylemiyle birlikte geliştirdiği yeni politik yönelim, esas olarak Kürt Ulusal Mücadelesini boşa düşürme, devrimci, hatta güçlü demokratik dinamikleri etkisizleştirme ve Kürt Hareketini devletle uzlaşmaya zorlayarak sistem içine çekme amacını gütmektedir. Devlet, “iç cepheyi tahkim etme” söylemiyle iç istikrarı sağlamak için Kürt Ulusal Hareketini sisteme entegre etmeye çalışmaktadır. Erdoğan ve Bahçeli’nin açıklamaları, bu çağrının arkasında yalnızca bir “barış” süreci değil, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel pozisyonunu güçlendirme hedefinin olduğunu göstermektedir. Bu stratejinin merkezinde, Suriye’de Kürtlerin fiilen sağladığı statünün ve uluslararası düzeyde kabul gören otoritesinin egemenlerin çıkarlarına uygun özelliklere kavuşturulması ve Kürt Hareketini içeride etkisiz hale getirerek Türkiye’nin bölgedeki manevra alanını genişletmek var. Özellikle ABD, AB ve İsrail’in bölgedeki Kürt Hareketine verdiği “destek”, Türkiye’nin yeni bir stratejik hamle yapmasını zorunlu kılmıştır. Öcalan’ın çağrısı, tam da bu dönemde gündeme gelmiş ve Türk devletinin bölgesel planlarıyla uyumlu bir nitelik kazanmıştır.
Türk devleti tarafından geliştirilen bu yeni stratejinin birkaç ayağı olduğu anlaşılmaktadır:
Birincisi, Türk egemen sınıfları yıllardır ekonomik kriz, siyasal istikrarsızlık, egemen sınıflar içinde güç dalaşı, ekonomik daralma, durdurulamayan yoksullaşmaya işçi sınıfı ve halkın artan tepkisi, bölgesel savaş dinamikleri ve emperyalist güçlerin bölgedeki çıkar savaşları karşısında kendi içindeki çelişkileri yumuşatacak yeni bir stratejiye ihtiyaç duymuştur.
İsrail’in Filistin’de saldırgan politikaları ve Gazze’deki katliamlar, Suriye’de Esad iktidarının devrilmesi, Suriye Kürtlerinin statüsünün güçlenmesi bölgedeki dengeleri sarsmıştır. Türk devletinin uzun yıllardır hamiliğini yaptığı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ise Kürtler karşısında etkisiz kalmış, Türk devleti işgal ettiği alanlar dışında beklediği başarıyı elde edememiştir. Türk devleti, emperyalist güçler arasındaki çelişkiler ve oluşan boşluklardan kendi lehine faydalanarak bu zamana kadar durumu idare etmiştir ama ortaya çıkan yeni durum ve yeni güç dengeleri Türk devletinin son yıllarda izlediği bu politikayı sürdürme olanağını bitirmiştir. Suriye’deki Kürt hareketi, Türk devletinin ve Türk devletinin emrindeki çetelerin tüm saldırganlığına rağmen kendisini daha da fazla geliştirmiştir.
Bu nedenle, “iç cephe” söylemi, bu krizlerin ve çelişkilerin yönetilmesi için bir araç olarak geliştirilmiştir. Türk egemen sınıfları, içeride “Türk-Kürt ittifakı” adı altında Kürt hareketini yumuşatmayı ve böylece içeride birliği sağlarken bölgede de Kürtlerin gücüne yaslanmayı hedeflemektedir. Kürt Ulusal Hareketi, yıllardır Türk devletinin “beka sorunu” olarak tanımladığı en büyük meselelerinden biri olmuştur. Türk devleti için esas mesele, Kürtlerin siyasal ve ulusal haklarını kabul etmek değil, Kürt hareketinin devrimci dinamiklerini kırarak Kürt halkını sisteme entegre etmektir. Türk devletinin yeni stratejisi böylece Kürt hareketini kontrol altına alarak onu devrimci ve bağımsız mücadele çizgisinden uzaklaştırmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle, Abdullah Öcalan’ın çağrısı, Türk devletinin yeni yöneliminden bağımsız ve kendi başına bir değerlendirme ile sınırlandırılamaz.
Kürt sorunu, çağımızdaki tüm ulusal sorunlarda olduğu gibi, sadece dolaysız olarak karşı karşıya gelen güçleri değil aynı zamanda bölgede etkin olan emperyalistlerin ve bölgenin gerici devletlerinin de müdahil oldukları bir sorundur.
Esad iktidarının, IŞİD artığı HTŞ, ABD-AB ve bunlara bağlı olarak Türkiye destekli ÖSO tarafından devrilmesiyle, Orta Doğu’daki güç ilişkileri yeniden şekillenmektedir. Kürt ulusal güçleri, bölgedeki diğer güçlerle oluşturdukları ittifakla yeni oluşan bölge denkleminin içinde ana aktörlerden biri durumundadır. Suriye Demokratik Güçleri Suriye sınırları içinde ekonomik kaynakların önemli bir bölümünü kontrolleri altında tutmaktadırlar. Suriye toprakları Esad iktidarının devrilmesi sonrası birçok parçaya fiili olarak bölünmüş durumdadır. Suriye’de Dürziler de bölgelerinde yeni Suriye hükümetinden ayrı ve yeni Suriye hükümetini tanımayan iktidar alanı oluşturdular ve büyük ölçüde kendilerine rağmen İsrail’in desteğine sahipler. İsrail Suriye’de şimdilik en etkili bölge gücüdür. Gazze, Lübnan ve Suriye hattında İsrail büyük bir üstünlük elde etmiş durumda. Bu, Türk devletinin Suriye’ye dair propagandasının ve “hadsiz” açıklamalarının boş olduğunun bir göstergesidir. Her türden gericilikle kurduğu ilişki her gelişmede ifşa olmakta ve İsrail’in yayılmasına nasıl yol açtığı ortaya çıkmaktadır. Öcalan’la yapılan görüşmelerin derinlerinde yatan sebeplerden birinin Kürt hareketinin bölgedeki gelişmelerle birlikte daha güçlü bir yapıya kavuşması ve özellikle İsrail desteğinin artacak olmasıdır. Kuşkusuz bu desteğin Türkiye karşıtı olması beklenmemelidir; buna karşın Türk devletinin Kürt “realitesi”ni kabul etmesinde bunun bir etken olduğu açıktır.
Türk devleti, emperyalistler arasındaki çelişkileri de kullanarak bölgesel politikalarını belirlerken Kürt Ulusal Hareketi de emperyalist güçlerden destek alarak uluslararası statü elde etme sürecine girmiştir. Bölgedeki İslamî güçler ve Türkiye’nin desteklediği, bileşeninin önemli bir bölümünün Suriye dışından gelen cihatçı çetelerin oluşturduğu ÖSO’ya karşı Kürt Ulusal Hareketi, yalnızca AB ve ABD emperyalistlerinin değil aynı zamanda bölgedeki etkinliğini artırmış olan İsrail’in de desteğine sahiptir. İsrailli yetkililer özellikle yeni Şam yönetimini Kürtlere karşı saldırmamaları konusunda birçok kez uyardı. Aynı uyarı Esad iktidarının devrilmesi sonrası Suriye’de iktidarı ele geçiren güçlerle yaptıkları görüşmelerde Almanya, Fransa ve İtalya dışişleri bakanları ve AB adına gidenler tarafından da yapıldı. Bölge denklemi henüz yerli yerine oturmuş olmamasına rağmen yaşanan gelişmeler itibarıyla şunu söylemek mümkündür; Suriye Kürdistanı (Rojava) giderek daha fazla uluslararası bir meşruiyet kazanmakta ve önümüzdeki süreçte bu alandaki Kürtler uluslararası hukuk tarafından da tanınacak kendi hâkimiyetleri altında bir bölgede iktidarlarını somutlayacaklardır. 14-16 Şubat 2025 tarihleri arasında gerçekleşen Münih Konferansına Rojava’yı temsilen Yunus Behram’ın katılması bu açıdan oldukça önemli bir gelişmedir. Rojava Kürtleri uluslararası bir toplantıda resmî temsilci olarak ilk kez yer aldılar ve Suriye’deki statülerini daha da ileri taşımış oldular. Rojava Kürtleri daha çok IŞİD ile mücadele kapsamında desteklenen bir güç olarak sunulsa da uluslararası diplomaside bu tür katılımların resmî tanınma sürecinin bir parçası olarak anlamlandırıldığı bilinir.
ORTA YOLCULUK, PRAGMATİZM VE DEVRİMCİ ÇİZGİNİN TASFİYESİNE YEDEKLENMEK
Öcalan’ın çağrısını, Kürt Ulusal Hareketinin tarihsel bağlamı, Türkiye’deki sınıf mücadelesine etkisi ve emperyalist sistemin bölgesel politikaları ekseninde değerlendirmek gerekir. Kürt Ulusal Hareketi, yıllardır yalnızca Kürt özgürlük mücadelesini şekillendiren bir güç olmamış, aynı zamanda Türkiye’de egemen güçlerin bölgesel pozisyonunu belirleyen ve devrimci hareketler içinde teorik, ideolojik ve siyasal anlamda belirleyici derecede etkili bir hareket olmuştur. Dolayısıyla Kürt Ulusal Mücadelesinde atılacak her adım, yalnızca hareketin kendisi değil, Türkiye’yi ve bölgedeki güç ilişkilerini de etkilemektedir. Bu çerçevede, Öcalan’ın çağrısı yalnızca Kürt Ulusal Hareketinin iç politik yönelimleri açısından değil, aynı zamanda Türkiye’deki siyasal güç dengeleri, bölgedeki çatışma dinamikleri ve emperyalist projeler açısından değerlendirilmelidir.
Kürt sorunu ulusal haklarla sınırlı bir konu değildir. Aynı zamanda Türkiye’de devrimci dinamiklerin şekillenmesinde belirleyici bir faktördür. Kürt Ulusal Hareketi, yıllardır Türkiye’de sınıf mücadelesinin seyrini etkileyen bir güç olarak varlık göstermiştir. Bu mücadele, yalnızca Kürt ulusunun haklarını değil, Türkiye işçi sınıfının ve sol hareketin genel olarak radikalleşme ya da reformistleşme sürecine de etki eden bir özellik göstermiştir.
Öcalan’ın açıklaması “savaşan güçler, önünde sonunda masaya oturur” ya da “her savaşın sonu vardır” gibi genel olarak kabul edilen ve yine gerçekliği olan tanımlamalara uygun değildir. Şekilsel olarak öyle görünse de pratikte yaşanan bu değildir. Çünkü savaşan taraflar masaya oturduklarında karşılıklı tavizler ve ortak noktalar üzerinde bir uzlaşmaya varırlar. Abdullah Öcalan’ın çağrısında “kendini mahkûm etme” üzerinden tanımlanan bir uzlaşma anlayışı hâkimdir.
Devrimci çevrelerden gelen tepkiler değerlendirildiğinde, doğrudan karşı çıkamayan, hatta üstü kapalı bir biçimde destekleyen ya da sessiz kalarak onaylayan bir tutum görülmektedir. Bu çevreler, ya ulusal soruna dair ilkesel bir perspektife sahip olmadıkları için ya da Kürt Ulusal Hareketiyle geçmişten beri kurdukları pragmatist ilişkiler nedeniyle bu çağrının gerici niteliğini açıkça mahkûm etmemekte, hatta zımni bir destek sunmaktadırlar.
Bu tavrı takınan anlayışlar, çağrı metnine sinmiş olan sınıf mücadelesinin gereksizliği ve reddi noktasındaki anlayışa da sessiz kalmış ya da doğrudan desteklemiş olmaktadır. Böylece yalnızca Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesini reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda ezilen sınıfların devrim yapma hakkını da reddederek kendi varlık gerekçelerini de anlamsız hale getiriyorlar.
SIKIŞAN TÜRK DEVLETİNE DEVRİMCİ DİNAMİĞİ TASFİYE EDEREK NEFES ALDIRMAK
“Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”, Kürt Ulusal Mücadelesinin tasfiyesine yönelik sistematik bir ideolojik ve politik yönelimin en güncel biçimi ve Kürt Ulusal Hareketinin devrimci yönünü tasfiye etmeye yönelik bir açıklama olarak ortaya çıkmıştır. Bu çağrı, Kürt ulusunun bağımsız örgütlü mücadelesini terk etmesini, Türk devletinin sınırları içinde sistemle bütünleşmesini ve Kürt ulusal haklarının en geri noktalara çekilerek anlamsızlaştırılmasını, Kürt Ulusal Mücadelesinin bölgedeki gelişmelerle birlikte giderek artan etkisini baltalama ve Kürt ulusal güçlerinin mücadelesini Türk egemen sınıflarının çıkarlarına göre yeniden biçimlendirerek tasfiye etmenin çağrısıdır.
Çağrı metni, Kürt ulusunun ulusal haklarını ve özgürlük mücadelesini “demokratik toplum” ve “barış” kavramlarıyla örtmeye çalışmaktadır. Bu çağrı metni dikkatle incelendiğinde görülecektir ki ne Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını kazanmasını sağlayacak bir çözüm önerisi ne de ilhakçılığa yönelik açık bir eleştiri var. Bunun yerine, tarihsel gerçekleri çarpıtan, Türk egemen sınıflarının tezlerine anlam kazandıran bir yaklaşım sunulmaktadır.
Öcalan’ın çağrısı, Kürt sorununun kökenlerini çarpıtarak Kürt ulusunun mücadelesini anlamsızlaştırmayı içermektedir. Kürt sorununun kaynağı olarak özel durumu, yani Türk devletinin ilhakçı ve katliamcı karakterini belirsizleştirmeye yarayan bir genellemeyle 20. yüzyılın “şiddet ortamını” ve reel sosyalizmin etkinliğini göstermek özel ve doğrudan gerçeği manipüle etmektedir. Böylece, Türk devletinin ilhakçı niteliğini manipüle etmekte, çatışmanın gerekçesini Kürt ulusunun hakları için mücadele eden ve büyük bedeller ödeyen Kürt halkına ve Kürt Ulusal Hareketine yıkmaktadır. Uzun yıllardır Öcalan tarafından sistematik bir biçimde örülen bu yaklaşım, gelinen aşamada ara tonlara ihtiyaç dahi duymadan suçun asıl sahibi olan Türk devletini temize çıkarmayı ve Kürt ulusunu Türk egemen sınıflarına yedekleme çabasını teorik-politik ve ideolojik olarak yeniden üretmektedir.
Türk devletinin Kürtlere yönelik inkâr ve imha politikalarını göz ardı ederek sorunun çözümünü devletle bütünleşmeye bağlamakta, Türkiye demokratikleşmekteymiş ve Kürtler açısından çözüm süreçleri ilerliyormuş gibi bir tablo çizerek Türk egemen sınıflarının politikalarını aklamaya çalışmaktadır. Oysaki bugün bile yalnızca Türkiye sınırları içinde değil, sınırları dışında da Kürtlerin ulusal haklarına yönelik saldırıları sürmektedir.
Tarihsel Gerçekliğin ve Kürt Ulusal Sorununun Nesnel Zemininin Çarpıtılması ile İnşa Edilmek İstenen “Türk-Kürt” İttifakı
Kürt Ulusal Hareketi, tarih boyunca Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, 20. yüzyılın başından bugüne kadar inkâr, imha ve entegrasyon arasında gidip gelen Türk devlet politikalarının karşısında şekillenmiştir. Bu tarihsel mücadele, yalnızca Kürt ulusunun haklarını elde etme çabasından ibaret olmayıp, aynı zamanda faşist Türk devletinin yapısal karakterinin bir sonucudur.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kürtler belirli bir özerklik içinde varlıklarını sürdürürken merkeziyetçiliğin artması ve modern ulus-devlet anlayışının Osmanlı’da gelişmesiyle birlikte asimilasyon ve imha politikaları da devreye girmiştir. Lozan Antlaşması (1923) ile birlikte Kürtler, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altına alınmış ve ulusal kimlikleri yok sayılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında gelişen Kürt isyanları, devletin baskıcı refleksleri ile kanlı bir biçimde bastırılmış, Şeyh Said İsyanı, Koçgiri Ayaklanması, Ağrı Direnişi, Zilan Ayaklanması ve Dersim İsyanı gibi Kürt ulusal mücadeleleri büyük katliamlarla sonuçlanmıştır. 1938 Dersim İsyanı’nın büyük bir vahşetle bastırılmasından itibaren, Kürtlerin toplumsal ve siyasal hakları daha da kısıtlanarak asimilasyon politikaları daha barbar yöntemlerle devreye sokulmuştur.
PKK’nin 1978’de, bu tarihsel bağlamın ve Kürt ulusunun bağımsızlık mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Öcalan’ın açıklamasında, bu mücadelelerin neden ortaya çıktığı ve neyi hedeflediği göz ardı edilerek Kürt ulusal sorununun kökenleri çarpıtılmaktadır.
Öcalan’ın yaptığı temel tarihsel çarpıtmalardan biri, PKK’nin kuruluşunu ve silahlı mücadelenin temel sebebini “reel sosyalizmin etkisi” ve “20. yüzyılın şiddet yüzyılı” olarak açıklamasıdır. Oysa Kürt ulusunun bağımsızlık ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı için yürüttüğü mücadele PKK’nin varlığından önce de mevcuttu ve Kürt halkı, PKK’den önce de Türk devletine karşı defalarca ayaklanmıştı. Abdullah Öcalan’ın bu yaklaşımı yalnızca PKK’yi değil, bir bütün olarak Kürt Ulusal Mücadelesini mahkûm eden bir içeriktedir.
“Demokratik Konfederalizm” Teorisinden “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”na İlerleyen Tasfiyeci Süreç
Abdullah Öcalan’ın son açıklaması, 1990’lı yıllardan itibaren giderek derinleşen reformist ve uzlaşmacı çizgisinin inşa sürecinin bitmiş halidir. PKK önderi Abdullah Öcalan tarafından yeni döneme uygun bir biçimde başta Marksizm’in ulusal sorun noktasındaki teorisi ve çözüm yöntemleri olmak üzere genel olarak sınıflar mücadelesini sistem içi çözüm arayışlarına hapseden yeni paradigmalarla bugüne kadar gelen düşünsel inşa çalışması başlatılmıştı. Abdullah Öcalan’ın son açıklaması düşünsel evrimine bakıldığında şaşırtıcı değildir. Çünkü Öcalan, Demokratik Konfederalizm adını verdiği teorik çerçevede, Marksizm’i ve devrimci mücadeleyi reddetmekle kalmamış, kapitalizmin nesnel yasalarını inkâr eden, devlet, sınıf mücadelesi ve devrim olgusunu yok sayan, emperyalist sistemle uzlaşmaya dayalı bir anlayışı geliştirmişti. Marksizm’e “değer teorisi”nin yanlışlığı ve “işçi sınıfının burjuvaziyle birlikte sömürüye ortak olduğu” biçiminde getirdiği, hiçbir bilimsel zemine sahip olmayan sözlerle sınıf mücadelesinin yerine uzlaşmayı, sisteme boyun eğmeyi öğütlerken, Lenin ve Stalin’in ulusal sorunda ortaya koyduğu teorik-politik ve pratik çizgiyi kendince yanlışlayarak ve “felaket” olarak niteleyerek Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı çerçevesinde “ayrı bir devlet kurma” hakkını reddetmişti. Verili egemen devlet yapılarına dokunmayan ama “devletsiz toplum”, “ekolojik-demokratik toplum”, “demokratik modernite” gibi “kulağa hoş gelen” ama özünde Kürtler gibi kendi devletlerine sahip olmak için mücadele eden güçleri bu haktan yoksun bırakmanın teorisini “Demokratik Konfederalizm” adıyla zaten ortaya koymuştu. Gelinen aşamada ise yapılan çağrı ile bu zamana kadar temelleri oluşturulan “kendini ve varlık koşulunu” reddederek verili egemenlik ve ilişki ağlarını nesnel gerçeklik olarak kabul etmeyi meşrulaştıran anlayış deklare edilmiş oldu.
“Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” Çözümsüzlük Politikasıdır
Öcalan’ın son açıklamasında PKK’nin kendisini feshetmesi, silahlı mücadelenin sona erdirilmesi ve Kürt ulusunun Türk devletiyle “bütünleşmesi” çağrısı, uzun yıllardır inşa edilen uzlaşmacı çizginin doruk noktasıdır. Bu açıklamanın dayandığı temel argümanlar şunlardır:
1) Kürt sorununun kaynağına dair bir manipülasyon yaratmak ve Türk devletinin ilhakçı, katliamcı ve inkârcı niteliğini geçmişe bırakarak unutturmak.
2) Kürt sorununa yönelik Türk egemen sınıflarının bakış açısında olumlu bir değişim yanılsaması yaratmak.
3) Türk devletinin demokratikleşme dinamiklerine sahip olduğuna inandırarak Kürtler açısından çözüm üretecek bir ortam oluştuğunu iddia etmek.
4) Kürt sorununda kimlik krizinin aşıldığı ve ifade özgürlüğü ile birlikte silahlı mücadeleyi gerektirecek bir sorun teşkil etmediği.
5) Demokratikleşmenin reformlarla mümkün olduğu.
6) Bağımsızlık, ayrılma ve ulusal hak taleplerinin gereksiz hale geldiği tezi.
Bu argümanların tümü gerçeklikten kopuktur ve gerçeği çarpıtmak üzerine kuruludur. Kürt sorununun temel kaynağı, Türk devletinin emperyalizmin bir yarı sömürgesi olarak örgütlenmiş faşist niteliği, ilhakçı politikası ve Kürt ulusuna yönelik inkârcı baskılarıdır. Türkiye’de egemen sınıfların temel politikası, Kürt varlığını inkâr etmek, zorla asimilasyonu derinleştirmek ve ulusal haklarını gasbederek Kürtleri ilhakçı bir sistemin içinde eritmek olmuştur. Kürt ulusal sorunu, yalnızca kimlik ve kültürel haklarla sınırlı bir mesele değil, ezilen ulusun en temel demokratik hakkı olan Kendi Kaderini Tayin Hakkının gasbedilmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Öcalan’ın açıklamasında, sanki Türk devleti Kürt ulusuna karşı eski tahakküm politikasını değiştirmiş ve demokratikleşme sürecine girilmiş gibi bir hava yaratılmaktadır. Oysa son yıllarda Kürtlere yönelik saldırganlık Irak ve Suriye Kürdistanı’nı da içine alan bir alana yayılmış, belediyelere kayyım atanarak Kürtlerin iradesi gasbedilmiş, siyasî liderler ve Kürt politikacılar kitlesel tutuklamalara maruz bırakılmış, Kürt coğrafyalarında sistematik askerî operasyonlar sürdürülerek Kürt halkı sürekli bir savaş rejimi içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Öcalan’ın bu ağır baskı ve sömürgeci politikaları görmezden gelerek “Türk devleti ile demokratik uzlaşmanın” mümkün olduğunu iddia etmesi, Kürt ulusunun tarihsel mücadele deneyimine sırt çevirmek anlamına gelmektedir. Türk egemen sınıfları hiçbir dönemde Kürt ulusuna yönelik inkârcı ve katliamcı politikalarından vazgeçmemiş, aksine Kürt Ulusal Mücadelesinin yükseldiği her dönemde daha da sert baskı politikalarını devreye sokmuştur.
Bugün Kürt ulusu hâlâ ilhakçı bir tahakküm altında yaşamakta, en temel ulusal hakları gasbedilmekte, demokratikleşme iddialarının aksine ağır bir devlet terörü ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Kürt ulusuna yönelik baskı ve şiddetin Türkiye sınırları dışında da sistematik bir biçimde devam ediyor olması, sorunun çözüldüğü ya da çözülme aşamasında olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığını gösterir. Öcalan’ın yaptığı çağrı, esas olarak Kürt ulusunun bağımsızlık hakkından tamamen vazgeçilmesini istemektedir. Bu çağrı, asimilasyona ve egemen Türk devleti ile “kendinden vazgeçerek” anlaşmaya dayalı bir çözüm anlayışını meşrulaştırmaktır.
Ulusal kurtuluş mücadelesi, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı verilen devrimci bir mücadeledir. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı, devrimci bir ilke olup yalnızca kültürel haklar ve yerel yönetim reformlarıyla sınırlandırılamaz. Kürt ulusu, Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkına sahiptir ve bu hak tam olarak bağımsız devlet kurma hakkıdır. Bu hakkı kullanıp kullanmamak da tamamen ve sadece Kürt ulusunun tasarrufundadır. Abdullah Öcalan’ın teorisi, bu hakkı reddederek Kürt ulusunu Türk ulusal egemenliği içinde eritme amacına hizmet etmektedir. Öcalan’ın bu çağrısı, Kürt Ulusal Mücadelesinin nesnel olarak devrimci karakterinin tasfiyesine yöneliktir, ancak hem bölgesel güç dengeleri hem de sınıfsal çelişkiler açısından nesnel gerçekliğin dayattığı sınırlarla karşılaşacaktır. Gerçek çözüm, reformist uzlaşmalar ve emperyalizmin yönelimlerine uygun politikalarda değil, Kürt ulusunun Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkını savunan, emperyalizme ve ilhakçı devletlere karşı mücadeleyi yükselten devrimci bir çizgide bulunmaktadır. Öcalan’ın son açıklaması, Kürt Ulusal Mücadelesinin tasfiyesi anlamına gelmektedir. MLM’nin temel ilkeleri çerçevesinde, Kürt ulusunun özgürlüğü, ancak devrimci bir çizgiyle mümkündür. Öcalan’ın önerdiği Türk-Kürt ittifakı, emperyalizmin bölgesel çıkarlarına hizmet edecek bir uzlaşmadan başka bir anlama gelmez. Kürt ulusunun kurtuluşu, ancak emperyalizme, egemen Türk devletine ve bölgedeki gerici rejimlere karşı devrimci bir mücadeleyle mümkündür.