ABD’de ikinci Trump döneminin başlamasıyla birlikte emperyalist dünya sisteminde ekonomik, siyasî ve askerî gerginlikler ve “yumuşama” kaosu yaşanıyor. Bu kaosun kaynağı olan Trump’ın açıklamalarının sıklığı ve çelişik içeriği de dikkat çekici boyutta: Trump Kanada ve Meksika’yı tehdit ederek gümrük vergilerini yüzde 25 artırdığını ilan etti ama karar son dakikada ertelendi; Gazze’yi boşaltacağını ve burayı Riviera yapacağını söyledikten bir süre sonra Trump bu kez “Gazze planım bir dayatma değil, öneriydi” dedi ve henüz bir karar olmadığını açıkladı; Suriye’den asker çekeceğine dair açıklama beklentisi yarattıktan kısa bir süre sonra “Bunu askerî uzmanlarla konuşmalıyım” diyerek kendini düzeltme yoluna gitti.
Bunun yanında Trump, kadim dost devletlerden Almanya, Fransa ve hatta İngiltere’ye dozu yüksek eleştiriler ve yer yer tehditler savururken tarihsel rakibi olan Rusya’ya dostluk elini uzattı. ABD ve İngiltere öncülüğünde, NATO’nun kışkırtmasıyla başlayan Ukrayna-Rusya savaşının 3. yıl dönümünde Trump Ukrayna’ya toprak kayıplarını kabullenerek Rusya ile barışma ihtiyacını en güçlü, yer yer aşağılayıcı ifadelerle dayatıyor.
61.’si gerçekleşen Münih Güvenlik Konferansında ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, AB ülkelerine ve yöneticilerine Avrupa için en büyük tehdidin Çin, Rusya veya herhangi bir dış gücün değil bizzat kendilerinden geldiğini söyleyerek adeta meydan okudu. Ukrayna-Rusya savaşının temel gündem olduğu konferansta NATO’nun geleceğini tartışma konusu yapacak düzeyde AB ordusunun kurulması söylemleri ve yaklaşımları sergilendi. Trump’ın birinci döneminde de yaşanan bu tartışma ikinci dönemde, üstelik Avrupa’nın kapısında bir savaş henüz sürerken güçlenerek devam ediyor. Ukrayna’da Rusya lehine bir barışın gerçekleşmesi Avrupa devletleri için sindirilmesi biraz zor bir konu. Elbette devletlerin bu tür olayları sindirmeleri genelde “sorun” değildir. Bununla birlikte bu savaşta edebiyatına, sanatına varıncaya dek tüm Rus değerlerine düşmanlıkla geliştiren Avrupa devletleri Trump ile güçlü bir biçimde gündeme gelen barış karşısında bocalamaktadır. Sanata, edebiyata düşmanlık yapmanın rezilliğini taşıyor ne de olsa!
Ancak Trump’ın tüm “barış”, “uzlaşma” söylemine rağmen Rusya ve ABD ilişkilerinin sadece bir noktada kilitlenmediği ve bu sürecin kolayca ilerlemeyeceği görülüyor. Rusya ve ABD dışişleri bakanlarının, heyetler eşliğinde gerçekleştirdiği Riyad toplantısındaki gündemler ve tartışmalar uzlaşma ve anlaşmanın kapsamının görünenden daha geniş olduğunu gösteriyor. “Ortak jeopolitik çıkarlar ve tarihî ekonomik ve yatırım fırsatları” yakalamak için “çatışmanın sonlandırılması” temennisi anlaşma masasında farklı bölgeleri de içerecek biçimde geniş çaplı ekonomik kaynakların paylaşım hesaplarını içermiştir. Bu iki emperyalist güç, derin güvensizlik içinde masaya oturarak parçaları değil, bütünü tartışmıştır. BRICS politikalarından rezerv paraya, Orta Doğu’dan Afrika’ya, Çin-Rus ilişkilerinden İran ve bir dizi ekonomik anlaşmaya kadar emperyalist politikaların ve yönelimin Ukrayna kaldıracı kullanılarak ele alındığı düşünülmelidir. Bu durum da çelişki ve çatışmaların bir anlaşmayla ortadan kalkmasının zor olduğunu gösterir. ABD Dışişleri Bakanı M. Rubio “Taraflar karşılıklı taviz vermelidir” diyerek de muhtemelen ve büyük olasılıkla başka alanlarda Ruslardan tavizler beklediklerini ifade etti.
Nihayetinde Trump ABD başkanlık seçiminde, yaşanan ekonomik-siyasî krizin doğasına uygun olarak keskin bir klik mücadelesi yaşanmıştır. Klik mücadelesi iç ve dış politikada oluşan farklılıklarla açığa çıkmıştır. Bu mücadele henüz güç pekiştirme çabası olarak devam etmektedir. Gücü pekiştirecek ve hegemonyayı genişletecek bir siyasal hattın örgütlenmesi ve gerçekleştirilmesi söz konusudur. Trump’ın denge bozan söylemlerini, girişimlerini ABD emperyalizmi için bir makas değişimi olarak yorumlamak değişimin niteliğini belirleyen ölçülerden bihaber olmaktır. Tarihsel düşmanlarla aranan uzlaşma ve tarihsel dostlarla yaşanan gerginlikler kurulmakta olan yeni dengelerde daha güçlü çatışmalara güçlü ve hazırlıklı olma çabasıdır. ABD başat emperyalist güç olma ve oyunu yönlendirme avantajını kullanmakta ve politik dengeleri sarsarak gücünü tahkim etmektedir.
TC ise Trump ile oluşan bu tabloda Orta Doğu ve özelde Suriye politikasında bağlı olduğu ABD yöneliminde hata yapmamaya odaklanmış durumda. Bir yandan emperyalistler arasında oluşan yeni gerginlik ve yumuşama hatlarında payına ne düşeceğini beklerken diğer yandan kendine alan oluşturma peşindedir. ABD ve Rusya’yı temsil eden heyetler Riyad’da görüşme halindeyken Zelensky ile Ukrayna güvenliği ekseninde görüşmeler yapan TC çelişkilerden faydalanma imkânı aramıştır.
Türk egemenlerinin odaklandığı asıl mesele ise Suriye’de Rojava’nın statüsü ve Kürt ulusal sorunudur. İsrail tarafından 7 Ekim 2023’de, Orta Doğu’da tüm dengelerin ve haritaların değişeceğinin ilan edildiği ve direniş ekseninin odağa konulduğu süreç Suriye’de iktidar değişimi ile ilk büyük gelişmeyi kaydetmişti. AKP-MHP bloku bu sürece PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeleri yoğunlaştırarak “terörsüz Türkiye” yaratma amacıyla sarılmış durumda. Bu bağlamda Kürdistan’ın her parçasında Kürt ulusal sorununu kendisi için bir açmaz olmaktan çıkarma iddiası taşımaktadır. Abdullah Öcalan ve PKK ile bir uzlaşma fırsatı yakalandığını “barış” türküleri mırıldanıp gürültülü şovenist marşlarla ilan ettiler.
Şoven marş gürültüsü ile sürecin “taviz” kısmını sınırlamak çabasındadır kuşkusuz. Kürt demokratik kazanımlarına, örgütlü gücüne azgınca saldırarak bu çabasını örgütlemektedir. Bugüne kadar 12 belediyeye kayyım atayarak saldırısını tırmandırırken HDK ve DEM Parti’ye demokrat-devrimci-yurtsever basına ve tüm ilerici güçlere yönelik adeta günlük operasyonlar gerçekleştirilmiştir, ortalığı tutuklama furyası sarmış durumdadır. Rojava ve Irak Kürdistanı’na yönelik askerî operasyonlara ara vermemekte, geçmiş tasfiye sürecinin benzeri hayata geçirilmektedir. Deneyimle sabittir ki AKP, devletin bekası için “uzlaşma” ararken dün farklı ortaklarla Kürt demokratik kazanımlarına ve örgütlülüğüne karşı örgütlediği saldırıları bugün MHP’yle hayata geçirmektedir. Bu süreçler kazanımların tırpanlandığı, örgütlülüklerin dağıtıldığı ve zayıflatıldığı, mücadele düzeyinin düşürüldüğü süreçler olarak yaşanmaktadır. Dün böylesi bir süreçte Paris’in göbeğinde nasıl Sakine Cansız ve iki yoldaşı katledildiyse bugün de benzer arayış ve girişimler örgütlenmektedir.
AKP-MHP bloku “uzlaşma, barış, demokrasi” diye mırıldanırken ekonomik krizle açlığa mahkûm olan işçi ve emekçilerin hak arayışı engellenmekte, grevler yasaklamakta, sendikacılar baskı altına alınmakta, hatta tutuklamakta, direnişlere saldırılar ara verilmeden sürmektedir. Demokratik hak arayışları ve mücadele faşizmin hem büyük korkusu ve hem de hedefidir.
Halk yığınları baskı altına alınırken, mücadele dinamikleri kırılırken ya da kırılmaya çalışılırken, sindirilmek istenirken egemenler arasında keskinleşen klik mücadelesinde de sistemin diğer güçlerine mesajlar verilmektedir. TÜSİAD Genel Başkanı ve TÜSİAD-Yüksek İstişare Konseyi Başkanına yönelik davalar, Ekrem İmamoğlu’na açılan soruşturmalar, burjuva-feodal basının bu bölüğüne yönelik saldırılar, CHP belediyelerine yönelik operasyonlar bir yandan klik mücadelesinde güç devşirme hamlesiyken diğer yandan emekçilere açık bir gözdağı mesajıdır.
AKP-MHP bloku, ekonomik kriz ve onun sonucu olarak ortaya çıkan politik krizi daha güçlü saldırı dalgasıyla yönetmeye çalışmaktadır. Bir yandan “karşıt” faşist klikleri parçalamak, dağıtmak ve zayıflatacak şekilde saldırmakta bir yandan ise Kürt ulusal direnişini ve hareketini, demokratik güçleri ve emekçi sınıfları sindirme peşindedir. AKP-MHP bloku bu yönetme tarzıyla halkın öfkesini güçlendirmekte, yaygınlaştırmakta ve keskinleştirmektedir. Devrimci mücadelemizin amacı bu öfkeyi kaldıraca dönüştürmek ve kurtuluş için bilince çevirmek olmalıdır.