Feodal-burjuva basın ilgisiz kalsa da yakın zamanda gündem Aantep Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’ndeki (OSB) işçilerin direnişleriyle sarsıldı. İşçiler, düşük ücret dayatmaları ve kötü çalışma koşullarına karşı grevlerle ses yükseltirken Antep Valiliğinin 15 günlük eylem yasağıyla bu engelleniyor. Özellikle AKP’li vekillere ait fabrikalarda hak gasplarının yoğunlaşması, bu vekillerin işçileri tehdit etmesi mücadelenin siyasî boyutunu gözler önüne serdi.
Sermayenin ekonomik ve siyasî krizinin derinleşmesiyle saldırıların dozu da artıyor. Antep’te direnişçi tekstil işçilerine karşı sergilenen tutum da bunu gösteriyor. Grevcilerin direnişi yaymalarının önüne geçmek isteyen rejim, zaman kaybetmeden Valilik eliyle kentte 15 gün eylem yasağı ilan etti. Gece yarısı çıkan bu yasak darbe zamanlarındaki paniğin tekerrürüydü. Çünkü bilinen bir şey var: İşçi direnişlerinin küçüğü ya da büyüğü tüm sermayeyi ve uşaklarını korkutur. Çünkü böylesi her direniş yayılma riskini kendinde taşır. Ülkedeki kompradorlar, iş birlikçiler bu korkuyu yaşadılar. Patronların, iktidar uşaklarının Başpınar OSB’de kurulan derme çatma 3-3 tahtayla yamalı 5-10 metre naylondan çadırdan, 2-3 bin TL’lik zam talebinden değil, o üflesen yıkılacak çadırlarda mayalanan işçi bilincinin yaratacağı sınıfın gücünden korkulduğu açıktır. Çadırların polis tarafından yıkılması bundandır. Direniş çadırları işçilerin özgürlüğü, patronlarınsa korkusudur. Sonrasında işçilerin ortak açıklamasının polis barikatlarıyla engellenmesi ve BİRTEK-SEN’in Genel Başkanı Mehmet Türkmen’in tutuklanması işçilere gözdağı içindir.
Direnişin Nedeni ve Talepler
Başpınar OSB’deki işçi hareketi, 2025 başında patronların yüzde 30’luk sefalet zammı teklifini dayatmasıyla başladı. Enflasyonun yüzde 90’ları aştığı bir ortamda bu teklif, tekstil ve metal sektöründe haklı bir öfkeyle reddedildi. Başta Şireci Tekstil ve AKP vekili İrfan Çelikaslan’a ait Çelikaslan Tekstil gibi fabrikalarda olmak üzere 5 fabrikada 2 bin 500’e yakın işçi greve gitti.
İşçiler başlıca şunları talep ettiler:
• Asgari ücretin üzerinde, enflasyon farkını gözeten maaş zammı (En az yüzde 65 oranında)
• İkramiye ve sosyal hakların düzenlenmesi (Yılda iki maaş ikramiye)
• Banka promosyonlarının işçilere verilmesi
• Sendikal faaliyetlerin engellenmemesi ve baskıların son bulması
Hareket hızla yayıldı, halı ve tekstil ağırlıklı fabrikalardan diğer işletmelere sıçradı. İşçiler, 2023’te kazandıkları zaferleri hatırlatarak “Yine Kazanacağız” sloganıyla direnişe devam etti. Bu kararlılık, sermaye ve devletin tepkisini çekti.
Bu talepler, yalnızca ekonomik iyileştirmeler değil, işçilerin örgütlenme özgürlüğünü de kapsamaktadır. Çünkü işçi hareketi, kazanımların güçlü olmasının koşulunun bu olduğunu yaşayarak görüyor.
Emek Düşmanları Birleşti: Polis-Patron-Devlet Baskısı
Patronlar sendikalı işçileri tehditlerle, kara listelerle ve sendikaları terörize ederek bölmeyi umdu ve bu yolla direnişi kırmaya çalıştı. AKP-MHP ittifakının açıkça patronları savunduğu bu süreçte, devlet sermayenin yanındaydı. Antep Valiliği, 12-13 Şubat gecesi ani bir kararla kentte 15 günlük eylem yasağı ilan etti. Yasak kapsamında her türlü toplantı, gösteri, basın açıklaması, çadır kurma ve protesto eylemi 27 Şubat’a kadar engellendi. Bu, “resmî ideoloji ve iktidar patronların temsilcisidir” ibaresinin somutlaşmasıydı. OHAL kararları şimdi açıktan, gizlemeden, saklamadan başka bir şeye bulaştırmadan, uyduruk bahaneler bulma gereği duymadan, yekten işçi direnişlerine karşı alınmış bir karardı. Yani birçok gerçekte olduğu gibi burada da her şey aslına rücu etmiş oldu. Vali Kemal Çeber’in 11 Şubat’ta, tekstil fuarında patronlara teşekkürlerini sunduğu konuşmasının ardından gelen bu yasak, sermayeye şükranın somut bir ifadesi oldu.
Yasağın hemen ardından, 13 Şubat gece 01.00’de polis, jandarma ve çevik kuvvet ekipleri direniş çadırlarını yıkarak işçileri fabrika önlerinden uzaklaştırdı. Çelikaslan Tekstil önünde planlanan ortak açıklama engellendi, BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen 14 Şubat sabahı evinden gözaltına alındı ve tutuklandı. Amaç işçilere gözdağı vermekti. Demokrasi Meydanı polis barikatlarıyla kuşatıldı, işçilerin bir araya gelmesi engellendi. AKP’li vekillere ait fabrikalarda hak gaspları artarken bu vekillerin sendikaları ve işçileri tehdit eden açıklamaları, baskının siyasî boyutunu derinleştirdi. Yularlı medya direnişi görmezden geldi. Egemen basın, işçilerin sesini duyurmak yerine rejimin sansür politikalarına uydu. Ancak sanal medya ve bağımsız medya organları sayesinde dayanışma büyüdü; başta Yeni Demokrasi gibi özgür basın, sendikalar, devrimci-sosyalist örgütler, kimi enternasyonal dayanışma ağları, akademisyenler ve hukukçular işçilere destek verdi.
Sömürü rejimi, büyüyen açmazları ve içindeki çelişkilerle ayakta kalmaya çalışırken yalnızca kendi varlığını sürdürebilmek adına muhalif tüm kesimleri hedef alıyor. Bu baskıcı yapı, farklı sesleri susturmak, hak arayışlarını ezmek ve toplumsal dayanışmayı yok etmek için giderek daha acımasız yöntemlere başvuruyor. Rejimin topyekûn saldırıları, emekçilerin, ezilenlerin ve adalet arayanların karşısında bir duvar gibi yükseliyor. Ancak bu duvar, ne kadar yüksek görünürse görünsün emekçilerin birleşik gücüyle aşılabilecek bir tümsekten ibarettir.
Başpınar OSB’de işçilerin direnişleri, bu mücadelede ilham verici bir örnek olarak önümüzde duruyor. Oradaki işçiler, düşük ücretlere, güvencesiz çalışma koşullarına ve hak gasplarına karşı seslerini yükselterek örgütlü bir şekilde harekete geçtiler. Bu direniş, sadece bir fabrikanın ya da bir bölgeyle sınırlı kalmadı; dayanışmanın ve kararlılığın, en zor koşullarda bile kazanabileceğini gösterdi. İşçilerin talepleri netti: İnsanca çalışma koşulları, adil ücret ve sendikal hakların tanınması. Bu talepler, devletin baskı politikalarına karşı bir isyan bayrağı gibi dalgalandı ve diğer emekçilere de cesaret aşıladı. Devletin saldırılarına karşı emekçilerin elinde tek bir gerçek seçenek var: Kendi bağımsız sınıf çıkarlarını merkeze alarak kendi bağımsız örgütlenmeleriyle topyekûn bir mücadeleye atılmak. Başpınar’daki direnişten öğrendiğimiz gibi bu mücadele sadece savunmada kalarak değil, hakları için proaktif bir şekilde adım atarak kazanılır. Emekçiler, sendikalar, dayanışma ağları ve topluluklar aracılığıyla bir araya geldiklerinde, devletin baskı aygıtları karşısında çok daha güçlü bir duruş sergileyebilir. Bu birleşik mücadele, sadece mevcut hak kayıplarını geri almakla kalmaz, aynı zamanda daha adil, daha eşitlikçi bir geleceğin temellerini de atar. Başpınar OSB’deki işçilerin direnişi, bu yolda atılmış somut bir adım. Onların kararlılığı, diğer bölgelerdeki emekçilere de yayılabilir; çünkü bu mücadele, tek bir iş yerinin ya da tek bir topluluğun değil, tüm ezilenlerin ortak davasıdır. Bu mücadele kayyım saldırılarına maruz kalan Kürt halkının, inançları zor yoluyla asimile edilmeye çalışılan Alevilerin, akaryakıt ve diğer üretim maliyetlerin yükselmesi ile üretim yapamayan köylülerin, yasal yetersizlik ve yaptırımsızlık nedeni ile katledilen kadınların, sesi kısılıp kalemlerine kelepçe takılan özgür gazetecilerin, bir avuç emek düşmanı sermayedar daha da palazlansın diye doğanın sömürülmesine karşı mücadele eden çevrecilerin, halkın sanatını yaparken enstrümanı parçalanan, hapse atılan halk sanatçılarının, sürekli zapturapt altına alınmaya çalışılan baro ve odaların, geleceksiz bırakılarak ya yurtdışına ya da gayrı meşru işlere itilen gençlerin mücadelesidir. Rejim ne kadar sertleşirse sertleşsin emekçilerin birliği ve örgütlü gücü, o duvarları yıkacak denli kuvvetlidir. Bu nedenle, her bir direnişten öğrenerek, dayanışmayı büyüterek ve bağımsız sınıf mücadelesini yükselterek yola devam etmek emekçilerin önünde duran en anlamlı ve güçlü tek seçenektir.