Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası vesilesiyle Proletarya Partisi şehitlerinin ailelerinden evlatlarını anlatmalarını istedik. “Şehit Aileleri Evlatlarını Anlatıyor” serimizin üçüncü anlatımında 2011 yılında Dersim’de kış üslenim kampının çökmesi sonucu ölümsüzleşen Proletarya Partisi Militanı Derya Aras yer alıyor. Okurlarımızın ilgisine sunuyoruz…
“Bizim kızımız en güzel şeyi yaptı, devrimci oldu”
Derya asi bir kızdı. Bana “baba” demezdi, ismimle hitap ederdi. Baba-kız ilişkimizi arkadaş gibi yaşadık, doğduğu gün ben askere gittim. 9 ay sonra Erzincan’a döndüğümde Derya’yı tanıyamadım, dünyanın en güzel kızı olmuştu. Herkes Derya’yı konuşuyordu. Sanki Derya devrimci olarak doğmuştu. Dediğim dedikti, daha küçüklüğünden beri kafayı bir şeye taktı mı muhakkak o olacaktı; yani kafasına koyduğunun sonucuna varırdı.
En çok, okuyup bilim insanı olmak istiyordu. Okuldaki dersleri de çok iyiydi, başarılıydı, zekiydi; öğretmenleri hep ondan bahsederdi. Evde İbrahim Kaypakkaya’nın Seçme Yazıları’nı okuyorduk. Bunlar da etkili oldu tabii, sonra kendini daha da geliştirdi lisede. Soru soruyor, öğrenmek istiyordu ve onunla arkadaş gibi tartışırdık.
1992’de Erzincan’da deprem oldu, depremden sonra yardımlar için komite kurduk. Derya o küçük yaşına rağmen insanlara nasıl yardım edebilirim diye soruyordu.
Derya çocukken de iyi niyetli iyi bir insandı. Paylaşımcı biriydi, ekmeğini bölen biriydi. Bir iş yaptığında en doğrusunu yapmaya çalışıyordu, yanlışı gördüğü anda koparabiliyordu ilişkilerini. Babası da olsa karşısında, kendi ilkelerinden taviz vermezdi. Çok da okuyan bir çocuktu, içinde okuma adına sürekli bir istek vardı. Hep beraberdik onunla tartışmalarda, arkadaşlarla oturmalarımızda.
Erzincan’da Kazım Karabekir Lisesi’nde okuyordu. Ben şehir dışında çalışırken aradılar beni, “Derya tutuklandı” dediler. Apar topar Erzincan’a gittim. Derya’nın okul müdürünün yanına gittim dedim ki “Siz bir öğretmensiniz bu öğrencilerin anne-babadan sonra aileleri öğretmendir, siz bu çocukları niye jandarmaya verdiniz?” Sonra lise müdürü ile beraber jandarmaya gittik. Derya karakol komutanına çıkışıyor, bağırıyormuş. Daha sonra ifadeleri alınıp mahkemeye çıkartıldıktan sonra çocuklar okullarına geri döndüler. Bırakıldıktan sonra, bir gün Derya yolda giderken arkadaşı “Seni biriyle tanıştırayım” diyor. Derya bu durumdan şüphelenip arkadaşını uyarmış, “Bu polis ve dikkat etmemiz gerekiyor” demiş.
Derya’yla 8 Mart için beraber yazı yazdık, Türkiye’de ve dünyada kadın hakları diye. Arkadaşlarla beraber toplandık, “Bir şeyler yapalım” dediler, biz dedik “Biz bir şeyler hazırladık.” Arkadaşlar kendi yazılarını çekip bizim bildiriyi okuma kararı aldılar. Salonda 500-600 kişi vardı. Arkadaşlar bana “İyi ki Derya’yı tanıdık, iyi bir çocuğun var” dediler. Radyoda bizim yazdığımız yazıyı okudular.
Derya’nın lise döneminden tam üniversiteye geçiş zamanlarında bir gece köyde 5 genç birden kayboldu. Deniz (oğlum) üniversiteye hazırlanıyordu. Kaybolan gençlerin aileleri ve muhtarın oğlu bizi polise ihbar etti. Ben İzmir’de iken Erzincan’daki eve baskın yapılıyor. Gece saat 3 buçuk gibi beni aradılar, Deniz’i götürdüler. Deniz’i alıp emniyette bodrum kata koyup işkence yapmışlar, “Konuşmazsan seni Fırat’a atarız” demişler. Bu olay Derya’nın üzerinde büyük bir etki bıraktı. Ailesinin devrimci duruşu ve abisinin yaşadığı bu durum devrime daha da yakın durmasını sağladı. Ama bunlar olmadan önce de Derya’nın doğuştan gelen devrimci bir ruhu vardı. Karşındakini hemen tanıyabilen, kendinden taviz vermeyen, olayları analiz eden ve her şeye karşı duyarlı biriydi.
Derya çok güçlüydü, korkusuzdu, tereddüt etmezdi, başına bir iş gelir kaygısı yoktu, geri adım atan bir kişiliği yoktu. Hapishane sürecinden sonra bir gün gelip bana dedi ki “Baba benim yerim ya burası ya da yukarı çıkacağım” dedi. Hapishaneden çıkıp köye gittikten sonra köy ahalisinin kendisi hakkındaki tavır ve durumlarını görünce mücadeleyi artık İstanbul’da ya da yukarıda devam ettireceğim fikri daha da belirginleşti.
Bir gün hapishaneye ziyarete gitmiştik Derya’yı. İlaç ve kavurma istemişti. Girişte astsubay izin vermedi ama kapıdaki gardiyanlardan biri yardımcı oldu, ilaçları aldı. Başka bir astsubay gelip “Derya Aras’ın babası sen misin?” diye sordu, “Evet” dedim. “Baş edemiyoruz kızınla, şikâyet etmiş astsubayı. Onun yüzünden mahkemeye çıkacağız” dedi. Hapishanede tutsakken bile astsubayı mahkemeye verme cesaretini ve pratiğini geliştirdi. Daha sonra İstanbul Üniversitesi’ni kazandı. 2. sınıfta okulu dondurdu, sonra tekrar başladı. İstanbul’a gittim bir tartışmamız oldu ve “Ben seni anlıyorum biliyorum ama haberdar değiliz senden. Her konuda haberimiz olsun birbirinden. Okula devam et, arkadaşlarından ya da durumlardan kop bırak demiyoruz.” dedim. Deniz Tokat Üniversitesi’nde okurken JİTEM gelip Deniz’i alıyor, “Ablan örgüte katıldı sen de Tokat Üniversitesi’ni bilinçli kazandın ablana istihbarat veriyorsun” diyorlar. Yine o dönem 15 günde bir polise ya da jandarmaya çağırılıyorduk ve sürekli “Derya aranan biri, nerede? Gelsin teslim olsun her an çatışmada ölebilir” diyorlardı. Çok baskı gördük ama eve yansıtmadım ve hiç taviz vermedim onlara.
Derya o ara aranıyordu ve hakkında vur emri vardı. Derya’yla gündüzleri görüşüyorduk o sıralar ama akşam evde kalmıyordu arkadaşlarında kalıyordu. O dönemdeki samimiyetimiz lisede olduğu gibiydi. Derya’ya karşı bir tavrımız olmadı. Süreç içerisinde birbirimizden hep haberdardık. Ali Gülmez yakalandığında evdeydi, çok ağladı.
Derya’yı en son Erol Volkan İldem ile Erzincan’da, gitmeden 1 hafta önce gördüm. Buradan Ankara’ya geçeceklerini söylediler. O gece Erol, Derya ve ben konuştuk. Erol’a “Hapishaneden çıktın, takiptesin, barınma sorununuz olur. Sizi yurt dışına çıkaralım” dedim. Çıkmayı reddetti, “Sen gidersen, ben gidersem, o giderse burası ne olacak?” dedi. Derya’nın savaşçı ruhu vardı, genetik gibiydi. Derya’ya dedesi ile ilgili ‘38 Dersim olayında yaşadığı durumu anlattım. Babamın adı “Eşkıya” ve o dönem binlerce insanı kurtardı, sen de onun gibisin demiştim, kararlı ve inançlıydı. Son görüşmemizden sonra haber alamadım, İstanbul’da arkadaşıyla görüştüm, sordum Ankara’ya gittiler, gelecekler dedi. Aradan 2-3 ay geçince evdekilere dedim “Büyük bir ihtimalle Derya gitti.”
Derya’nın kardeşleriyle ilişkisi çok iyiydi. Deniz bilincindeydi durumun. Pınar’ın tepkisi daha duygusaldı. Bugün bile hâlâ Derya’nın ölümünü kabullenmedi. Derya’nın şehit olduğu dönemlerde Pınar’ın kızı oldu. Derya’nın ismini kızında yaşattı. O dönem Erzincan’da doğan kız çocuklarının neredeyse hepsine Derya ismi verildi.
Gittikten sonra bir gün arkadaşım aradı beni bir duyum aldın mı diye, haber ajansında görmüş kaldıkları barınak çökmüş. Sonrasında Cumhuriyet gazetesi haberi paylaştı. Cumhuriyet gazetesinin genel müdürünü arayıp ağzıma geleni söyledim, nasıl terörist diye itham edersiniz diye. Dersim’e geçtik, ilk gittiğim gün arkadaşlarla görüştüm. İHD’den bir avukatla görüşüp bilgi almaya çalıştık. Avukatla başsavcıya gittik, savcı da durumu anlattı. “Yarın gel bölge komutanı ile görüştüreyim” dedi. Komutanla görüşünce o da “Bizim yapacağımız bir şey yok. Bizim emniyetimizi sağlayın sizin cenazenizi çıkarırız” dedi. Dersim’den çıktık haber bekleyelim dedik, 3 yıl sonra haber geldi. 2014’te Gülizar’ın kardeşi aradı, “Cenazeleri almaya gidiyoruz” dedi. Hemen çıktım yetiştim onlara.
Aile adına Beşlerin temsilcisi olarak beraber gittik arkadaşlarla. Cenazeleri alırken pişmanlık duymadım ve duygusal da davranmadım. “Bizim çocuğumuz en güzel şeyi yaptı, devrimci oldu” dedim eşime, “ölümü bile anlamlı” dedim, “Kim ne derse desin bizim haklılığımız elbet ortaya çıkacak” dedim.