Ücretliler ve genel olarak ücretler üzerine söylenen her sözün bir şekilde asgari ücret ile bağlantılı olduğu Türkiye’de 2025 yılı için belirlenen asgari ücret, 27 Aralık tarihli Resmî Gazetede, 31.12.2025 tarihine kadar brüt olarak 26.005,50 TL, net olarak ise 22.104,68 TL olarak ilan edildi. 2024 yılı içerisinde beklentilerin aksine ikinci kez artırılmayan asgari ücretin, 2025 başında da geriye dönük bir yıllık resmî enflasyon oranının dahi altında bir oranda, yüzde 30 olarak artırılması, komisyonun çalışma takvimi, toplantılarda rakamın konuşulmaması, son toplantıya Türk-İş’in katılmaması ve sonraki açıklamalar, üzerinde durulan konular oldu.
Tam zamanlı çalışmanın karşılığı olarak verilmesi gereken en düşük ücret olan asgari ücretin, Türkiye’de uzun bir süredir ortalama ücret olması, ücretli çalışan kesimin ezici bir çoğunluğunu ilgilendirmesi, bu konunun sınıf mücadelesi açısından önemini göstermektedir.
Tarihsel bağlamda kapitalizmin pek “insancıl” ideolojik yaklaşımı olan liberalizm, ortaya çıktığı ilk dönemde, ücretlerin emek arzı ile talebi arasında serbest belirlenmesi gerektiğini, bu nedenle “asgari” düzeyde bir ücret belirlenmesinin gereksizliğini sürekli olarak propaganda etmiştir. Bu felsefe, burjuvazinin aşırı kâr hırsıyla, ücretlerin geçimlik düzeyinin oldukça altında kalmasını da gerçek hayatta beraberinde getirmiştir. İşçiye verilen ücret ile işçinin günlük ve haftalık çalışma süresi üzerinden yaşanan çatışma, işçi sınıfının kendiliğinden bir bilinçle verdiği mücadelenin yanı sıra sınıf mücadelesinin süreç içerisinde büyümesi, işçi sınıfının bu iki konuda belirgin kazanımlar elde etmesini sağlamıştır. Bu haliyle bir dizi dolaylı etkenin yanı sıra sözde bağımsız egemen devlet aygıtı tarafından asgari bir ücret düzeyinin belirlenmesi zorunluluğu, esasta işçi sınıfının verdiği mücadele sonucunda kazanılmış bir uygulamadır. İşte bu yüzden asgari ücret, sınıf mücadelesinin fiili bir çatışma halini almaması saikiyle, sözde bağımsız devlet erkinin aslında egemen sınıfların sözcüsü olarak egemen sınıflar adına belirlediği ücrettir.
Dünya genelinde, 19. yüzyılın sonunda birkaç ülkede başlayan bu uygulamanın 20. yüzyılın başından itibaren yaygınlaşarak genelleşmesi ne kapitalizmin evcilleşmesiyle ne de devletin sözde tarafsızlık sıfatıyla açıklanabilir. Asgari ücretin egemen sınıflar adına bizzat devlet tarafından kabullenilmesi ve varlığını devam ettirmesi, sınıf mücadelesi sonucunda kazanılmış; ama aynı zamanda egemen düzenin devamı için gerekli görülerek uygulanmaya devam etmiştir.
Egemen sistemin derin krizleri, sistemin devamlılığı açısından elzem olan asgari ücret uygulamasının genel ücret haline gelmesini de beraberinde getirmektedir. Türkiye’de yaşanan kriz de ücretlerin genelinin asgari ücrette birleşmesine neden olmuştur. Özelikle yüksek enflasyon karşısında sistemin devamlılığının tehlikeye girmesi ve artan siyasî istikrarsızlık, 2022 ve 2023 yıllarında asgari ücretin iki kez artırılmasını da beraberinde getirmiştir. Bahsi geçen dönemde resmî enflasyon verilerinin üzerinde artırılmış olsa da reel enflasyonun altında kalan asgari ücret artışları, örgütsüz geniş kitlelerde yine de bir beklenti oluşturmuş ancak 2024 yılında ikinci kez artması konusundaki tüm beklentilere rağmen artırılmamıştır. Seçim döneminin ardından özellikle IMF’nin tavsiyeleri doğrultusunda ücretlerin baskılanmasına dayalı sıkılaştırıcı bir politika izleneceğinin defalarca sinyali verilmiş olsa da 2025 yılı için asgari ücretin belirlenmesi öncesinde hem Cumhurbaşkanı hem de Hazine ve Maliye Bakanı tarafından “asgari ücretlinin enflasyona ezdirilmeyeceği”, “asgari ücret artışının enflasyonun altında olmayacağı” yönlü açıklamalar yapılması, son süreçte yüzde 40’ın üzerinde bir enflasyon artışı yapılacağı beklentisini önemli derecede artırmıştır.
Kendi hukuku bağlamında asgari ücret komisyonu tarafından belirlenen asgari ücretin son yıllarda resmî enflasyonun üzerinde artırıldığı dönemlerde nasıl bir şova dönüştürüldüğünü hepimiz hatırlıyoruz. Fiilen komisyonun işlevsizleştirildiği, Cumhurbaşkanının gönlünden kopan eklemelerle bizzat Cumhurbaşkanı tarafından canlı yayınlarda ilan edilen asgari ücret, 2025 yılı için bu teamüllerin fazlasıyla dışında, şaşırtıcı bir şekilde ilan edilmiştir. Aralık ayı içerisinde, son kadük toplantıyı saymazsak üç kere toplanan ancak bu üç toplantıda, yapılan açıklamalara göre ücretin konuşulmadığını öğrendiğimiz komisyonun ne yaptığı, sanal medyada da mizah konusu oldu. 24 Aralık tarihinde ise kimsenin beklemediği bir anda, hatta Türk-İş’in açıklamalarına göre onların dahi son anda davet edildiği bir toplantı gerçekleştirilmiş, işçi adına meşru ya da şekilden ibaret tek bir temsilcinin dahi olmadığı bu toplantıda apar topar asgari ücret zammı yüzde 30 olarak açıklanmıştır. Bu andan itibaren herkesin Cumhurbaşkanı’ndan bir lütuf beklediği dakikalar başlamış olsa da bu gerçekleşmemiş, Cumhurbaşkanı sanal medya hesabından “hayırlı olsun” açıklamasıyla asgari ücretin kesinleştiğini bildirmiştir.
Egemen siyaset, popülist yaklaşımların ustalıkla yerleştirildiği bir siyasettir. Alınan kararlar kadar bu kararların kitlelere anlatılması, manipülasyon da egemen sınıflar açısından kritiktir. 2022 ve 2023 yıllarında gerçek enflasyonun altında artırılmasına rağmen asgari ücretin kitleye sunumu buna bir örnektir. Ancak diğer yandan yönetimsel krizlerin arttığı süreçlerde, eylemini ve söylemini büyük oranda popülist politikalar eksenine yerleştirmiş olan egemenlerin tökezlemesi de ibretlik görüntüler oluşturmaktadır. İşte 2025 asgari ücretinin belirlenmesi ve açıklanması da bunun ispatıdır. Kimsenin sahiplenemediği yüzde 30’luk artış mecburen Çalışma Bakanının kucağında kalmış, “asgari ücretliyi enflasyona ezdirmedik” açıklaması ise trajikomik bir nidaya dönüşmüştür. Resmî enflasyonun yıllık bazda yüzde 44,38 açıklandığı, gerçek enflasyonun ise bunun çok daha üstünde olduğunun bilindiği bir gerçeklikte yüzde 30’luk artışı, “asgari ücretliyi enflasyona ezdirmedik” açıklaması, yönetimde yaşanan sıkışmışlığı, paniği ve çıkmazı göstermektedir. Çünkü devlet genel mal ve hizmet fiyatlarında ortalamada yüzde 44,38 artış olduğunu ilan etmişti!
Asgari ücret komisyonu, her ne kadar son yıllarda işlevsizleşmiş olsa da belli teamüllere uyulmasına, temsilcilerin duruşuna ve mesajlarına önem verilmekteydi. Bu toplantılarda açık kalan mikrofonlar, yüz ifadeleri, söyleme yansıyan düşünceler tarihe önemli notlar olarak düşmüşlerdi. Ancak 2025 yılı asgari ücretinin belirlendiği toplantılarda tüm teamüller bir yana bırakılmış, ücretin konuşulmadığı 3 toplantının ardından Türk-İş’in katılmadığı son toplantıyla asgari ücret ilan edilmiştir.
Açıktır ki zaten zayıf olan Türkiye ekonomisinin 2020 sonrası girdiği çalkantılı dönemde uyguladığı ekonomi politikaları sorunun boyutlanmasını da beraberinde getirmiştir. IMF’nin tavsiyeleri ile yeni bir sürece girilmiş, yüksek enflasyon konusunda IMF’nin bildiği en iyi reçete olan gelirler politikasını sıkılaştırma, yani krizin yükünü işçiye, emekçiye daha fazla ödetme tavsiyesi, kapsamı artırılarak uygulanmaya başlanmıştır. Ekim ayında IMF Avrupa Direktörü tarafından Türkiye için üst perdeden söylenen “asgari ücret yılda bir kez artırılmalı, gerçekleşen değil hedeflenen enflasyon baz alınmalı” söylemi, bu yılki asgari ücretin belirlenmesinde IMF’nin etkisinin daha net görülmesini sağlamıştır.
Son sözü, komisyonda işçi tarafını temsil eden Türk-İş’e ayırmak gerekiyor. Asgari ücretin yaygınlığı, sınıfın örgütsüzlüğünü gösteren en net ölçüdür. Bu nedenle milyonlarca asgari ücretli aslında örgütsüz olduğu için güçsüz ve komisyonda bunun doğal sonucu olarak temsilcisizdir. Sorunun esası elbette ki Türk-İş değildir ancak asgari düzeyde bir sınıf derdi olmayan işçi sendika konfederasyonlarının milyonlarca asgari ücretliyi dert edindiğini söylemek de mümkün değildir. Tüm bu nedenlerden kaynaklı milyonlarca işçinin ne egemenlerden lütuf beklemesi ne de iradelerini, kendilerinin dışında birilerine teslim etmeleri sorunu çözecektir. Belli ki çözüm örgütlenmekten geçmektedir.